Konu “milli” olunca herkes sahiplenir, paylaşır, hesap sorar.
Milli Takım Teknik Direktörü’nün maaşı da dahildir buna.
Zamanında TBMM çatısı altında bir milletvekili Teknik Direktör Fatih Terim’in aldığı maaşı sorgulamış, aşırı yüksek bularak “milletin parasına” sahip (!) çıkmıştı.
Haberturk’teki canlı yayında Fatih Hoca’ya sordum bunu.
Kimsenin parasını zorla almadığını, hak ettiği parayı aldığını anlattı ve soruyu soran milletvekiline seslendi:
“- Unutmayın siz orada 550 kişisiniz. Ben Türkiye’de 1 kişiyim!”
Şenol Güneş de Macaristan yenilgisinden sonra aldığı yüksek maaşla gündeme geldi.
Yıllık 3 milyon 200 bin Euro maaş aldığı hatırlatılarak “milletin parasının” çar-çur edildiği ileri sürüldü.
O parayı adeta çalıyormuş gibi aşağılandı…
TV’deki spor programında “yorumcu” aşırı yüksek bulduğu maaşı (!) aşırı ifadelerle diline dolarken, moderatör koltuğunda oturan ve gerçeği bilen gazeteci susuyordu.
Şenol Hoca, kimsenin parasını çalmadığını, hak ettiği ücreti aldığını, vergisini ödediğini, başarısızlıkta da sorumlunun kendisi olduğunu söyledi.
Hoca Almanya’dan da örnek verdi. Alman Milli Takımı 89 yıl aradan sonra ilk kez İspanya’ya 6 golle yenilmişti ama kimse Joachim Löw’ün maaşını ya da kariyerini sorgulamıyordu.
Evet, Uluslar Ligi’nde başarısızlık söz konusu. Liderliğin de küme düşmenin de tek maça bağlandığı bir sınavı kaybettik. Hoca yanlışlar yaptı, futbolcular kötü oynadı. Bunlar futbolda yaşanmayacak olaylar değil.
Teknik analizler ve eleştirilerle birlikte Şenol Güneş’in sosyal medyada da adeta linç edilircesine eleştirilmesi, Hoca’nın “tahammül mülkü”nü yıkmıştı. İsyan ederek “ Beni paspas edemezsiniz” dedi.
Üst düzey kamu kuruluşunda görev alan bir danışman ise milli futbolculara, hocaya ve federasyona duyduğu öfkeyi tavana vurduruyordu… Bayrağı taşıyan milli formayı çıkarmaları isteniyordu. Futbolda yaygın şımarıklıktan söz edilerek vatandaşın parasıyla borçların, faizlerin silindiği anlatılıyordu. Futbol Federasyonu Yönetim Kurulu ise futbol dışında her şeyle ilgilenen ve milyonlar ödenen şımarık üyeler olarak nitelendiriliyordu. Oysa TFF özerk bir federasyondu. Gelirlerini futboldan ve sponsorlardan elde ediyor, devlet bütçesinden pay almıyordu.
Şimdi sormak gerekiyor: Türkiye Futbol Federasyonu susacak mı? Şımarıklık gibi hak edilmemiş bir eleştiriyi kabul edecek mi? Üyelere milyonların ödenmediğini açıklayacak mı? Kendi adıma Başkan Özdemir’den bir açıklama bekliyorum.
Susmayın Başkan, konuşun artık.
Çalınmış zamanlar
Fatih Hoca, Kayserisporlu futbolcuların her fırsatta vakit geçirmek için kendilerini yere bıraktığını, muayene, masaj, tedavi telaşlarıyla herkesi oyaladığını anlatmaya çalışıyordu. Genç hakem Turgut Doman, oyuncu değişiklikleri dahil, maçı sadece 5 dakika uzatmıştı. Oysa maç 8-9 dakika uzatılabilmeliydi. Haklı bir eleştiri.
Bu yıl 21 takımlı Süper Lig’imizde zamana oynamalar, her temasta yere yatmalar, kalecinin topu oyuna sokarken işi ağırdan almaları gerçekten “anti futbol” etkinlikleri olarak dikkat çekiyor.
Vakit hırsızlığı da en az nakit hırsızlığı kadar suç.
Hakemlerin ve VAR’ın bu konuda daha etkin ve adil olması gerekiyor. Antrenörler vakit geçirmeyi elbet düşünebilirler. Tek şart: Top oyunda olmalı. Oyun devam etmeli.
Kadıköy’de derbi
Fenerbahçe-Beşiktaş buluşması, bize çok renkli bir derbi vadediyor. Fenerbahçe’nin özgüveni ve becerisi yüksek futbolcularla oyuna zevk ve enerji katması, Beşiktaş’ın savunmadaki direnciyle orta alandaki dayanıklı ve yaratıcı koşuları futbolseverlere keyifli bir doksan dakika yaşatabilir.
Kendi adıma Atiba ve Gustavo’yu, Sosa ve Mensah’ı, Perotti ve Larin’i heyecanla bekliyorum. Erol Bulut ve Sergen Yalçın’ın bu maça katacakları taktik derinlikleri merak ediyorum. Caner Erkin’in ortaları ne kadar etkili olacak? Aboubakar ne yapacak? Aklımdaki sorular.
Skor tabelası ne yazarsa yazsın. Bırakalım, hepsi de samimiyetle oynasın!
Hoca harcama geleneği
Futbolumuzda gelenek bozulmuyor… 25 yıldır hangi hoca bilinen standartların, ölçülerin ve sınırların dışına çıkmışsa en ağır eleştirilerle doğduğuna pişman ediliyor.
Fatih Terim’in kafasını giyotine vurmak istediler. Ama o Milli Takım’ı ilk defa Avrupa Şampiyonası’na götürdü (1996), hayal edilen UEFA Kupası’nı Galatasaray’la ülkeye getirdi (2000)… Avrupa Şampiyonası’nda Milli Takım’a yarı final oynattı (2008).
Şenol Güneş, 48 yıl sonra Milli Takım’ı Dünya Kupası’na götürdü. Orada 7 maç oynattı. Yarı finale çıktı, Dünya Kupası üçüncüsü oldular. Karizmasının yokluğundan, saç biçiminden, giyiminden-kuşamından didik didik, lime lime edildi. Adeta doğrandı. Beşiktaş’la Şampiyonlar Ligi’nde yenilgisiz grup liderliğiyle bir üst tura çıktı, kıskanılacak bir başarı elde etti.
Ama en küçük arızada hepsi unutuldu.
Hiç de yadırganacak bir durum değil bu…
Fatih Terim, Mustafa Denizli, Şenol Güneş, Ersun Yanal, Abdullah Avcı…
Hepsi de Milli Takım’da başarıyla hizmet ettiler. Hepsi de beklenmedik biçimde ayrıldılar görevden.
Kurban sunağına antrenör kellesi koyma kültürü futbolda geleneğimiz oldu.
“Sevginin olmadığı yerde nefret, saygının olmadığı yerde hakaret, güvenin olmadığı yerde ihanet olur!”
Bu da Şenol Hoca’nın sözleri. Aklınızda bulunsun.