01.10.2017 - 12:10 | Son Güncellenme:
26 Temmuz 1985 Fransa doğumlusunuz. Futbol öncesi yıllara geri döndüğümüzde nasıl bir çocukluk geçirdiniz?
Çocukluğum çok iyi geçti. Çok mutluydum. İki kız kardeşim var. Bir aile olarak her zaman çok mutluyduk. Babam bizimle çok ilgileniyordu. Cannes'a gittiğimde 13 yaşındaydım. Ama o zamana kadar ailemle birlikte çok güzel vakit geçirmiştim.
Ailenizi tanıyabilir miyiz? Anneniz, babanız ne işle meşgul? Kardeşleriniz neler yapıyor?
Annem hemşireydi. Kız kardeşlerimden biri Fransa Ordusu'nda… Annem bazen çok geç saatlere kadar çalışıyordu ve babam bu sebeple bize daha fazla ilgi gösteriyordu.
Futbol topuyla ilk tanışmanız nasıl oldu ve sizin bu kadar yetenekli olduğunuzu ilk kim gördü?
Babam futbol oynuyordu ve futbolu bıraktıktan sonra antrenörlük yaptı. Bu sebeple babam beni keşfetti diyebilirim. İlk olarak bir kulüpten içeri 5 yaşındayken girdim. Çocuk sözleşmesine imza atmıştım. Annem geç saatlere kadar çalıştığı için babamla vakit geçiriyorduk. Babamla futbol oynuyordum. Onunla birlikte bu yola çıktım ve bugünlere kadar geldim.
Futbola Cannes takımının altyapısında başladığınızı görüyoruz. Cannes'da kapıdan ilk girerken bu kadar başarılı bir oyuncu olacağınızı hayal etmiş miydiniz? Orada nasıl bir altyapı eğitimi aldığınızı öğrenebilir miyiz?
Başlangıç yıllarımda futbol daha başkaydı. Aşkla oynanıyordu. İnsanlar futbolu çok severek oynuyordu. Benim kariyerimde şöyle bir şey oldu. Öncelikle Cannes'da oynamaya başladım. Altyapıda başarılı olduktan sonra profesyonel sözleşmeye imza attım. Orada da başarılı olduktan sonra Arsenal'le sözleşme imzaladım. Kariyerim gitgide yükseldi. Tabiî ki bunları hayal ediyordum. Ama hayal ederken başarıyla doğru orantılıydı her şey… Arsenal'de oynamaya başladım… Fransa Millî Takımı'nda oynamaya başladım. Daha sonra Manchester City ile sözleşme imzaladım. Bunların hepsi etap etap gerçekleşti. Ama tabiî ki bunların asıl çıkış noktası sizin futbola olan aşkınız. Ben futbolu çok seviyorum. Bununla gurur duyuyorum. Açıkçası çok mutluyum.
15 yaşınızdayken ölümün kıyısından dönmüşsünüz. Cannes altyapısındayken idman sahasını çevreleyen tellerden atlıyorsunuz ve sağ eliniz tellere takılıyor, bir parmağınız kopuyor. Sizi hemen hastaneye kaldırıyorlar ve 7 saatlik ameliyat sırasında kalbiniz duruyor. Doktorlar hayatta kalmanızın mucize olduğunu söylüyor. Böyle talihsizlikler hepimizin başına gelebilir. Merak ettiğim konu o zor günleri nasıl atlatıp bugün bu kadar ünlü ve başarılı bir oyuncu oldunuz?
