"Trabzon' da futbol çilesi" başlıklı son yazıma hem Trabzonspor hem de Fenerbahçe' li okuyuculardan gelen bazı yorumlar üzerine bu yazıyı yazma ihtiyacı hissettim.
Bu yazıda, 1461 Trabzonspor- Fenerbahçe kupa maçında yaşanan olayları değerlendirmiş ve maçın genel analizini yapmıştım. Yazımın girişinde, yaşanan olayları protesto etmiş ve bu olayları kınamıştım. Ancak Trabzonspor taraftarından ve hatta yakın çevremdeki Trabzonspor' lu dostlarımdan gelen bazı mesaj ve eleştiriler karşısında ek bazı açıklamalar yapma ihtiyacı duyuyorum. Ayrıca önceki gün sayın Şenol Güneş' in yaptığı açıklamaları da manidar bulduğumdan, bu yazıda o açıklamalar hakkındaki görüşlerime de yer vermek istiyorum.
Öncelikle, Trabzonspor hakkındaki düşüncelerimle başlayayım.
Trabzonspor benim gözümde çok özel bir yere sahip. Özellikle 1970' lerin ortasından itibaren bir fırtına gibi esen Trabzonspor, hem o dönem İstanbul takımlarına karşı Anadolu'nun sesi ve isyanı olmuş, hem de ülkemizde futbolun sadece 3 takımdan ibaret olmadığını ortaya koymuştur. Ülkemiz futboluna renk getirmiştir. Trabzon futbolla yaşayan, futbolla var olan ve futbolla var olacak bir şehirdir. Trabzonspor, Trabzon insanına benzer. Bazen isyankar, bazen duygusal, bazen hırçın ama her zaman dürüst ve onurludur. Trabzonspor' a olan sevgimiz ve saygımız kazandığı başarılardan çok, duruşu içindir. Yaşları genç olan ve özellikle 1983-1984 sonrası doğumlu pek çok Fenerbahçe' li ve Trabzonspor' lu o günleri hatırlamaz ama Fenerbahçe ve Trabzonspor iki ezeli rakip ve iki ebedi dosttur. Ben çocukluğumda ve gençliğimde Şenol Güneş, Lemi, Dobi Hasan, İskender, Hami, Abdullah, Ogün, Şota, Soner, Ünal gibi çok önemli futbolcuları izleme şansı bulabildim. Mahalle maçlarında hangi takımı tutarsak tutalım, hep onlardan birisi ya da Fenerbahçe, Beşiktaş veya Galatasaray' daki diğer yıldızlar gibi hayal ederdik kendimizi. 1996 senesine kadar da ezeli rekabet ve dostluk birkaç münferit olay haricinde hiç bozulmadı. Sarı ile laciverte gönül vermiş bir Fenerbahçe' li olarak bordo ve mavi renkleri hiç bir zaman bir düşman olarak düşünmedim. Asla da düşünmem.
Son yazım nedeniyle pek çok Trabzonspor' lu kardeşim hem twitterdan hem de mail adresimden sitem dolu mesajlar attılar. Son yazımda, 1461 maçındaki taraftar tepkisini eleştirmiştim. Çünkü bu olayları bu güzide ve saygın camianın büyük taraftarına yakıştıramamıştım. Hele de Fenerbahçe' den Başkan Ali Şen zamanında gönderilme nedenlerinden bir tanesi, 1996' daki karşılaşmada attığı gole sevinmemesi olan Aykut Kocaman' ın başına isabet eden maddeye çok üzülmüştüm. Aykut Kocaman' ın bunu hak etmediğini düşünüyordum. Bunun dışında, diğer üzüldüğüm konu, Trabzonspor taraftarının süreçte Fenerbahçe' yi bir bütün olarak karşısına almış olmasıydı. Oysa ki bir camiayı külliyen kötü olarak göremezsiniz. Böyle yaparsanız, size hak veren ya da empati kurmaya çalışan pek çok Fenerbahçe' liyi de itmiş olursunuz. Hele de tepkiler, şike sürecinde hiç bir suçu ve günahı olmayan Aykut Kocaman ve Fenerbahçe' li futbolculara yöneldiğinde haklıyken haksız duruma düşersiniz. Zira sahaya atılan maddeler, her biri 32 yaş altında olan futbolculara atılıyor. Hangisinin iddia edilen şikeyle ilgisi var? Hangisi bu konuda suçlu? Futbol oynamaktan ve ekmek parası kazanmaktan başka ne amaçları olabilir? Ben son yazımda bunu anlatmaya çalışmıştım. Tepkiye değil, tepkinin yöntemine karşı çıkmıştım.
