Geçen hafta Cüneyt Çakır’ın Beşiktaş - Galatasaray (1-0) derbisinde adeta bir “VARoluşçuluk” felsefesi uyguladığını yazınca, bazı dostlarım işi Jean Paul Sartre’a kadar götürüp beni kutladı.
Felsefeyi severim. Ancak derinlemesine, felsefeyi öne çıkararak insanlara ders veriyormuş gibi görünmekten kaçınırım. Zaman zaman yaptığım paylaşımlar da “kendi halinde”dir. Aynı kaygılarla “varoluşçuluk” üzerine bir bilgi turuna çıktım, bilgilerimi tazeledim. Bir de baktım ki, bir çok düşünüre göre farklı kavramlarla tanınan “varoluşçuluk” tam da bizim Süper Lig’in sorunlarına ışık tutuyor.
Varoluşçuluk, insanın dünya ile ilişkisine sistematik bir temel oluşturmayı amaçlıyor. O nedenle aynı amaçla varoluşçuluğu açıklamaya çalışanlar, yine de farklı yaklaşımlarla farklı tezler öne sürüyorlar. Varoluşçuluk Weil’e göre “bunalım”, Mounier’e göre “umutsuzluk”, Hameline’e göre “bunaltı”, Banfi’ye göre “kötümserlik”, Wahl’a göre “başkaldırış”, Marcel’e göre “özgürlük”, Lukacs’ya göre “idealizm”, Benda’ya göre “akıldışıcılık”, Foulke’ye göre “saçmalık”tır. O yüzden Heinemann, varoluşçuluğun yukarıdaki kavramlarla tek bir tanımının yapılamayacağını öne sürüyor. Belki hiç biri. Belki de hepsi!
Şimdi Süper Lig’imize dönersek... Evet ortada büyük bir “bunalım” var. Galatasaray - Fenerbahçe (2-2) maçından beri giderek büyüyen, teknik direktör-hakem ilişkisinden başlayıp kurumlara ve kulüplere sıçrayan, başkanları birbirine düşüren bir bunalım bu. Kimse yangını önlemeye çalışmıyor. Aksine alevleri azdırıyorlar. Kulüpler Birliği’nin MHK’yı geri adım atmaya çağıran, aksi halde “gereğinin yapılacağı”nı açıklayan bildirisi, bunalımı büyütmekten başka nedir ki! Demek ki Weil haklı.
Olimpizm var mı?
Mournier’nin “umutsuzluk”u: Süper Lig kulüplerinin toplam borcu kur artışları da dikkate alındığında 10 milyar TL’nin üzerinde. Bu borcun kapatılacağına dair “umudu olan” parmak kaldırsın!
Bunaltı, kişinin duygularını inciten durumların verdiği geçici tedirginlik... Acaba farklı nedenlerden duygu incinmişliğiyle tedirgin olmayan var mı? Özellikle futbolseverlere, taraftarlara sormak isterim : Kendinizi nasıl hissediyorsunuz? Banfi’ye göre varoluşçuluk “kötümserlik”. Wahl da tanımlamasında “başkaldırıyı” öne çıkarıyor. İyimserliğin her geçen gün kaybettiği, kötümserliğin yayıldığı bir futbol aleminde doğru -yanlış başkaldırılar da tabloyu tamamlamaz mı? Her gün herkes, her kulüp, her kurum baş kaldırıyor. Futbolumuzda kimse kurala uymuyor. Hakemler dahil!
Marcel, varoluşçuluğu “özgürlük” olarak tanımlıyor... Lukacs da “idealizm”e vurgu yapıyor. Aaah, ah! İkisi de “Olimpizm”de var. Bırakın futbolu, sporumuzun tamamında olimpizm var mı? (Yanıt vermeden önce bakınız: Olimpik Antlaşma). Benda insanın varoluşunda “akıl dışıcılık”ın baskın olduğunu açıklıyor, Foulke’ye göre bu felsefenin temel kavramı “saçmalık”tır. Hayır, Fatih Terim’den, N’Diaye’den, Jailson’dan... Gomis’ten, Fernandao’dan, Yusuf Namoğlu’ndan, Fikret Orman’dan söz etmiyorum. Kimse alınmasın yani...
Biraz düşünsünler, yeter!
Borcu çok ama, “beşibiryerde”si var
Ahmet Ağaoğlu, tek aday olarak girdiği Trabzonspor kongresinde yeniden başkan seçildi. Trabzon-spor’un 987 milyon TL borcu var. Ağaoğlu, o borcun tasfiyesi için yoğun bir çalışma içinde. Kendisini kutladıktan sonra ne yapacağını sordum. “Artık milyon Eurolarla transfer dönemi kapanmıştır” dedi.
İşte söyledikleri: “Konyaspor maçından sonra teknik direktörümüz Ünal Karaman’dan rapor alacağız. Takviye istiyor. 1461 Trabzon’dan ve PAF’tan 3-4 takviye alacağız. Futbolla para da kazanırsınız, para da batırırsınız. Biz sadece futbol projelerine odaklanacağız. Alt yapıdan oyuncu yetiştirip parlatarak Avrupa kulüplerine satacağız. Genç oyuncularımızı (Uğurcan, Hüseyin, Abdülkadir, Yusuf ve Ganalı Ekuban) kulübe belli hizmet sürelerinden sonra para kazanarak Avrupa’ya göndereceğiz. Fenerbahçe ve Kayseri maçlarında gençlerimizi oynatarak maç başı kadro maliyetini 35 milyondan 11 milyon Euro’ya düşürdük.”
Tanıdığım Ağaoğlu, duygularıyla aklını, parasıyla projelerini bir arada yöneten akıllı adamdır. Saydığı beş futbolcuya kulübün ziyneti gibi bakıyor. Trabzonspor’un tutanı (Onur) ile atanını (Burak Yılmaz) kadro dışı bırakarak sergilediği ilkeli duruş da çok önemli. Bu arada... Burak Yılmaz Ocak’ta başka bir diyara uçabilir. Onur’un da nedamet gösterip özür dilemesi gerekiyor. Benim izlenimim bu. Başkan, “Yönetim Kurulu’nda konuşmadan bu konuda ağzımı açmam” diyor. Başarılar diliyoruz.
İddaa’da “iddiasız” tavırlar
Futbol ekonomisti dostum Tuğrul Akşar, “İddaa” adıyla 2004’den beri futbolda müşterek bahisi düzenleyen İnteltek şirketinin yeni ihale ile 10 yılda 200 milyar TL garanti ederek faaliyetini sürdüreceğini anımsatıyor. Akşar’a göre kulüpler İddaa’dan yeteri kadar pay alamıyorlar. 14 yılda aldıkları pay yüzde 5.76... 3.3 milyar TL. Cirosunun yüzde seksenini futboldan elde eden İddaa’nın kulüplere daha yüksek oranda pay vermesi gerekiyor. Spor Toto Teşkilatı’nın yeni bir paylaşım tablosu hazırlaması bekleniyor.
Akşar koltuk değnekleriyle yürümeye çalışırken önemli tartışma alanları açıyor. Peki kulüplerimiz ne yapıyor? İddaa’ya iddiasız ve ilgisiz davranıyorlar. Faili meçhul bildiriler yayınlıyorlar.