Dediğiniz gibi, 15 yaşında Cannes'da oynuyordum ve stadımız yenileniyordu. Etrafında bir sürü metal plakalar vardı. Okulumuzdan oraya yürüyerek, stadın etrafından dolaşarak gidiyorduk. Oraya giderken plakaların üstünden atlıyordum. Bir gün atlarken yüzüğüm takıldı, parmağım koptu ve oluk oluk kan akmaya başladı. Hemen hastaneye gittik. 15 saniye kalbim durdu. Açıkçası şunu söyleyebilirim. Hayat çok kısa. Ben bunu orada çok iyi anladım. Her zaman şunu söylüyorum. Hayattan zevk almalıyız. İnsanlara onları sevdiğimizi söylemeliyiz. Yaptığımız işten zevk almalıyız. Kimi seviyorsak, neden hoşlanıyorsak bunları söylemeliyiz. Çünkü hayat gerçekten çok kısa. Bugün buradayız ama yarın olamayabiliriz. Bunların hepsini bilmemiz, düşünmemiz gerekiyor. Ben hayatta olduğum için şükrediyorum. Her anın da kıymetini biliyorum. Genç oyunculara da her zaman bunu tavsiye ediyorum. Yani her anı doya doya yaşayın ve yaşadığınız andan keyif alın. Ben futbolu çok seviyorum ama en önemlisi şanslıydım. Benden daha yetenekli oyuncularla da oynadım. Hepsi bana bir şeyler kattı. Belki onların mantalitesi farklıydı ama benim mantalitemde her zaman profesyonel ve iyi bir futbolcu olmak vardı. Ben hep bunun için çalıştım. Tabiî çok fazla şey veriyorsunuz kendinizden. 13 yaşındayken evimden uzak kaldım. Tatilleri ve bayramları yaşayamadım. Ailemin güzel günlerinde onların yanında olamadım. Bunların hepsi problem. Zaman akıp geçiyor ve geriye alamıyoruz. Tüm sevdiklerimizden uzak kaldım ama bunların karşılığını da aldığımı düşünüyorum. Çünkü eğer bugün buraya geldiysem tüm bu fedakârlıklar sayesindedir. En önemli sebebim futbolu çok seviyor olmam…
Bu zor günlerden başarıyla çıkıp Arsene Wenger'in dikkatini çekiyorsunuz ve Premier Lig'e Arsenal'le adım atıyorsunuz. Wenger sizinle neler konuştu ve genç bir oyuncu için Premier Lig nasıl bir deneyim?
Önce şunu söylemek istiyorum. Hayat zaten şans ve kader demiştik. Yine aynısını tekrarlıyorum. Kader ve şans çok önemli. Cannes'dayken 16 yaşındaydım ve 3. Lig'de oynuyordum. Ben aslında futbol kariyerime hep etap etap baktım. Ama Cannes'dan Arsenal'e gidiyor olmam beni bir anda çok üst düzey bir yere çıkarttı. Ben aslında bunu hayal etmemiştim ama tabiî ki benim için çok büyük bir şanstı. Arsene Wenger benimle ilk konuştuğunda "Takımda Giovanni van Bronckhorst ve Ashley Cole var. Van Bronckhorst transfer olabilir. Eğer giderse Ashley Cole birinci, sen de ikinci sol bekim olacaksın" demişti. Hayatta doğru insanlarla karşılaşmanız çok önemli. Wenger'e inandım ve Arsenal'e transfer oldum. Transfer olduktan iki hafta sonra van Bronckhorst, Barcelona'ya gitti ve o sezon 20 maça çıktım. Bu da benim için çok büyük bir şanstı.
İlk sezonunuzda Premier Lig şampiyonluğu yaşıyorsunuz ve takımınıza 12 maçta katkı veriyorsunuz. Genç bir oyuncunun Premier Lig şampiyonluğunu kazanması nasıl bir duygu? Neler oldu?
