Bu bir rastlantı olabilir mi? Sanmıyorum. Geçen haftaki olaylı derbi maçında görev yapan isimlere ve bölgelerine bir bakalım;
Gözlemci Yavuz Karaozan... İzmir’li... İzmirli MHK Başkanı Oğuz Sarvan’ın has adamı.
Akreditasyon ve Güvenlik temsilcisi Kemal Özbek... İzmirli... Sarvan’ın iyi dostu.
FIFA kıdemli yardımcı hakem Serkan Gençerler... İzmirli... Sarvan’ın en güvendiği öğrencilerinden biri!
Ve gelelim Keita’nın o meşhur pet su bardağını görevli olduğunu (!) sanıp teslim ettiği Fatih Tanfer’e.
Tanfer, Temsilciler Kurulu Başkan vekili... İzmirli... Sarvan’ın yakın arkadaşlarından biri.
Üstelik kurulun o maç için atadığı iki temsilciden biri değil.
Saha içinde, kendine tahsis edilen masada oturuyor, ancak resmi bir görevi yok!
Gayri resmi görevi ise tıpkı maçın gözlemcisi Karaozan gibi, müsabaka öncesi çıkan olaylardan sonra MHK Başkanı Sarvan’ı durumdan haberdar etmek, hakem ile arasındaki iletişimi sağlamak.
İşte en kritik ve önemli nokta bu!
Ne diyor MHK Başkanı?
“Maç öncesi ve içinde beni telefonla arayan hakem yanar.”
Ya dolaylı yoldan size ulaşan hakeme ne olur sayın Sarvan?
Üstelik bu bağlantıyı sağlayanlardan bir kaçı sizin bu maçta görevlendirdiğiniz kişilerse ne olur sayın Sarvan?
Rastlantı gibi görünen söz konusu atamaların gerçek amacı bu mudur acaba?
Kim nasıl yorumlarsa yorumlasın.
Şu tabloyu basit bir “İzmirli dayanışması” olarak geçiştiremeyiz.
Tıpkı sezon öncesinde “Efendim UEFA böyle istiyor” safsatasının ardına sığınıp, gözlemcilerin MHK’ye bağlanması gibi.
Geçmiş dönemlerde şahit olduk, bugün de değişen bir şey yok.
Futbolda keyfi bir karar alacaksanız klişeleşmiş gerekçeniz hazır;
“FIFA böyle emrediyor”, “UEFA’nın talebi öyle” “Yoksa bizi hakem konvansiyonuna almazlar.”
Almazlarsa almasınlar.
UEFA üyesi kaç federasyon o hakem konvansiyonunda yer alıyor söyler misiniz?
Konvansiyona dahil olmayanların hakemleri dünyanın her yerinde maç yönetmiyor mu? Klasman yükselemiyor mu?
Ya da biz niçin ısrarla gözlemcileri, Temsilciler Kurulu’ndan ayırıyoruz?
Fazla kafa yormaya gerek yok.
MHK, “davul bende ise tokmak da elimde olmalı” dedi.
Sırtını genel sekreter Ahmet Güvener’e dayayıp, gözlemcileri kendi kuruluna bağladı.
Bunun tek gerekçesi vardı.
MHK istediği hakemi istediği maça gönderirken, onu değerlendirecek gözlemciyi de elinde tutmalıydı ki, bazı şeyler kontrolden çıkmasın!
Raporlar istemleri dışında yazılmasın, notlar istemedikleri gibi verilmesin.
Çünkü sayın Sarvan, geçen sene rahatsızdı gözlemci notlarından.
Düşük not alan hakem için “Esas olan kurulumuzun değerlendirmesidir. Haftaya maç veririz” diyebilen MHK Başkanı, tersi durumlarda “Gözlemcinin yüksek not vermesi önemli değil. Nasıl yönettiğine biz karar verir, gerekirse o hakemi dinlendiririz” şeklinde konuşabiliyordu.
Şimdi gözlemciler de MHK’nin emrinde!
İstedikleri maçlarda temsilciler de öyle!
Ama sayın Sarvan görüyoruz ki, siz de zaman zaman çaresizce, “emre itaat etmek” zorunda kalıyorsunuz.
Örneğin, sezon başında “hakemler kesinlikle medyaya demeç vermeyecek” diye buyurduktan sonra, “yüksek yerlerden” gelen talimatla hakeminizin gazete manşetlerine taşınmasını içinize sindirebiliyorsunuz.
“Hayır. Benim hakemim konuşmayacak. Gerekirse MHK başkanı olarak çıkıp onu savunurum” deme cesaretini gösteremiyorsunuz!
Sahi sayın Sarvan!
Kendinizi “cin”, milleti “aptal” mı sanıyorsunuz?
Bombanın pimini çekip camianın içine bıraktınız.
Siz o koltukta otururken mi patlar, yoksa siz gittikten sonra mı bilemem.
Bildiğim tek şey; yetersizliğiniz, adam kayırmacılığınız, korkularınız ve makamı kaybetme endişenizin, Türk hakemliğine hesap edemeyeceğiniz kadar zarar verdiğidir.
Unutmadan. O bomba patladığında iyi siper alın ki, şarapnel parçaları mazallah bir yerinize isabet edip sizi incitmesin!
“Bir ülkede küçük insanların gölgeleri büyüyorsa, o ülkede güneş batıyordur”
(Çin atasözü)
İlahi Gezer!
Derbi maçının hakemi Bünyamin Gezer demiş ki; “50 bin kişi stada gelmiş. O maçı tatil etsem binlerce insan yürüyüş yapacak, camlar çerçeveler inecekti.”
İlahi Bünyamin hocam.
Olaylara bu mantıkla yaklaşıyorsan, bırak Saracoğlu’nu, İnönü’yü veya, Ali Sami Yen’i...
“Avni Aker’de” bile ev sahibi takımın aleyhine penaltı çalamazsın sen!
Öyle ya, binlerce insan yürüyüş yapsa, verdiğin bir karar yüzünden camları çerçeveleri indirse, kenti birbirine katsa!..
Değer mi yani?
Ne İsa’ya ne Musa’ya
Bugüne kadar disiplin kurullarının verdiği kararlardan memnun olan tek bir kulüp oldu mu?
Tabii ki hayır.
Ne İsa ne Musa meselesi.
Hiç birine yaranamazsınız.
Derbi maçı sonrası açıklanan cezalarda olduğu gibi.
Galatasaray cephesi kararların forma rengine göre verildiğini ileri sürüp şikayet ediyor.
Fenerbahçe tarafı iki maç seyircisizi abartılı, Bilica’ya verilen 3 maç cezayı haksız buluyor.
Daha vahimi iki taraf da kararların kamuoyu baskısıyla alındığını savunuyor.
Oysa kulüplerin yüzde doksanının mutabakatı ile seçilmiş bir federasyon, o federasyonun atadığı yargı kurulları görev başında.
Ben, Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu’nun federasyonun en tarafsız çalışan organlarından biri olduğuna inanıyorum.
Hata yapmıyorlar mı?
Elbette eleştirilecek kararları olabiliyor.
Ancak yıllar boyu yaratılan güvensizlik ortamını dikkate aldığınız vakit, kasıt, kötü niyet, birilerine yaranma gibi kaygıları olmadığını düşünüyorum.
Bugüne kadarki gözlemlerim ve yakın geçmişte tanık olduklarım, kurula olan inancımı artırıyor.
Umarım yanılmam.
Umarım bu PFDK, federasyonun en güvenilir kurulu olarak, zor koşullarda çizgisinden sapmadan yoluna devam eder.