A Milli Takım Teknik Direktörü Stefan Kuntz’un gönderilmesine takmıyorum kafayı. Boşa geçen zamana ve riske giren Avrupa şampiyonası finallerine üzülüyorum.
Alman hocayı günah keçisi ilan edenler şuna yanıt vermeli; “Kuntz’u kim getirdi göreve? Kariyer ölçümü yapmadan, siciline bakmadan, ahbap-çavuş ilişkilerine dayanarak milli takımın 10 yıl geriye gitmesine kimler sebep oldu? Oyuncuların papazlar ve çömezler diye ayrışmasına kimler göz yumdu?”
Açık söylüyorum. En başta öfke kontrolü yapamayan Hamit Altıntop olmak üzere, istifa etmeyi düşünen var mı aralarında? Görevden “affa” bile razıyım, ama nerede o cesaret?
Milli takım şimdi Vincenzo Montella’ya emanet. Tarihten ders çıkarmayanlara soruyorum; bu takım hangi yabancı hoca ile başarılı oldu? Onlarcası geldi geçti, kim kalıcı izler bıraktı?
Bu takımın deneme tahtası olmadığını anladığımız, liyakat ve ehliyete değer verdiğimiz gün işler yoluna girecektir.
Yoksa Kuntz gider Montella gelir. Ve bu kısır döngü içinde arpa boyu yol alamayız.
Her smaç bir mesaj
Filenin Sultanları 2024 Paris olimpiyat oyunları elemelerinde fırtına gibi esmeye devam ediyor. Kadın voleybol milli takımımız son maçında Brezilya’yı 3-0 yenerek beşte beş yaptı. Öyle kanıksamışız ki, galibiyetten başka sonuç yokmuş gibi geliyor hepimize.
Sultanların her smacı birilerine ders aslında. Kadını ötekileştiren, onu sadece cinsel bir obje olarak gören, yaşamın herhangi bir alanında başarılı olmasını hazmedemeyen, kazanımlarına saygı duymayan, buram buram cehalet kokan zihniyet şu aralar televizyon bile izlemiyor, gazete dahi okumuyor, parmakları sosyal medyaya gitmiyordur eminim.
Biliyorum bu güruhu en çok rahatsız eden şey “Cumhuriyet’in kadınları” cümlesi. Her iki sözcüğe de alerjileri var.
Olsun; Filenin Sultanları her galibiyette, her puanda ve her smaçta öyle güzel mesajlar veriyor ki, herkes hak ettiği kadarını üzerine alıyor!
Ekincik nereye kadar direnecek?
Ekincik koyudur sevdamızın adı. Yurdum coğrafyasının bakir kalabilmiş ender köşelerinden biri. Masmavi denizi, üç yanı ormanlarla çevrili yüksek dağları ve oksijen deposu havasıyla cennetin Ege kıyılarında tasvir edilmiş kopyasıdır Ekincik. Şimdilerde ranta ve insan zorbalığına direnmeye çalışıyor. .
Ekincik koyu ile tanışıklığımız 20 yıla yaklaşıyor. Ancak her gelişimizde bir şeylerin eksildiğini görüyoruz. “Vandalların” doğada yarattığı tahribat kahrediyor, yüz yıllardır bu kıyılarda barınan Carettaların doğal yaşam alanlarına verdiğimiz zarar üzüyor bizi. Çok değil, üç-beş sene önce gecenin bir vakti yumurtadan çıkan yavrularını tek tek toplayıp denize bıraktığımız bu sevimli canlılar, başka diyarlara kaçıyor artık.
Aynı coğrafyada yaşıyoruz. İnancı, hayat tarzı, dünya görüşü ne olursa olsun, güzel şeyleri paylaşmak kadar korumak da görevimiz. Yeter ki insanlığımızı unutmayalım, ardımıza dönüp baktığımızda, utanacağımız izler bırakmayalım. Yitirdiğimiz değerler yerine konmuyor maalesef.
Evinizde böyle misiniz?
Sadece Ekincik’te değil, özenle korumamız gereken tüm kıyılarımızda yaşanıyor aynı çirkinlikler ve zalimlikler.
Günübirlikçi tatilcilerin sorumsuzca kirlettikleri kıyılar yüreğimizi dağlıyor. Denize atılan pet şişeler, yüz yıllar boyu kaybolmayacak plastik parçaları, mısır koçanları, boş içecek kutuları, izmaritler, çocuk bezleri, çekirdek ve karpuz kabukları canını acıtıyor her doğa severin. “İnsanlar evlerinde de böyle mi yaşıyor?” diye sormadan edemiyorum. Sahi, kendi yaşam alanlarında da bu denli duyarsız davranabiliyorlar mı?
Ülkemizin üzerine titrememiz gereken hassasiyetleri ya rant, ya kanunsuz yapılaşma, ya da doğal dengenin bozulmasıyla yok ediliyor teker teker.
Sevgili kardeşim Emrah Şatır ve ailesinin uzun yıllardır bu doğa harikası koydaki mütevazı mekanlarını yaşatmak ve en azından mevcut düzeni sürdürmek adına verdiği mücadele takdire şayan. Ama o çaresizlik yok mu? Ya onların da dayanma gücü tükenirse!..
İşte bu yüzden cehalete ve ihanete karşı en büyük kozumuz; yurt sevgimiz ve yaşamı paylaştığımız canlılara duyduğumuz saygı olmalı!