İlk sezonumda şampiyonluk yaşamak tabiî ki çok güzel bir duyguydu. Benim için de çok önemli bir yıldı. Tam olarak emin değilim ama sanırım Premier Lig tarihinin en genç şampiyonluk yaşayan oyuncusu benim. Hiç unutmadığım bir an var. Şampiyon olduk, kupayı aldık ve bu kupayla statta tur atıyorduk. Thierry Henry -ki benim idolümdür- gelip bana sarıldı ve dedi ki, "Tamam, bu anın keyfini çıkar ama futbol hep böyle değildir. Hayatı boyunca çalışıp, emek verip bu Premier Lig şampiyonluğunu kazanamayan insanlar var. Keyfini çıkar ama bundan sonra çok daha fazla çalışman lâzım. Çok daha fazla üstüne koyman lâzım." Çok şaşırmıştım. Yaşım çok gençti ve "Bana daha başka şeyler söylemesi lâzımken niye bunları söyledi?" diye düşünmüştüm. Ama sonuçta haklı çıktı. Arsenal'de 8 sene oynadım ama ikinci bir şampiyonluk yaşayamadım.
Arsenal'de geçirdiğiniz 8 sezonu bize nasıl anlatırsınız? İkinci sorum da Arsenal'de 255 maçta forma giyip 2 gol atıyorsunuz. Ama bizim dikkatimizi çeken detay 255 maçı kırmızı kart görmeden tamamlamanız. Bir defans oyuncusu olarak kart görmemek için çok mu dikkat ediyorsunuz?
Arsenal'de oynadığım 8 yılı tamamen Arsene Wenger'e borçluyum. Wenger beni sadece iyi bir oyuncu yapmadı. Aynı zamanda bir adam yaptı. Ben oraya geldiğim zaman genç bir delikanlıydım. Yıllar geçtikçe adam oldum. Tabiî ki 8 yılın sonunda farklı nedenlerden dolayı Manchester City'ye gitmem gerekti. Ama ne olursa olsun ben Arsenal taraftarıyım ve öyle de kalacağım. 8 seneyi böyle özetleyebilirim. Her şeyi Arsene Wenger'e borçluyum. Kırmızı kartla alâkalı sorunuza gelince de istatistiklere baktığınız zaman topa öncelikli sahip olma ve araya girmede muhtemelen ilk 5 içerisindeyimdir… Çünkü futbol tarzım ikili mücadeleye dayalı değildir. Ben daha çok ayakta kalmaya inanırım. Bazı oyuncular vardır kora kor mücadeleleri sever. Ben öyle değilim. Ben daha çok rakipten önce hızımla topa sahip olmak isterim. Bunun üzerine gittiğim için bu özellikler beni kırmızı karttan korudu diyebilirim…
8 sezonun ardından hayat sizi bir ayrıma getirdi ve "Ben kupalar kazanmak için Manchester City'ye gidiyorum" dediniz. City'ye transfer öykünüz nasıl gelişti?
Arsenal'den ayrılırken böyle bir demecim olmuştu. Belki bu demeç o zaman taraftarlarca yanlış anlaşılmış olabilir. Çünkü ne olursa olsun ben Arsenal'de oynarken de her zaman şampiyonluk için oynadım. Her zaman şampiyonluk iddiamız vardı. Baktığınız zaman kolay bir karar da olmadı. Sonuçta Londra dünyanın en güzel kentlerinden birisi. Arsenal dünyanın en büyük kulüplerinden birisi… Benim gittiğim dönemde Manchester City bugünkü City değildi. Ama o zaman bana takımın bir proje takımı olduğu söylenmişti. Nitekim de öyle oldu. City'ye transfer olurken belki beni yadırgamışlardı ama ben bu demeci verdim ve haklı da çıktım. Manchester City'de ilk sezonumda şampiyonluk yaşadım. Yine finaller oynadım. FA Cup Finalleri var, kazanılmış kupalar var. Benim gelişimden sonra City çok daha fazla yatırım yapmaya ve çok daha fazla isimli oyuncuları getirmeye başladı. Çünkü onların amacı öncelikle kendilerine bir isim yaratmaktı. Bu gelen oyuncularla isimlerini duyurdular ve alınan oyuncuların karşılığını da vermiş oldular.
Kariyerinizde çok ilginç bir detay daha var. Tıpkı Arsenal'de olduğu gibi Manchester City'de de ilk sezonunuzda Premier Lig şampiyonluğu yaşadınız. Başakşehir'de ilk yılınızda ne olacak?