Elbette bu büyük tepkinin altında yatan motivasyonu iyi anlıyorum. Elbette ki, şehirde yargı kararları çerçevesinde bir kupa beklentisi var. Elbette ki hem 1996, hem de 2011 Trabzon şehri üzerinde bir travma yarattı. Ortalama her 10 senede bir jenerasyon yakalayabilen ve iyi takım kurabilen Trabzonspor' lu dostlarım bu iki kupanın kaybedilmesine isyan ediyorlar. Ancak, Trabzonspor' luların ilahi adalete inanmaları ve sabretmeleri gerekiyor. Zira karşı tarafta da haksızlığa uğradığını, yok edilmeye çalışıldığını düşünen bir kitle var. Bir taraf yargı kararlarına mutlak gözüyle bakarken, diğer taraf bu kararlara şüpheyle bakıyor. Fenerbahçe taraftarı da Trabzonspor taraftarı da bu durumda kendisini mağdur olarak görüyor. Kimin gerçekten haklı, kimin gerçekten haksız olduğunun belki de ilahi adalete bırakılması gerektiği bir dönem yaşıyoruz. Elimizden başkası gelmiyor.
Büyük saygı duyduğum Trabzonspor taraftarına ve camiasına şu mesajı vermek istiyorum. Trabzonspor öyle büyük bir potansiyelin takımı ki, biraz silkelense, iddia ettiği mağduriyetinin hesabını sahada futbol ile sormak amaçlı atılım yapsa, kaybettiği 2 şampiyonluk karşılığında 5 tane kazanabilir. Yönetiminden, taraftarına teknik heyetinden futbolcusuna kadar herkes bu travmayı bir tarafa bırakıp, futbola konsantre olsa, ben inanıyorum ki, ligi ilk 2' de bitirebilecek kadro ve kaliteye sahip. Travmanın etkisini atlatmak ne kadar uzun sürerse, bu atılımı yapmak o kadar imkansız olacaktır. Trabzonspor kenetlendi, ancak enerjisini saha dışına değil, sahaya kanalize ederse, 70 ve 80' lerin efsanesini geri döndürmek mümkün olacaktır. Problemin değil, çözümün parçası olmak ve geleceğin Trabzonspor' unu oluşturmak için Sadri Başkan ve yönetime büyük görev düşüyor. Trabzonspor' lu dostlarıma da ifade ettiğim gibi, olaya empati yaparak bakabilirlerse ki Şenol Hoca bunu son açıklamalarında yapabilmiştir, Fenerbahçe taraftarının hüznü ve acısını görebilirler. Yine bahse konu şike sürecinde hiçbir kabahati olmayan Fenerbahçe taraftarı, süreçte çok büyük yaralar almış ve büyük bir travmanın içinde yalnız bırakılmıştır. Bu süreçte hiçbir kabahati olmayan iki takımın taraftarı karşılıklı empati yapabilir ise birbirlerinin acılarını hissedebilirler.
Şenol Güneş benim Türkiye' de yerli hocalar arasında en beğendiğim hocalardan birisi. Beyefendi ve delikanlı bir adamdır. Satır araları okunabilirse, son açıklamaları da son derece önemli. Trabzonspor kadar Fenerbahçe' nin de zarar gördüğünü, acı çektiğini vurgulamış. Ancak kendilerinin mağduriyetini bir defa daha dile getirmiş. Suçlu olan cezasını çeksin derken bile kırgınlığı okunabiliyor. Belli ki Şenol hoca yorgun ve bıkkın. İnşallah kendisini toparlar ve travmanın atlatılmasını sağlar. Süreçte Aykut Kocaman ile birlikte normalleşme adına en büyük görev ikisine düşüyor. Hocanın bu kavga 50 yıl bitmez açıklamasını ise maalesef üzüntüyle karşıladım. Şenol Hoca bu açıklamayı yaparak belki de sürecin normalleşmesine yönelik otoritelerin dikkatini çekmeye çalışıyor. Bu sözleri taraflarca olumsuz bir mesaj olarak algılanmamalı. Hoca bu kavganın 50 yıl sürmesini asla istemez ve o mesajı bu anlamda söylemedi. Ayrıca iki kulüp arasındaki ezeli rekabet ve ebedi dostluğu tekrar hatırlatması olumlu.
