1980’li yılların başında, üniversite sıralarında tanışmıştık. Dersin adı; Türk dili ve Halk Edebiyatı idi. Asık suratlı ve otoriter görünümlü bir hoca çıktı karşımıza.
Üst sınıflardaki arkadaşlara sorduk; “Kim bu adam?” Yanıt: “Sıfırcı Nevzat derler. Çok öğrenci atıldı onun dersinden.”
Böyle başladı Prof. Dr. Nevzat Gözaydın ile 43 yıl süren dostluğumuz. Ben onun tedrisatından geçmiş gazetecilerden biri, o ise ülkenin en değerli akademisyen ve bilim insanlarından oldu.
Seneler geçti, ama diyaloğumuz kesilmedi. Tutkulu bir Milliyet okuyucusu idi. Sağlığı bozulmadan önce her gün bakkala gider mürekkep kokulu gazetesini alır, satır satır irdelerdi. İllaki bir yanlış bulurdu. Sonra üşenmeden okur temsilcisine mektup yazar, kızgınlığını dile getirirdi. Onu en çok üzen, Türkçenin yanlış kullanılması ve yozlaştırılmasıydı.
Milliyet Gazetesi’nin Ayrancı’daki bürosunun dili olsa da konuşsa. Şefim Zeki Çol, çalışma arkadaşlarım Ayşe Yeşin ve Necmi Kepçetutan’da da derin izler bırakmış, bize daima öğretici olmuştu.
Sıkı Fenerli idi
Gözümün önünden gitmiyor. Cuma günleri öğle saatinde odaya girer, “Aç bakalım yazını” der, bilgisayarın başına geçer ve “Başkent kulisi” köşesinin “düzeltmenliğini” yapadı. Bulduğu her hatada yüzüm kızarır, yerin dibine girerdim.
Gazete bürosu hocamın gelemeyeceği kadar uzağa taşınınca, derslere telefonla devam ettik. Ta ki bu sene başına kadar.
Sıkı bir Fenerbahçeli idi. Kızdığı zaman ağır eleştirir, lafını esirgemezdi. Sporun her dalı ile ilgili ve bir o kadar bilgiliydi. Hani derler ya “derya gibi bir insandı.” Eşsiz bir hazine, gerçek bir Türk aydını, tavizsiz bir Atatürkçü idi.
Her ölüm zamansızdır. Lakin 85 yıllık hayatını ilmek ilmek işleyen Nevzat hoca; dokunduğu her insanda, üstlendiği her görevde, bulunduğu her ortamda unutulmayacak izler ve anılar bırakmayı başardı. O, çok özel bir şahsiyetti.
Seni tanımak, biz öğrencilerin için büyük şans ve onurdu sevgili hocam. Işıklarda uyu.
İsmail hoca; helva yapsana
Fenerbahçe kulübü yakın geçmişin en hareketli transfer dönemini yaşıyor. Para muslukları sonuna kadar açık. Finansal fair-play koşullarında hesabı tutmak için tilki kadar kurnaz olmak gerek.
Başkan Ali Koç gemileri yakmış, illaki “şampiyonluk” diyor. Sadece Fenerbahçe sevgisinden mi? Hayır. Biliyor ki farklı bir sonuç, kulüpteki yöneticilik hayatının sonu olacak. Yani son kozunu oynuyor.
Ustalık zamanı
Ya İsmail Kartal? Valla onu bunu bilmem. Bu takımın başına gelmiş en şanslı teknik direktör bence. Bir eli yağda, diğeri balda. Ne dese yapılıyor, ne istese emrine amade. Önünde harika bir kadro, arkasında onu koşulsuz destekleyen bir başkan, tribünde hocasına inançla bağlı milyonlar var.
Peki o zaman? İsmail Kartal’a düşen helva yapmak. Un, yağ, şeker hazır. Kartal “ustalığını” kanıtlayacaksa, bundan iyi ortamı ve şartları bulamaz. Ateşi ayarlayacak sadece.
Ya bardağın diğer tarafı. F.Bahçe transferde tam gaz giderken rakipleri boş durur mu? G.Saray ve Beşiktaş da gözünü karartmış. Ortada tek kupa, peşinde üçten fazla talibi var.
Diğerleri için aynı şeyi söyleyemem. Fenerbahçe bu sezon şampiyonluğu göremezse, maddi- manevi büyük bir çöküşün içine girer.
Dolayısıyla en büyük endişem, rekabetin sınırlarının nasıl çizileceği. Başarı için her yolu mübah gören zihniyet hortlarsa, bedelini kulüpler değil, kör topal ilerleyen Türk futbolu öder.
Bu ayıp başkente yeter
Cumhuriyetimizin 100. yılını kutlamaya hazırlanırken, ülkenin başkentinde bir dram yaşanıyor. 6.5 milyonluk kentte süper lig maçı oynanacak stat kalmadı biliyor musunuz?
19 Mayıs spor kompleksinin yıkılmasından sonra elimizde sadece maketi var yeni stadın. Bakıp bakıp iç geçiriyoruz.
Son olarak Ankaragücü’nün kullandığı Eryaman stadı. Zemin rezalet. Federasyon bu koşullarda “maç oynatmam” dedi. Adana Demirspor karşılaşmasını İstanbul olimpiyat stadına aldı. Eve dönüş ne zaman olur, muamma.
1. ligdeki temsilcisi Gençlerbirliği ise maçlarını mahalle arasındaki Keçiören stadında oynayacak.
Şu tablo Ankara’ya hiç yakışmıyor. Ve başkentliler üvey evlat muamelesi görmeyi haketmiyor. Kulakları çınlayan var mı acaba?
"Tam dinlemedim"
“Bazı insanlar onları dinlemediğim için bana kızıyorlarmış; ya da öyle bir şeydi tam dinlemedim.” - Bob Dylan