Zamanla göreceğiz neler olacağını… Ben Arsenal'e gittiğim zaman şampiyon olacağımı bilmiyordum. Bazı şeyleri içte tutmak ve dışarı vurmamakta fayda var. Şu an biz de gidip dışarda söyleyebiliriz şampiyon olacağımızı ama bazı şeyler söylenmez. İçte tutmak daha iyidir. Lige baktığınız zaman diğer takımlar da güçlü. Ama biz kendi futbolumuzu oynadığımız zaman herkes kadar iyi oynadığımızı, hatta daha da iyi oynadığımızı gösterebilecek bir takımız. Bu süreçte gördüğüm bu. Başakşehir açıkçası bana Manchester City'yi hatırlatıyor. Onlar da bir proje kulübüydü. Proje zamanla gelişti. Biz de öyleyiz. Baktığınız zaman bu kulübün arkasında çok değerli işadamları ve yöneticiler var. Ondan dolayı burada da başarı gelecektir ama "Şampiyon olacağız" demek bence doğru değil.
İstikrar abidesi bir oyuncusunuz. 8 sezonluk Arsenal macerasının ardından 6 yılınızı da City'de geçirdiniz. Bu durumdan yola çıkarak Başakşehir ile hikâyenizi nasıl görüyorsunuz?
Arsenal'e imza attığım zaman 17, City'ye imza attığım zaman 25 yaşındaydım. Şimdi 32 yaşındayım. O yüzden 8 sene daha oynayıp oynayamayacağımı bilemiyorum. Ama başkanla konuşurken, "Ben zor karar veririm. Fakat karar verirsem her şeyden emin olarak giderim ve o kararın arkasında dururum" demiştim. Nitekim 3 yıllık imza attım. Geçen sezon City'de Guardiola ile çok başarılı olamasak da kendisinden çok şey öğrendim. O da bana söylüyordu sürekli. "Bu kadar uzun süre bu seviyede oynadın; bu inanılması zor bir şey. Ama futbola artık daha farklı bakman lâzım" diye nasihatlerde bulunuyordu. Ben de artık onunla beraber futbola daha farklı bakmaya başladım. Bana sürekli, "Uzun yıllar Premier Lig'de oynamış bir oyuncu olarak diğer insanlara karşı sorumluluğun var. Hem burada kulüpte çalışan insanlara karşı hem de genç oyunculara karşı görevlerin var" diyordu. Ondan dolayı ben de oynamasam da idmanlarda ve dışarda elimden geleni yapmaya çalıştım. Baktığınız zaman ben dünyanın en iyi oyuncusu değilim. Arsenal'de oynadım, City'de oynadım, Fransa Millî Takımı'nda oynadım. Dünyanın en iyisi değildim belki ama sürekli çalıştım. Neymar boşuna Neymar olmuyor. Messi, Ronaldo boşuna bu kadar başarılı değiller. Onlar da sürekli çalışıyorlar. Başakşehir'i ben, takım arkadaşlarım ve bu çatının altındaki herkes daha iyi bir yere getirmeli. Bunun için çalışmalıyız. Ben gerek saha içi, gerek dışında genç oyunculara seve seve yardımcı olurum. Hocalarım naçizane tavsiyeler duymak isteyebilirler. Buna her zaman hazırım. Dediğim gibi, bu kulübü büyütmek benim ve bu kulüpteki herkesin elinde…
14 sezon Premier Lig'de forma giydikten sonra Türkiye'yi buldunuz? Arada nasıl farklılıklar var?
