Süper Lig’imiz 60 yıllık tarihinde görülmemiş bir rekabet ile yoğunlaşırken, futbolumuzda rekabet yoğunlaşması kadar kalite artışını gözleyemiyoruz, maalesef.
Hemen yaşadığımız sezondan çok taze örnekler vereyim: Galatasaray - Konyaspor maçında Volkan Şen düştü ve yerde kaldı. Hakem Halil Umut Meler, yanına koştu, sedye isteyip istemediğini sordu. Volkan sedye isteyince Meler sağlıkçılara işaret yaptı, Galatasaraylı taraftarlar da durumu protesto ettiler. Her taraftar grubu gibi onlar da rakip futbolcuların sakatlığında “cinlik” olduğuna inanıyorlardı. Protestoyu gören Volkan, tribünlere “Sakin olun” mesajı verdi eliyle, sedyeden vazgeçti. Ne var ki sedye gelmemesine rağmen üç kere oturdu, kalktı. Süre 15 saniye. Hakemin bu zaman geçirme nedeniyle oyuncuya sarı kart göstermesi gerekiyordu, göstermedi.
Volkan Şen tek örnek değil... Malatyaspor-Fenerbahçe maçında ev sahibi takımın oyuncusu Chebake, taç çizgisine 5 metre yakında bacağına kramp girmesi nedeniyle yere oturdu. Hemen Fenerbahçeli Chahechouhe koştu yardıma. İnsani bakımdan tam da sportmence bir davranış göstererek rakibini masajla tedavi etmeye çalıştı. Süre 45 saniye. Oysa oyuncu yardımla ya da tek başına 5 metreyi aşıp dışarıda tedavi görebilirdi. Mete Kalkavan, kronometreyi ve oyunu unuttu, tedaviyle ilgilendi.
Futbolumuzda akıl ile zekanın gösterisini izliyoruz yıllardır. Hemen söyleyelim... Akıl kuralcıdır, sabırlıdır ve ahlakçıdır. Sözgelimi Negredo’nun geri koşarak ofsayttan çıkıp arkadaşının golüne katkıda bulunması aklın başarısıdır. Zeka, kurnazdır, sabırsızdır, uyanıktır, fırsatçıdır. Kuraldışı fırsatları kullanırken de etik kaygısı yoktur.
Bizim liglerimizde maalesef akıl, zekaya karşı yenik düşüyor.
Bu durumun en önemli göstergesi, yere yatarak sakatlık gibi çok önemli bir nedenle oyunun durmasını sağlamak. Bu kurnazlıkla hem yatanın, hem de takım arkadaşlarının işine geliyor. Nefes (!) alıyorlar. Oyunu soğutuyorlar. Zamandan, kronometreden çalıyorlar. Rakibin konsantrasyonunu bozuyorlar. Tribündeki futbolseverler çook uzun yıllar önce sinemada filmin kopması gibi “kopuk kopuk” bir gösteri izliyorlar.
Hafta sonunda Beşiktaş - Gençlerbirliği maçında da oyunun soğumasına yol açan bir olaya tanık olduk. Gençlerli Ahmet Oğuz, taç atışını kullanırken, biraz fazla açılıp Beşiktaş kulübesinin, teknik alanının önüne geldi. Bu hareketi nedeniyle Ahmet’in uyarılması gerekiyordu, olmadı. Tam da bu sırada Şenol Hocamızın oyuncularına taktik vermesi icap etti. Hoca kendine ayrılmış olan teknik alanın sınırını aştı, sol eliyle Ahmet Oğuz’u engelleyerek (biraz da yok sayarak) talimatlarını vermeye devam etti. Dördüncü hakemin uyarısı da - iddiaya göre - bir itilmeyle güme gitti. Evet, oyun soğudu. Bu olay nedeniyle kim haklı/kim haksız tartışmasına girmeyeceğim. Ancak iki tarafın da oyuna saygı göstermeyi ihmal ettiğini söyleyebilirim.
Futbolun bilimsel analizini yapan arkadaşlara, istatistik şirketlerine, araştırmacılara ve scout’çulara buradan bir çağrım var. Dünya futbolunda “playacting” rol yapma diye tanımlanan bu yatmalar, vakit geçirmeler, oyun soğutmalar için de kayıt tutsunlar. Kaç oyuncu yattı, oyundan ne kadar süre çalındı, bilelim. Belki de “Üzülme”, diyeceksizin” 90+’lar ne güne duruyor”
Derdim ilave zaman değil arkadaşlar... Rüzgar kesiliyor, film kopuyor... Oyun duruyor!
