On sekiz dakikada üç gol... Hiç hesapta olmayan, hayal kırıklığı yaratan, derin ve sarsıcı bir şok.
Elbette o şoka dayanmak, ayakta kalmak kolay değil... Ne Beşiktaş futbol takımı için... Ne de Beşiktaş taraftarları için.
Takım, özellikle ikinci yarıda maça ortak olmaya, sonucu çevirmeye çalışıyor. Olmuyor. Demba Ba’nın güzel golü durumu kurtarmaya yetmiyor. Olur ya, Beşiktaş kötü gününde!
Beşiktaş taraftarı için de durum tatsız. O şoka rağmen yerlerine oturmuyorlar. Takıma laf atmıyorlar, sallamıyorlar. Tam aksine, ayakta kalıp teknik direktör Şenol Güneş’e ve takıma destek oluyorlar, katkı vermeye çalışıyorlar. Geri dönüşü beceremeseler bile en azından o kötü günün sıkıntısını paylaşıyorlar. Takıma verdikleri destek, evrensel bir şarkıyı (Liverpool/ You’ll never walk alone) anımsatıyor.
Zirvenin iki takımı arasında oynanan o final değerindeki maçı, bitiş düdüğü çalmadan terk eden biri var.
Beşiktaş Başkanı Fikret Orman.
Başkan, tek sözcükle “tepetaklak” oluyor. İngilizlerin “up side down” dediği şey bu olsa gerek.
Peki, takımın en yakın rakibi karşısında açık farkla yenik düşmesi çok mu anormal bir şey? Hayır... Özellikle futbolda hayır!
Ama Başkan, bu sıkıntıya katlanamıyor. Şoku taşıyamıyor, maçı yaşayamıyor. 3-0’a ancak 12 dakika daha dayanıp stadı terk ediyor.
Oysa Süleyman Seba’dan sonra işbaşına gelen genç başkanların hepsi o direnci gösteren insanlar. Özellikle Orman, Seba ilkelerinde sonuna kadar uymaya çalışan bir spor adamı.
Beşiktaş’ın yükü, tüm ağırlığıyla onun ve yöneticilerin omuzlarında. Özveriyle çalışıyorlar. Göçebe yaşadıkları sezonun sonunda statlarına “şampiyonlukla” dönüyorlar. Bir tür görev zararı diyebileceğimiz borç yüküne karşı azımsanmayacak bir başarıyla yürüyor.
En pahalı oyunculardan “kiralama” formülüyle yine güçlü bir kadro oluşturup Beşiktaş’ın şampiyonluk iddiasını -tekrarlayarak- gerçekleştirmesi için elinden geleni yapıyor.
Daha da önemlisi, Fikret Orman yakın geçmişte bir tv kanalında sohbet ederken “Türk futbolunun global olarak seyredilebilmesi lazım. Galatasaray - Fenerbahçe derbisi “El Clasico”ya yenik düştü. Biz de hep Avrupa’da oynayacak değiliz ya!” diyerek hem takımının oynadığı futbol kalitesine, hem de Süper Lig’deki seviye düşüklüğüne vurgu yapıyordu.
Fikret Orman’ın yakın zamanda söylediği bir söz de şu: “Ben futboldan anlarım. Maçın gidişatını erkenden görürüm. Ben seyretmezsem, çevremdekiler o maçın gittiğini anlarlar!”
Oysa Fikret Orman giderek büyüyen bir spor adamı portresi sunuyordu bize. Aynı hafta içinde, Darüşşafaka Doğuş-Real Madrid maçında, en önde dostu Ferit Şahenk’in davetine icabet ederken, skordan bağımsız, şık bir anlayış sergiliyordu. Real Madrid, Final Four’a yükselirken, Fikret Orman salonu terk etmedi.
Daha da unutulmaz bir gerçek var: 6 Kasım 2002. Fenerbahçe: 6-Galatasaray: 0... O gün Özhan Canaydın (merhum) maçın başından sonuna tribündeydi. Dahası, formal bir duruşla Aziz Yıldırım’ı da kutladı.
Her neyse. Uzun yazdım, kısa bitireyim.
Olmadı Başkan, sana hiç yakışmadı!..
Gol mü, kol mu?
Başakşehir-Beşiktaş maçından sonra Kaptan Emre, oğlu Ömer Akif Belözoğlu ile galibiyeti kutluyor. Baba-oğul masum bir coşkuyu paylaşıyorlar. Bu arada tribünde bekletilen Beşiktaş taraftarları, Emre’nin aleyhinde laf atmaya, sallamaya başlıyorlar...
Emre de tıpkı sarı kart sonrası Cüneyt Çakır’a yaptığı gibi el-kol hareketleriyle Beşiktaş taraftarlarını susturmaya çalışıyor. Bu hareketi, tribün korosunu daha da büyütüyor.
Derken, tam önlerindeki boş kaleye Ömer Akif güzel bir vuruşla golü atıyor.
Eh, ne de olsa babasının oğlu...
Emre de Beşiktaş tribünlerine sağ koluyla yumruk gösterip “Nasıl ama!” diyor.
Eh ne de olsa oğlunun babası!
Hadi oradan!
Anlaşılan o ki, Emmanuel Emenike hiç uslanmayacak. Hayattan ders almadan ömrünü tamamlayacak. Adam, egosunu yenemedi, kompleksleriyle başa çıkamadı.
Fenerbahçe’nin şefkatine de ilgisine de bir türlü layık olamadı.
Bunlar bildiğimiz şeyler... Çaykur Rizespor maçının uzatma son saniyeleri (90+6) Emenike, rakibin Iraklı oyuncusu Durgham İsmail’le son mücadelesi... Sıyrılıp ayrılırken, jest ve mimiklerle “kokuyorsun” diyor.
Evet, ortada pis bir koku var... Acaba ırkçılığı unutturmak için yapılan onca kampanyaya rağmen, bir kardeşimiz de ters tepkiyle ırkçılığa mı kaptırmış kendini. “Aman, UEFA, TFF, PFDK ve FIFA duymasın” falan demesin kimse.
Tam tersine.
Lütfen duysunlar!
Duysunlar ve Emenike başta, herkese hatırlatsınlar ırkçılıkla mücadele çabalarını boşuna vermediklerini!
Sosyal medyanın uğuru
Twitter’da bir paylaşımla başlıyor her şey. Deniz Satar, Konya Selçuk Üniversite’sinden mezun arkadaşı, Emre Girgin’in ricasını kırmıyor. Şanlıurfa Halfeti’deki Salmanlı Ortaokulu’nun spor malzemesi ihtiyacını duyuruyor. Uğur Meleke, ilk davrananlardan... Topuyla raketleriyle, filesi ve masasıyla bir masa tenisi seti ve bir futbol topu gönderiyor. Buraya kadar her şey hoş, biraz da olağan.
Olağanüstü haber, Emre öğretmenden geliyor: Masa tenisinde yıldızlar ilçe şampiyonu olduk. Futbolda da oğlanlar yıldızlarda aynı başarıyı gösterdi!
Sosyal ya da çokça kullanılan haliyle “SANAL” medya!
Ama toplar, raketler, çocuklar, Şanlıurfa, Halfeti, Emre Hoca, Deniz, Uğur...
Hepsi gerçek!