Tabiî ki Premier Lig'i Süper Lig'le kıyaslamak haksızlık olur. Çünkü Premier Lig dünyanın en çekişmeli ligi. Ama açıkçası Türkiye beni şaşırtmadı değil… Baktığınız zaman bu sene yurt dışından çok oyuncu geldi. Türk futbolseverler, Türk futbolunun gelişmesini ve öne çıkmasını istiyorlar. Burada duygular devreye giriyor. Mesela deplasmanda oynadığımız maçlarda bize oranla daha küçük çapta diyebileceğimiz takımlar kendi seyircisinin önünde bazen kazanamayacakları topa bile baskıya gidiyorlar. Bunu takımlarına ve taraftarlarına olan saygılarından yapıyorlar. Maçlar çok yoğun geçiyor ve duygularla oynanıyor. Bu da duygu ile oynanan futbolda uzun topları artırıyor. Çünkü oyuncu topu alamayacağını bilse bile baskı yapıyor. Maçlar uzun topa döndüğü zaman sizin bu topu kazanma şansınız yüzde 50'ye iniyor. Bu da tabiî ligi diğer liglerden biraz daha farklı yapıyor. Dışardan gelen kaliteli oyuncular bu ligin kalitesini arttıracaktır ve daha iyi bir yere getirecektir. Ama ben kendi adımıza inanıyorum ki çok güzel bir sezon geçireceğiz.
Birçok ünlü teknik adamla çalıştınız. Abdullah Avcı'nın farklı yönlerini bize anlatır mısınız?
Evet, gerçekten birçok iyi hocayla çalıştım. Ama tabiî ki Guardiola'yı ayrı bir yere koyarım. Çünkü sadece futbola bakış açısı farklı değil; futbol üzerine yaptığı hamlelerle bütün insanların futbola bakış açısını değiştirebilen özel bir hoca. Ben Abdullah Avcı hocamızı, "Boss" yani "Patron" diye çağırıyorum. Bu işi gerçekten iyi biliyor. Diyaloğa çok açık. Onunla her şeyi konuşabilirsiniz. Dediğim dedik bir insan değil. Bazı hocalar vardır, her şeyin en iyisini bildiklerini düşünür ve asla kendilerinden taviz vermez, diğer insanları dinlemez. Ama Abdullah Hoca öyle değil. Yeri geldiği zaman herhangi bir konuyla ilgili konuştuğunuzda onu kafasında tartıp, yardımcı antrenörüyle konuşup normal hayatına katabilecek bir insan. Bence insanlar çok şey bilebilir ama herkes her şeyi bilemez. Ben bu yaşımda bile ufak kızımdan bir şeyler öğrenebilirim. O bana bir şeyler katabilir. Ya da kulüp içindeki insan olaylara daha farklı bakabilir. Mutfaktaki ustabaşımız bile farklı bir şey katabilir bize… Ben buna inanıyorum. Bence Abdullah Hocamıza baktığımız zaman rakamlar ve istatistikler onun başarısını destekliyor. Bu tamamen onun futbolu çok iyi bilmesinden ve diyaloğa açık olmasından kaynaklanıyor.
Türkiye'de hangi oyuncuları beğeniyorsunuz?
Kaptanı çok beğeniyorum… Emre Belözoğlu… O 37, ben 32 yaşındayım. Kendimi iyi seviyede tutabilmek için belirli bir efor sarf etmem gerekiyor. Hatta üstüne koymam gerekiyor ki, 37 yaşında kaptanın yaptıkları çok etkileyici, muhteşem şeyler… Sahip olduğu gücü takımı, arkadaşları için kullanan mükemmel bir insan. Baktığınız zaman ben Dennis Bergkamp'la, Sol Campbell'la, Thierry Henry, Patrick Viera gibi isimlerle çalıştım. Ama bu yaşta onun yaptıkları, idman temposu, kazanma hırsı diğer oyuncuları da tetikliyor. Zaten takımı da belirli bir seviyede tutan onun bu kazanma isteği ve idmanlarda herkesten fazla çalışması. Takım kaptanı 37 yaşında bu tempoyla çalışıyorsa kimsenin idmanlarda ya da maçlarda kaytarma şansı olmuyor.
