İkinci Dünya Savaşı’nda İngiltere Başbakanı Sir Winston Churchill’e sormuşlar: “Hitler’i yenmek için Stalin’le işbirliği yapmak ne kadar doğru?”
Yanıt vermiş: “Bu savaşı kazanmak için gerekirse şeytanla bile işbirliği yaparım!”
Tarihten alacağımız dersler arasında kuşkusuz bu da var. Önceliklerimiz, sınırlarımız, sözlerimiz ya da kararlarımız, bizi gelişen koşullar ve sorunlar karşısında bağlamamalı. Akıl ve vicdan yolundan sapmamalıyız. O yüzden Merhum Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 12 Mart döneminde cumhurbaşkanlığı seçimi nedeniyle söylediği “Dün dündür, bugün bugündür” sözü de “gülünç bir anekdot” yerine derin anlamlar içerir.
Her neyse... Kimseye tarih dersi verecek değilim. Sadece paylaşıyorum...
Fenerbahçe’de sezon başından beri bir türlü çözülemeyen teknik direktörlük sorunu, tarihteki örnekleri gibi, nihayet tüm ön yargıları - bağlayıcı tutum ve davranışları aşarak Ersun Yanal hamlesiyle akil bir çözüm aşamasına geldi. Kimse çözümü “performans” diye algılamasın. Ligin 17. sırasında “hayal kırıklığı kompartımanında” yol alan Fenerbahçe’nin en önemli kaygısı elbette performans. Ne var ki, o devi alt kategoriye iten gelişmeler sadece performans düşüklüğü değildi. Fenerbahçe’nin bir türlü takım olamaması, FFP ilkeleriyle transfer makasının daralması, dedikodu, ispiyon ve ön yargının yönetim kurulu ve teknik ekibi önü- arkası tartılmayan, tartışılmayan yanlışlarla dolu bir süreci başlattı. Dahası adına “ispiyon” dediğimiz kirli bir enformasyonla değerli bir kadro da dağıtıldı. Anladık sonunda: Bu bir performans sorunu değil, teknik ve yönetsel sorunlar yumağıdır. Performans da dağılmış-dolaşmış yumağın kördüğümlerinden biridir.
Fenerbahçe’nin önceki dönem başkanı Aziz Yıldırım, 2014 şampiyonluğundan sonra Ersun Yanal’ın gönderilmesini teknik değil “etik” bir kararla açıklamıştı. Hazırlık kampında yemeğe alıkonan bazı misafirler, başkanı rahatsız etmişti. Çok keskin etik yorumlar yapıp işi ahlak sınırına dayandırmak doğru olmadı. İşbaşındaki Başkan Ali Koç, Cocu’nun başarısızlığıyla yaşanan süreç içinde çözümler ararken çok zaman kaybetti. Ersun Yanal’ın gündemde olmadığını açıklayarak takındığı tavır, zaman ve enerji kaybına neden oldu.
Yine de Ali Koç ve yönetimini kutlamak gerekiyor. Sonunda Ersun Yanal duvarını yıkıp hocaya kapı açarak, hem taraftarın heyecanını paylaştılar, hem de aklın yolunu seçtiler. Peki başka hocalar da seçilemez miydi? Kuşkusuz yerli - yabancı bir kan değişikliğine ihtiyaç vardı. Bence en uygun kanı buldular. Yıldırım yönetiminin Ercan Güven’in dünkü yazısında seslendirdiği “...Başkan gurur meselesi yapmadan denenmiş ve başarılı olmuş kimseleri geri çağırmalı” yorumu da çok değerli. O yorum Yanal’ı mı işaret ediyor; ya da Hasan Çetinkaya dahil, deneyimli ve başarılı personeli mi kapsıyor? Bilmiyoruz. Ama doğru bir yaklaşım.
Ersun Yanal, araştırmaya - istatistiğe, yeni oyun taktiklerine kafa yoran, zaman ayıran bir hocadır. Elindeki oyunculardan en yüksek verimi almakta da ustadır.
Kendisine yakıştırılan “etik” suçlamalarına karşı “Ben kimsenin karısına-kızına, malına-parasına göz dikmedim” diyerek suskun kalmış, kimseyle polemiğe ve kavgaya girişmemiştir.
