Kulüplerimizin borçları herkesin malumu. Türk futbolunun toplam borç yükü ile ilgili net bir kaynak bulmak zor olsa da, bazı kaynaklarda beş şampiyon takım olan Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray, Trabzonspor ve Bursaspor' un toplam borçları (dernek + şirket yapıları göz önünde bulundurulduğunda) yaklaşık 5 milyar TL' yi buluyor. Buna diğer kulüpleri de eklediğimizde, ortada ciddi bir borç yükü olduğu görülüyor.
Finansal Fair Play baskıları kulüplerimizi zor durumda bırakmaya başladı. Bununla ilgili en son gelişme Galatasaray' ın bir yıl süre ile Avrupa müsabakalarından men edilmesi oldu. Geçmişte de bazı kulüplerimiz men edilmiş, bazı kulüplerimiz para cezaları almış, bazıları da transfer yasağına takılmıştı.
Bu durum ülkemize özgü de değil. Avrupa' da da bir çok kulüp benzer cezaları alıyor.
UEFA'nın 2010'da kabul ettiği ve 2012'den itibaren uygulamaya konulan FFP kuralları, kulüplerin gelir gider tablosunu denkleştirmek, bu sayede de adil ve sorumlu rekabeti sağlamak ve takımların ilerleyen yıllarda karşılaşacağı iflas riskinin önüne geçmeyi amaçlıyor. Bir anlamda kulüpleri sürdürülebilir, akılcı ve mantıklı yönetilmeye itiyor. Zira işi yöneticilere bırakınca, sorumsuzluklar olabiliyor. Bu noktada FFP' nin Türk kulüpleri açısından da disipline edici olduğu ortada.
Bu noktada gelirler ve giderleri denkleştirmek gerekiyor. İşin zor kısmı da burada.
Zira gelir dediğimizde, kulüplerimiz için fazla alternatif yok. Kulüplerimizin gelirlerinin ortalama %40-45' i yayın gelirlerinden geliyor. Diğer gelirler, stadyum bilet satış gelirleri, stadyum sponsorluk ve reklam gelirleri, forma sponsorluk gelirleri, ürün satışları, kombine ve bilet satışları, TV' si olanlar için TV reklam gelirleri, futbolcu satışları ve kiralamaları şeklinde.
Ancak bu saydıklarımızda durum pek iç açıcı değil. 5 büyük kulübümüzün gelirleri, giderlerinin yanından bile geçmiyor. 5 milyar TL' ye yakın borca rağmen, 1.4-1.5 milyar TL' lik bir gelir seviyesinden bahsetmek mümkün. Aradaki fark, gittikçe de açılıyor.
Ekonomik krizler, sosyal gerilimler, 3 Temmuz gibi komplolar, Trabzon' daki maç sonrası gerginlikler, Fenerbahçe' ye yapılan silahlı saldırılar, futbola siyasi ve bürokratik müdahaleler, yönetimlerin hatalı sportif yapılanmaları ve tercihleri nedeniyle futbolumuzun değeri olumsuz etkileniyor. Bu durum da maalesef gelirleri olumsuz etkilemekte.
Örnek vermek gerekir ise, ülkemizde, üç büyükler başta olmak üzere, ortalama tribün seyirci rakamları düşmeye başladı. Bu sene flaş transferler olmasa idi, geçen sezonlardaki gibi üç büyüklerin ortalamaları 15.000 taraftar seviyesinde kalacaktı. Bu sene, 20.000 seviyesini yakaladılar. Ancak yetersiz. Daha üç sezon önce tam iki katı doluluk ile oynuyorlardı.
Taraftarlarımız tribünlerden çekilir, diğer gelirler gerektiği ölçüde artmaz, hatta azalırken ve Avrupa' nın en az transfer geliri elde eden ülkelerinden bir tanesi iken, gelir giderleri nasıl dengeleriz?
Elbette cevap yukarıdaki tespitte yatıyor. Tüm kalemlerde gelirleri artırmak için futbolumuzda topyekün yapılanma, yenilenme ve şeffaflaşma şart. TFF başta olmak üzere, kulüplerimizin kurumsal yönetim veya bir başka ifade ile hesap verebilir, şeffaf, adil ve sorumlu yönetim anlayışlarına geçmeleri şart. Spor medyamız da, önemsiz asparagas işler yerine, bu tür önemli konulara odaklanmalı. Bilinç artmalı.
Bu noktada kulüplerimize, gelir artırmak amaçlı, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar ve Çin' e futbolcu pazarlama önerisini getireceğim. Bu oldukça önemli bir kazanç kapısı.
Zaten son birkaç yıldır ülkemizden ve diğer ülkelerden buralara bir yöneliş olduğu biliniyor. Yattara, Sow, Demba Ba, Ersan, Burak gibi isimlerin transferlerini biliyoruz. Kulüplerimiz bu futbolculardan iyi para kazandılar. Hatta Beşiktaş Demba Ba ve Ersan satışları sayesinde, transfer yapabilir hale geldi. Özellikle Çin' de Avrupa' nın yaşlanmış, kaliteli futbolcularına bir yöneliş var. Bu ülkeler, futbolcular için futbol hayatlarının son durağı oluyor, iyi paralar kazanmalarını sağlıyor. Bu sebeple de futbolcuları da ikna etmek sorun olmuyor.
Bu noktada kulüplerimizin, bu ülkelerden önce son durak haline gelmesi, önemli futbolcuların 30-32 yaşları arasını Türkiye' de geçirmeleri ve buradan Çin, Katar, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri' ne transfer edilmeleri, uygun strateji ve sistemler kurularak mümkün gözüküyor.
Bu futbolcuları 28-30 arası getirebilmek mümkün değil. 30-32 arası ideal bir dönem oluyor. Tercihen çok düşük bedeller ile veya bonservis ödemeden ülkemize getirilecek yıldızların, burada kulüplere katkı sağlaması, tribün ve ürün gelirlerini artırmaları ve buradan iyi bir sportif pazarlama ile bu ülkelere satılması, tüm kulüplerimiz için iyi fırsat.
Bu konuda kulüplerin bu ülkelerde kalıcı ve sağlam ilişkiler kurmaya başlamaları gerekiyor. Bu elbette uzun vadeli bir bakış açısı ve iyi bir uluslararası pazarlama ekibi gerektiriyor. Ancak gerçekleştirdiğim hesaplara göre, üç büyükler, buradan yılda 30-35 Milyon Euro kazanabilir. Diğer kulüplerin ise yıldızlar yerine 30-32 arası orta ve orta üst kaliteli futbolcuların maliyetini karşılama imkanı olabilir. Neticede bunlar da iyi performans gösterir ise yıldızlar kadar olmasa bile, iyi rakamlara pazarlanabilir.
Finansçılar bu ile arbitraj geliri diyor. Türkiye ve bu ülkeler arasındaki futbol gelişmişlik seviyesi, böyle bir karlılığa imkan veriyor. Bu fark kapanacak gibi gözükmüyor. Tabi Türkiye yapısal hatalar yapar ve gerekli reformları zamanında yapmaz ise, maalesef durum değişebilir.
Makul bonservisler dahilinde veya bonservissiz transfer edilecek yıldızlar ile Çin, Katar gibi ülkeler arasında bir köprü olabiliir ve buradan iyi gelirler elde edebiliriz.
Dört büyükler başta olmak üzere tüm takımlarımız, bu imkanı mutlaka değerlendirmeliler.
twitter: @bertankaya