Trabzonspor’un sezon boyunca kullanacağı kadro aşağı yukarı belli. Ciddi bir sakatlık yaşanmaz, ya da Teofilo olayı gibi esrarengiz bir kaçış hikayesi tekrarlanmaz ise Şenol Güneş’in şablonu belli. Futbolcularının hafta içi performansa ve rakibe göre üç mevkide yapılacak rotasyon dışında sahaya çıkacak takım ezbere sayılabilir.
Güneş’in avantajı, bu tarz ufak çaplı rotasyonlar ile yedek kulübesini sürekli hazırda bekletip, oyuncularını küstürmeden takım ruhunu canlı tutabilmesi. Galatasaray’da ise Hagi’nin böyle bir şansı yoktu. Sağlamların en iyisini sahaya sürüp sonuç alabilmekti Rumen çalıştırıcının hedefi.
İlk yarıda her iki takımın da kaybetmemek üzere kurulu oyun planı, savunmalarda dikkatli, orta alanda çok adamla rakibin top yapmasını engellemek olduğu için pozisyonu bol, üst düzey bir mücadele yoktu sahada.
Galatasaray Colman ve Selçuk’un araya atabileceği toplara engel olmaya, gerideki dörtlü bloğun önünü Cana ve Mustafa ile kapatmaya çalıştı. Güneş’in ekstra işler yapmasını beklediği ve boş alanı seven Jaja ise oyunda kaldığı süreçte hücuma fazla katkı sağlayamadı.
Serkan ofansif düşüncesinin yanı sıra Galatasaray’ın maç boyunca ısrarla kullanmak istediği bu bölgede Pino ve Kewell ile boğuşmak zorunda kaldı. Engin ise takipçiliği ve fırsatçılığının karşılığını fazlasıyla aldı. Umut’a attırdığı ilk gol öyle kritik bir anda geldi ki, Galatarasay’ın Cana-Barış, Misimoviç- Kewell hamleleri ile oyuna ağırlığı koymaya başladığı anlarda Trabzonspor için adeta hayat öpücüğü oldu. İkinci golün asistini yapmak yine Engin’e, skoru belirlemek de partneri Umut’a düştü. Trabzonspor’da aslan payı bu iki oyuncuda görünse de, takım halinde sahaya yansıttıkları mücadele, yardımlaşma ve direnç, “zafer” imzasının sahadaki tüm bordo-mavili oyunculara eşit biçimde dağıtılması demekti. Trabzonspor bu sezon sahasında üç büyüklere üstünlüğünü kabul ettirerek uzun yıllar sonra zirvenin en iddialı takımlarından biri olduğunu ilan etti. Eminim Şenol Güneş de onları izlerken yarattığı keyifli takımın gururunu yaşadı.