Ligimizde takımların kadrosunda 14 yabancı oyuncu yer alabiliyor. Sahada çok az sayıda Türk oyuncu görüyoruz. Fransa ve İngiltere'yi göz önüne alarak yabancı oyuncu sayısını siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Aslında bu tuzak bir soru. Çünkü her türlü cevaba açık. Ama şöyle bir gerçek var. İngiltere yabancı kuralını serbest bırakmasaydı bugün Premier Lig asla olmazdı. En azından en iyi oyuncuları seçme ve getirme şansınız var. Çünkü baktığınız zaman İtalya'nın, Meksika'nın Arjantin'in en iyi oyuncularını seçebiliyorsunuz. Aynı şekilde Fransa'da da bu tarz sıkıntılar yaşandı. Polemik oluyordu. İyi midir, kötü müdür diye tartışılıyordu. Ama ben şuna inanıyorum. Eğer doğru oyuncuları getirirseniz Türkiye'ye, buradaki genç oyuncular da çok şey öğrenecektir. Adebayor, Arsenal'de, Manchester City'de, Tottenham'da, Real Madrid'de oynamış bir oyuncu. Buraya geldiği zaman insanlar, "Bu kadar takımda oynamış Adebayor, 32 yaşında böyle çalışıyor" deyip kendisine dersler çıkartıyor. Aynı şekilde benim için de, Emre için de geçerli bu… Bu tarz oyuncuları getirdiğiniz zaman genç oyuncuların ve diğer takımdaki oyuncuların saygısını kazanıyorsunuz. Eğer doğru oyuncuları seçiyorsanız Türk oyuncular da kazanıyor. 32 yaşındaki Adebayor tüm hırsıyla çalışıyorsa diğer oyuncuların çalışmaktan başka bir şansı kalmıyor. Çünkü şöyle düşünüyorlar: "Adam Arsenal'de, Manchester City'de, Real Madrid'de oynadı ve nasıl çalışıyor. Benim daha çok çalışmam lâzım." Ben şuna inanıyorum. Bunu doğru dengede ayarlamak lâzım. Yabancıları getirirken hak eden Türk oyunculara da şans vermek lâzım. Türkiye Futbol Federasyonu da zamanla bu konuyu dengeye oturtacaktır.
Ailenizle birlikte özel hocadan Türkçe öğrendiğinizi duyduk. Bunu bir hobi olarak mı, yoksa gereklilik olarak mı yapıyorsunuz?
Benim ve aile bireylerimin Türkçe öğrenmesinin tek sebebi sizlere ve ekmek kazandığımız ülkeye duyduğumuz saygıdan kaynaklanıyor. Asla mükemmel bir şekilde Türkçe konuşamayacağım. Ama her şeyden önce saygı var. Bana hayatımı kazanmamı sağlayan ülke burası. 16 yaşında İngiltere'ye gittiğim zaman İngilizce öğrenilebilecek güzel bir dildi. Bundan dolayı kolay olabilir ama buraya gelirken de aynı kafa yapısında geldim. Ben size saygı duyuyorum. Baktığınız zaman tercümanımız var, toplantılarda kulaklıklarımız var, dinleme yapabiliyoruz. Belki hiçbir zaman güzel Türkçe konuşamayacağım ama sizi anlayacak kadar Türkçem olacak. Bu da tamamen benim ve ailemin sizlere olan saygısından kaynaklanıyor.
İstanbul'da nasıl bir hayatınız var? Boş zamanlarınız nasıl geçiyor? Adapte oldunuz mu?
