Doğrusu, geç kalmış bir yazı bu...
Yaşadığımız, tanık olduğumuz olayları bir yana bırakarak hep iyi niyeti, anlayışı, empatiyi önde tuttuk.
Eleştiriyi ihmal ettik. Keskin köşelerden uzak durduk.
Artık daha da gecikmeden, kaçınılmaz biçimde keskin köşeye geldik.
Anladık ki durmak, daha da yavaşlamak, açıktan almak; hem ona, hem de bize, daha da önemlisi sporumuza ve futbolumuza zarar verecek!
Kimden söz ettiğim açık. Fatih Terim’den söz ediyorum, Fatih Hocamız’dan.
Hiç eğip bükmeden Terim’e sesleniyorum:
Hocam, özeleştiriyi bilmiyorsun. Biliyorsan da yapmıyorsun.
Hayatını futbola adadın. Kariyerin olmazları gerçekleştirmek, erişilmezlere erişmekle dolu. Gerçekten bir efsanesin. İmparator unvanını da hak ediyorsun. İtirazım yok, saygım var.
Sorunlarla, statükoyla, fitne fücurla herc-ü merç olmuş Türk sporunda hepsine savaş açtın. Sorunları -hiç değilse bir bölümünü- çözdün. Meydanı fitne fücura bırakmayacağını da gösterdin.
Statükoya baş kaldırdın... Derken, kendin de statüko oldun hocam.
O nedenle bir tür iktidar kaybı anlamına gelebilecek olaylardan rahatsız oluyorsun. Huzurun kaçıyor, öfken artıyor. Hayatın akışını belirleyen unsurlar arasında kendi payının küçülmesine alışık olmadığın için yol kazalarına, arızalara, otoriteye karşı kendi otoriter üslubunla tavır takınıyorsun. O tavırların çoğunda da yüzde yüz haklı olduğunu söyleyemiyoruz.
İsviçre maçı (2006) böyle bir yol kazasıydı. Ortalık karıştı, cezalarla ağır bir bedel ödedik. Statükoya baş kaldırdın, kulüp başkanı tarafından görevine son verildi, hakkını helal etmeden başka bir mücadeleye giriştin. Kariyerlerinin gelişmesi için emek verdiğin, babalık yaptığın oyuncularla arana fesat karıştı. Onlarla hesaplaşırken yıprandın. Gücünü toplamanı beklerken sessiz kaldığını gördük, şaşırdık. Derken aile babası olarak, değmez biriyle değmez sorunlar yüzünden, sana hiç yakışmayacak kavgalara tutuştun. Sonuç, sadece sana değil, futbolumuza da zarar verdi.
Şimdi Galatasaray’da şampiyonluklara abone ettiğin camiada hayal kırıklıkları ve yanlışlarla zor günler yaşıyorsun. Olanakların sınırlı. Dahası, yönettiğin futbolcu grubu eskisi gibi güven vermiyor. Maça çıkarken, oyuna kimin başlayacağını bilemiyorsun. Etrafın sakatlar ve sakatlıklarla dolu.
O nedenle gerginsin Hocam. Bunu anlıyoruz.
Yenilgiye, kaybetmeye hiç tahammülün yok. Çünkü her para atışında tura gelmesini bekliyorsun, olmuyor.
Hatalarından ders çıkardığını da söyleyemiyoruz. 2013’de Galatasaray - Mersin İdmanyurdu maçında sergilediğin filmin tekrarını derbide oynuyorsun.
Canlı bir heykel gibi mağrur yürüyüşünle çıktığın maçı “günün kaybedeni” olarak “yanlış ve ayıplarla” tamamlıyorsun. Yardımcın, bazı futbolcuların ve bazı rakip oyuncularla birlikte kaos ve kargaşanın içinde yer alıyorsun.
Hakem kararlarını eleştirirken, kişilikten ve kimlikten başlıyorsun. Dilinin de kirlendiği söyleniyor Hocam.
Olmuyor. Uyarılar ve eleştiriler işe yaramıyor.
Biraz içine dön Hocam. Şu kavgayı bırak. Oyun kontrolu kadar öfke kontroluna da önem ver.
Özeleştiri yap, yani...
Fatih Terim’i bize geri ver!
Derviş Denizli
Gün görmüş, umur görmüş... Dolu dolu yaşamış. Sırası geldiğinde itiraf etmiş, doğru bildiğinde ısrar etmiş. Her sıkıntıyı sabırla göğüslemiş. Hedeflerinden asla ödün vermemiş... Ulaşabildiği yere kadar yürümüş, geri dönmemiş. Almanya’dan İran’a, Azerbaycan’a kadar uzanmış. Kendisine uzanan her eli tutmuş. Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş’taki mesaisini şampiyonluklarla taçlandırmış. Büyük-küçük demeden her kulüpte görev almış. Milli Takım’da ve Galatasaray’da akla gelmeyen hedeflere adını yazdırmış. Hayatını futbolla yoğurmuş. Çeşme sokaklarındaki sarı saçlı masum çocuk neyse, bugün de o. Hayatı topla geçiyor... Futboldan başka bir şey de bilmiyor. Özel yaşamı da az maceralı değil. Sevdiği kadın için İsrail’e ve Mossad’a meydan okudu, kızı aldı geldi. İki kızı var. Onlar da sıra dışı... Dahası, o bir dede.
Mustafa Denizli, başına gelen her şeyi büyük bir sessizlikle, sabır ve sükunetle karşılıyor. Saldırıya uğradı, hırpalandı.. Yargılandığı dava da var.
Her şeye rağmen söyleyeceğini içinde tutmadan dile getiren, bağırmayan- kavga etmeyen bir adam o. Kasımpaşa Teknik Direktörü olarak bir zamanlar talebesi olan Bülent Korkmaz’ın takımı Antalyaspor’a kaybetmenin üzüntüsünü yaşadı. Genellikle ikinci yarıları daha iyi oynayan takımının aynı performansı bu maçta gösteremediğini, bazı kadro sorunları olduğunu açıkladı. “Rakibimizi tebrik ederiz. Antalyaspor ligin iyi takımlarından biri” dedi ve sustu.
Dikkat Başkan konuşuyor
Galatasaray Başkanı Mustafa Cengiz, Schalke maçına giderken havalimanında ayaküstü açıklamalar yapmış... Yabancı futbolcuların Türklerin patlayıcı karakterini bilmediği için Fenerbahçeli Jailson ve Soldado’yu eleştirmiş. Sonra da taraftarlarını uyarmış: “-Kin ve nefrete takılıp kalmasınlar. Kinlerini ve nefretlerini yok etmesinler, ancak takılıp kalmasınlar” Benim bildiğim, kin ve nefret insanoğlunun çöpüdür. Çöp saklanmaz, atılır. Bir de şunu ekliyor Cengiz: “Sakın kimse efendiliğimize güvenip seyircimizi test etmesin. Korkarım, bir gün istenmeyen olay olur.”
Anladık, Galatasaray Başkanı PFDK’nın ceza kararlarını olabildiğince yumuşatmaya çalışıyor. Oysa üslubu hiç de yumuşak değil. Sakıncalı ve sıkıntılı kavramlarla dolu. Aman Sayın Cengiz, lütfen dikkat... Çünkü Başkan konuşuyor.
--------------- BURAK YILMAZ -------------
El ayarsız, dil edepsiz, tavır saygısız...
Kötü öyküler yazıyorsun birer birer
Hep ofsayta mı düşeceksin birader!
----------------------------------------------------