Son yazıma bir kısım Fenerbahçe' li dostlarım da tepki gösterdiler. Tepkiler, 4-4-2 düzenine ilişkin önerim ve hatalı transfer politikası eleştirim üzerine yoğunlaşıyor.
Öncelikle şunu söylemek isterim ki, orada önerdiğimiz sistem tamamen rakibe baskı kurabilecek bir sistemi kurgulamak amaçlı öneriliyor. Yobo ve Meireles' in oynamayacağı haftalar düşünülerek yerlerine Bekir ve Mehmet Topal' ı koymuştum. 4-4-2 sistemini iyi bilen futbolseverler, bu sistemin artı ve eksilerini de bilirler. Fenerbahçe' nin total futbol çerçevesinde 4-4-2 oynayabilecek bir kadrosu var. Semih gibi orta sahaya yakın oynayabilen, pozisyon bilgisi müthiş ve sırtı dönük servis yapabilen bir santraforunuz var ise ve kanatlarda görev yapan (Topuz ve Kuyt' ı önermiştim) futbolcularınız, defansif olarak orta sahayı destekleyebilir ise, en azından iç saha maçlarında rakibe baskın bir futbol ortaya koyabilirsiniz. Aykut Kocaman' ın defansif 4-2-3-1' i ile asla ve hiçbir zaman rakibe baskı kuran, bol pozisyon yakalayan ve galibiyete oynayan bir takım olamazsınız. İster Belhanda' yı alın, ister Ronaldo' yu, bu sistem ve felsefe ile rakip sahaya yerleşmek, hızlı bir pas trafiği oluşturmak mümkün olamaz.
Diğer eleştirim, transfer politikası konusunda idi. Gelen yorumlar "hangi takım transferde başarılı ki? şeklinde olunca buraya da bir vurgu yapmak zorunda kalıyorum. Diğer takımların transfer başarısızlıkları beni neden ilgilendirsin ki? Ben Fenerbahçe' nin transfer performansı ile ilgiliyim. Bugün sokağa saçılan para taraftarın cebinden çıkıyor. Futbolcuları sevmek başka şey, futbolculuklarını eleştirmek başka. Yönetimi sevmek başka şey, transfer politikasını eleştirmek başka. 2003-2006 ve 2007-2008 dönemlerindeki kadro ve futbol anlayışı ile bu dönemki anlayış bir mi? Şu anki kadro ve sistem hangi maç rakibe 60- 70 dakika baskı kurabildi? Şu anki futboldan kim mutlu? Oysa birinci Daum ve Zico dönemlerinde rakipler maçlara korku ile çıkardı. Şimdi PTT 1. Lig takımları bile biz Fenerbahçe' yi yeneriz güveniyle çıkıyor maçlara! Elbette ki agresif ve baskılı total futbol, ancak bu felsefeye inanan, iyi antrenman yaptıran hocalar ve bu yönde becerisi olan kadrolar ile oynanır. Guiza, Josico, Maldonado veya Bienvenu gibi isabetsiz transferler yapar, diğer taraftan Alex, Emre gibi yıldızlarını hiç uğruna kaybedersen bu tür bir futbolu asla oynayamazsın. Galatasaray ve Beşiktaş' ın kötü transfer politikaları beni ilgilendirmiyor. Ben kendi takımıma bakarım. Bugün Fenerbahçe son 5 yıldır transferde açıkça başarılı değildir. Bunun nedenlerini araştırmak lazım ama son 5 seneki sportif başarısızlık zaten tezimi doğruluyor. Son 5 yılda transfere harcanan paraları burada ifşa edip, kimseyi hayrete düşürmek istemem ancak inanılmaz büyük paralar harcandı ve sonuç: 5 yılda 1 şampiyonluk!
Bu sebeple, bu sezon alelacele ve taraftar baskısı ile gelecek transfere karşı olduğumu tekrarlıyorum. Onun yerine Salih, Recep ve diğer gençlere daha fazla forma şansı verelim yeter.