Birkaç gün önce evime taşındım. Açıkçası şu an İstanbul'da yaşamanın ne olduğunu anlayabilmiş değilim. Ailem 4 hafta önce geldi. Öncesinde maçlar ve kamplar vardı. Ben İngiltere'den çıkarak ve yurt dışında futbol oynamaya karar vererek konfor alanımdan çıkmış oldum. Çünkü orada kurulu düzenim vardı. Bildiğim bir ülkeydi. Buraya geldim. Kulübümün bana sağladığı otel, Türkiye'nin en iyi otellerinden biri de olsa sonuçta kendi eviniz değil. Kendi evime kısa süre önce geçtim. O zamana kadar otelde kaldım. Dünya üzerinde evi olmayan, arabası olmayan, açlık çeken insanlar var. Bu belki küstahça gelebilir ama bu kadar uzun yıllar bazı şeylere alışmış bir oyuncu olarak yeni şeylere ve yeni bir ülkeye alışmak zaman alıyor. Çünkü baktığınız zaman ilk başlarda öyle şeyler oldu ki… Araba kullanırken kayboldum ve 15 dakikalık yolu 45 dakikada geldim. Ya da sizler süpermarkete gittiğinizde istediğiniz ürünü alırken ben orada ne yazdığını bilmiyorum ve alamıyorum. Ailem de bilmiyor. Bu tip bazı zorluklar var. Mesela kızımı okula götürmem için sabah 06.00'da kalkmam gerekiyor. Sonra idmana geliyorum. İdman bitince yorgun oluyorum. Yani dediğim gibi şu an evimize geçtik. Açılmamış koliler ve bazı tadilatlar var. Belki 1-2 ay sonra sizinle yine röportaj yaparsak İstanbul'un keyifli yanlarını anlatabilirim. Şu an adaptasyon sürecindeyim.
Türkiye, Dünya Kupası elemelerinde 16 puanlı Hırvatistan ve İzlanda'yı 14 puanla takip ediyor. Türk Milli Takımı'nın Dünya Kupası şansını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öncelikle şunu söyleyeyim. Çok sıkı bir Türk Millî Takımı taraftarıyım. Bu ülkede oynamaya başladıktan sonra canı gönülden sizi desteklemeye devam edeceğim. Şuna inanıyorum. 37 yaşındaki Emre, Millî Takım'a çağrılıyorsa bunun bir nedeni vardır. Zaten oynadığı futbola kimse bir şey demiyor. Oynadığı futbol çok üst seviyede yaşına rağmen. Biz Brezilya'daki Dünya Kupası'na gittiğimiz zaman Fransa Millî Takımı Teknik Direktörü Didier Descahmps'ı çok eleştirmişlerdi. O oyuncu niye çağrılmadı, bu oyuncu niye çağrılmadı diye… Bence 22 en iyi oyuncuyu çağırmak yerine en güzel harmoni nasıl sağlanır bunu düşünmek ve buna göre oyuncular davet etmek gerekir. Çünkü baktığınız zaman iki maç için 10 günlük bir süre var. Bugünlerin sıkıntı çekilmeden geçilmesi lâzım. Böyle zamanlarda Emre Belözoğlu, Arda Turan gibi isimler çok önemli. Hatta bu tarz oyuncular oynamasa bile koskoca bir ülkeye umut ışığı olacaklardır. Genç oyuncular bu isimlerle birlikte olmanın keyfini çıkartacaktır, tecrübe edineceklerdir. Türk Millî Takımı'nın başarılı olacağına canı gönülden inanıyorum ve sizi destekliyorum.
Teknik direktörlük düşünüyor musunuz?
Size yaşlıyım dedim ama daha o kadar da yaşlı değilim (gülüyor). İnanın bana teknik direktör olmak çok zor bir şey. Bence en zor meslek hocalık. Şu an önümde futbol oynayacak yıllarım var. Ama şöyle bir gerçek de var. Ben çocukları çok seviyorum. Eğer futbolun içinde olacaksam ve hoca olacaksam bunu gençlerle yapmak isterim. Belki 3-4 sene sonra size vereceğim cevap değişebilir ama şu an böyle düşünüyorum. Çocukları çok seviyorum. 15-16 yaşındaki oyuncuları alıp onları A takıma çıkartmak isterim. Gençlere ve çocuklara öğretmeyi çok seviyorum.