Haydi biraz da ironi: Ersun Hoca, yine de zaman bulup 5-6 yüz parçadan oluşan maket helikopter yapmaya ve uçurmaya bayılır. Şimdi helikopteri bırakıp Fenerbahçe’yi uçurmak zorunda!
Ersun Hoca’nın bazı yıldız futbolcularla yıldızının barışmadığını söylerler. Boşverin... Fenerbahçe’de yıldız mı var ki!
O çocuğa ne diyeceğiz?
Mehmet Tutulkan, Maltepe’de bir restoranda arkadaşlarıyla birlikte Beşiktaş - Galatasaray maçını izlerken Beşiktaş’ın attığı gole çok sevindi. Yan masadan tepki gördü, kavga çıktı. Mehmet ve arkadaşları restoran sahibi S.A.’nın da aralarında bulunduğu grup tarafından feci şekilde dövüldü. Mehmet’in kafasına defalarca demir çubukla vuruldu. Dört yaralı hastaneye kaldırıldı. Dört yaşında bir kız babası olan Mehmet, beş günlük yaşam savaşını maalesef kaybetti.
Futbol adamı dostumuz Hürser Tekinoktay soruyor şimdi: “O çocuk babasını neden kaybettiğini bize sorduğu zaman ne diyeceğiz?” Tamamdır, başka soru yok!
Unutulacak başarılar: Vakıfbank, Eczacıbaşı
Türk Sporu’nun unutulmayacak zaferlere değil, istatistiklere, sürekliliğe, yenilenmeye ve unutulacak başarılara ihtiyacı var! Spor gazetecisi olarak 54 yılın imbiğinden geçirip elde ettiğim en büyük mesaj budur. O nedenle Voleybol Federasyonumuzu, Vakıfbank’ı, Eczacıbaşı’nı ve Fenerbahçe’yi alkışlarla, sevinçle kutluyorum. Hangisi kaç kez dünya şampiyonu oldu, kaç kez kürsüye çıktı, unuttum. Sadece son maçları biliyorum. Bir zamanlar unutulmaz Macar maçıyla (3-1) övünür, destan yazardık... Galatasaray’ın UEFA Kupası’nı (2000) her 17 Mayıs’ta unutmadan kutluyoruz. Maalesef, istatistiğe dönüşmeyen, orada kalan bir başarı bu. Devamı yok, yenileri yok. Oysa güreş var, voleybol var... İyi ki böylesi de var!
Şapkaya bak, şapka çıkar!
Abdullah Avcı hocamız modayı yakından izler. Futbol sahalarının mankeni desek yeridir. Ceketler, gömlekler, pantalonlar, paltolar... Hepsi de özeldir, güzeldir. Ne yalan söyleyeyim, bugüne kadar hocayı hiç şapka ile görmemiştim. Son Ankaragücü maçında kasketiyle sahaya çıkınca çok beğeni topladı çevremdekilerden. Ben de “şapkasız çıkmam abi”cilerden olduğum için hoşuma gitti. İşin sportif yanına gelince... Başakşehir, Ankaragücü’nü baştan sona doğru bir oyun, güzel bir futbol ve sade bir skorla (1-0) yendi. Liderlikte arayı açtı, yalnız kaldı. Eh bu başarıya da şapka çıkarılır.
Sunay Akın’dan: Kalede 1 Başına
Ona araştırmacı gazeteci diyemem. Ama araştırmacı şair olduğunu söyleyebiliriz. Hayallerin ve duyguların dizelerini kağıda dökerken, hayatın derinliklerine de dalar.Bize unutulmaz, muhteşem öyküler sunar.
Albert Camus’den Sabri Dino’ya, Turgay Şeren’den Chillida’ya kalecileri yazmış Sunay Akın. Kalede 1 Başına, adıyla müsemma bir yapıt. Duygular, gözyaşları ve tebessümlerle farklı bir hayat ve futbol yolculuğuna çıkarıyor sizi.
Okumanızı öneririm. Eline sağlık usta! (T.İş Bankası Kültür Yayınlar/179 sayfa-15 TL.)