Tepedeki dörtlüye mesaj
Şampiyonluk 1 tane. Ama siz 4 tanesiniz. Hepiniz ciğerimizin köşesisiniz. Oynayın, heyecanlandırın bizi. Üzün ya da sevindirin, önemli değil. Ama bu sezonu da bu hafta sonunun maçlarını da unutmayalım, n’olur.
Hakem mi? Boş verin onların hatalarına alıştık artık. Siz bildiğinizi oynayın, biz buradayız!
NTV Spor... On yıl yaşadı ve yaşattı
Tam on yıl geçti aradan... 17 Mart 2008... 17 Mart 2018... NTV Spor’un doğum ve kapanış günü aynı tarihlere rastladı.
Büyük bir hüzünle, medyadaki kaçınılmaz kar-zarar hesaplarının bir spor kanalının başarı öyküsünü çöpe atıp ekranı kararttığını göreceğiz Cumartesi günü... Fenerbahçe-Galatasaray maçının teknik yorumu ve analizleriyle bize son raporlarını sunup ışıkları söndürecekler.
NTV’nin kurucu spor müdürü Kenan Onuk’un izinden giden Fuat Akdağ ve arkadaşlarının sabırla, çileyle, emekle, akılla, yaratıcı programlarla spor medyasına tarihi bir katkıda bulunduklarına inanıyorum. Buraya tek tek adlarını yazamam, birini bile unutsam, utanırım. O nedenle Teşekkürler arkadaşlar... Hiç kuşkum yok. Ama orada - ama burada... Hepinizi göreceğiz ekranlarda!
Dün, bugün, yarın... İyi ki varsın TRT Spor
Spor hayatımıza 1971 Akdeniz Oyunları’yla girdi. Böylece evimizin de en dinamik, en heyecanlı, en renkli konuğu oldu. Her spor dalından bir şeyler öğrendik ondan... Hâlâ da öğrenmeye devam ediyoruz.
Hem her kamu kurumu gibi TRT Spor da yoğun eleştirilerle gündeme geldi. Ama yaptığı olumlu işler (hemen hemen) hiç takdir görmedi.
Oysa TRT Spor, hayatımızın en önemli kaynaklarından biriydi. İlk olimpiyatları, Dünya Kupalarını, Avrupa Şampiyonlarını hep TRT Spor’dan, kadrolu uzman personelinden izledik.
Pyongchang Kış Olimpik Oyunları’nda 100 saat özel yayın yaptı TRT... Oyunlara katılan tüm sporcularımızın yarışlarını, hemen her daldan madalya mücadelesini ekrana taşıdı. Beni en mutlu eden de Çiftler Buz Dansı’nda Alisa Agafonova-Alper Uçar’ın Maxim Rodriguez’in onlar için bestelediği Kleopatra müziğiyle özel koreografide gösterilerini yapıp finale kalmalarıydı. TRT hepsini tekrarlarla verdi.
Günlerdir ekranın sol köşesinde 90’lı rakamlar yanıp sönüyor. Dünya Kupası’na 92 gün kaldı. 2006 Dünya Kupası’nın isteksiz, deneyimsiz ve yetersiz kadrosuyla bugün adı bile okunmayan bir kanalda yayınlandığını hatırlıyorum. Almanya’da Kupa’yı izliyordum... Arkadaşlar, “İyi ki oradasın. Bizi hangi saatte hangi maçı seyredeceğimiz belli değil” diyordu. Zafer Akyol’la İbrahim Kırkayak biraz nostalji, biraz arşiv, bolca da bilgiyle hazırlıyorlar bizi.
Bu başarının arkasında elbette ekranda görünmeyen kahramanlar var. TRT Spor Koordinatörü Mehmet Buğra Şahin... İstanbul ve Ankara’da nefis tartışma programlarını hazırlayan editör arkadaşlar... İstatistikçiler. İlle de kameramanlar.
TRT Spor’da yorumcu olarak iki olimpiyat izledim... Bugünden söylemeliyim ki onlar meslek hayatımın en verimli, en güzel işleriydi.
Bir de şu var: TRT çalışanları asla mola almazlar. Tatil nedir bilmezler. Sezonun son maçını oynayan futbolcuların duşu bitmeden programı kapatıp tatile uçan nazlıları göremezsiniz orada. Ne demişler: “Devlet devamlılık ister!” İyi ki varsın TRT!