Popüler kültürün önemli alanlarından biri futbol... Diğerleri de sinema, diziler, elbette müzik...
Kısacası top ve pop iç -içe günlük yaşamımızın önemli parçalarını oluşturuyorlar.
Zaman zaman merak ederim; top ve pop arasındaki ilişkilerde hangisi arkada, hangisi önde?
Elbette ikisi arasında bir yarış yok... Yine de uluslararası başarılar, yenilik, yaratıcılık, yeni yıldızlar yaratmak, yönetmenler ve antrenörlerle başarı çıtasını sürekli yükseltmek gibi özellikleri dikkate alırsak, eğlenceli bir kıyaslama yapabiliriz.
Hemen söylemeliyim... Top ve pop konusunda otorite iddiam yok. Sadece merak ettiklerimi sizinle paylaşmak istedim. Arada Ali Kocatepe ve Sina Koloğlu gibi her iki alanı da yetkinlikle bilen dostlarımla da konuştum.
Adlarını ezberlemedim. Buraya tek tek yazmaya kalkarsam, birini, unutmaktan korkarım. O nedenle genel bir şey söyleyeceğim: Türk futbolunda yeni oyuncuların ortaya çıkması, uluslararası standartları zorlaması, sık rastlanan bir şey değil. Trabzonspor’un iki oyuncusu Yusuf Yazıcı ve Abdülkadir Ömür kanımca sezona damga vuran yıldız adayları... Dizilerde ise peş peşe kadın ve erkek genç yıldızlar ekran tiryakiliği yaratıyor. Sağlam yatırımcılar, kanalların desteği ve önemli yönetmenler elinde gerçekten çok kaliteli dizilerimizle hiç de hesapta olmayan güzel bir sürprize tanık olduk. Önceleri Arap ülkeleri, sonra Türki Cumhuriyetler derken, dizilerimiz şimdi Batı Avrupa ülkelerinde de izleyicilerin büyük ilgisini çekiyor. Örneğin Kiraz Mevsimi İtalya’da evlere girdi. İspanyollar ilgiyi ve cazibeyi görünce farklı biçimde yine Türk dizilerinden yararlanmaya başladılar. Aynen oynatmıyorlar da “İspanyol versiyonu” diyebileceğimiz adaptasyon yöntemleri deniyorlar. Yıllar önce sinemada klasik ya da kült yapımların “Türk versiyonunu” izleyerek az keyiflenmedik. Şimdi bizim orijinallerin dış piyasalarda adapte edilmesi, çok daha büyük bir keyif.
Futbolda uluslararası takım başarılarına gelince... Orada çok güler yüzlü sonuçlar alamıyoruz. Milli Takım örneğin... 2002 Dünya Kupası’ndan sonra dördüncü kez dışarıda kaldı. Dahası kulüp takımlarımızda da Avrupa Kupaları’nın ön elemelerinde yaşanan hayal kırıklıkları var. UEFA Avrupa Ligi’ndeki temsilcilerimiz gruptan çıkma başarısını gösteremediler. Bu konuda büyük tesellimiz ve umudumuz Beşiktaş olabilir. Siyah - beyazlılar, ilk kez yenilgisiz grup maçlarıyla liderliği kazanıp son 16 turunda Bayern München’le eşleştiler. (Bu durum ne kadar sürdürülebilir, bilmiyoruz.) Oysa Cannes Film Festivali’nde ve farklı etkinliklerde aldıkları ödüllerle sinemamıza haklı bir onur kazandıran yönetmenlerimiz var.
Sevgili dostum Sina Koloğlu, spor yayıncılığında bir tekelleşmeye doğru gidildiğini, bu durumun gelişmeyi ve rekabeti olumlu etkilemeyeceğini söylüyor. Yarım asırlık arkadaşım Ali Kocatepe ise popüler müziğin bittiği kanısında. Futbolda da kulüpler arası rekabet ortamının pek sağlıklı gelişmediğine inanıyor. Sina’ya göre müzikte bir dünya starımız, Fazıl Say var. Hem sanatsal değeri, hem de organizatörleri memnun eden salon doldurma kapasitesi ona bu özelliği kazandırıyor.
Futbolda böyle bir zenginliğimiz var mı? Olabilirdi. Maalesef o fırsat çok kötü kullanıldı. Ne dediğimi herhalde anlıyorsunuz.
Şimdi gözümüz Cenk Tosun’da... Everton’a giderek Premiership’te Beşiktaş’taki gelişimini sürdürürse, bir dünya yıldızı olabilir. O transferin Beşiktaş’ı kurtaracağını biliyoruz. Başarılar diliyoruz.
Haydi Cenk, topu kap, gollerini at... Pop’u da geride bırak!
Bravo Fikret Başkan!
Beşiktaş Başkanı Fikret Orman’ın zaman zaman asabi ve hırçın hallerini yadırgarım. Sakin, sabırlı ve akıllı adamdır aslında... Uzun vadeli düşünür. Stratejik hesaplar yapar. Cesur adımlar atar. Cenk Tosun örneği tam da Fikret Orman’ı anlatacak bir başarı öyküsüdür.
Başkan, Cenk Tosun’u sezon içinde (2013-14) Gaziantepspor’dan transfer etti, bonservis ücreti ödemedi. Sezon sonunda toplam 7,5 milyon Euro’ya 5 yıllık imzayı attırdı. Cenk’in sözleşmesi 2018-19 sezonu sonunda bitecek. Everton da 25 milyon Euro’yla kapıda bekliyor.
Bravo Başkan... Yediveren asma gibisin, tebrikler.