On yedi yıl önce, 14 Kasım 2001’de Türkiye, Avusturya’yı 5-0 yenerek play-off’ta 2002 Dünya Kupası vizesi almayı başardı.
1954 Dünya Kupası’ndan 48 yıl sonra yeniden Dünya’ya gelmiştik (!) . Az buz başarı değildi bu. Çocukların ve gençlerin hayali, daha yaşlı grupların da özlemiydi.
Evet, maceralı bir eleme grubundan çıkmıştık. Play-off oynamak bile bizim için şanstı. Bu işi son çıkışta ancak gerçekleştirmiştik.
O dönemde en büyük günah keçisi Şenol Güneş’ti. Milli Takım’ın teknik direktörü.
O’nu vizyonsuzluk, misyonsuzluk ve karizmasızlıkla nitelendirip eleştirenler, işi daha da ileri götürdüler. Hiç unutmam 5-0’lık galibiyetten sonra Ali Sami Yen Stadı’nın basın tribünü koridorlarında bir yorumcu aynen şunları söylüyordu:
Her şeyi eleştirildi
“- Bu futbolla ve bu hocayla Dünya Kupası’na gidilmez… Şans eseri Kore, Japonya’ya gideceğiz ama, oradan gittiğimiz gibi geri döneriz. Fatih Terim işbaşına gelmeli!”
İşi daha da farklı arayışlara taşıyanlardan biri de şöyle yazıyordu: “Devlet bu işe el koymalı. Gerekli müdahaleyi yaparak Milli Takım’ı Dünya Kupası’na götürecek yeni teknik direktörü göreve getirmelidir!”
Şenol Güneş her şeyi ile eleştiriliyordu. Giyimi-kuşamı ve saç modeli dahil.
Karizmasızlık (!) böyle bir şeydi.
Bu tartışmalarda garip ve anlaşılması güç olan taraf, bazı dostların Hoca’yı eleştirirken vizyon, misyon ve karizma kavramlarını yeterince kavrayamamalarıydı. Hadi görüş enginliğine dayalı vizyonla, kendine hedef belirleyip sorumluluğundaki işle büyük bir iş yapma kararlılığını bir yana bırakalım…
Karizmadan söz ederken, giyim-kuşam, saç modeline bakanlar, sıra dışı- marjinal çıkışları algılayanlar, asıl anlamı ‘es’ geçiyordu. Karizma, toplumu etkileme ve değiştirme yetisiydi.
Sonunda Şenol Güneş’le gittik Seul’e. Ayrıntılarla hikayeyi uzatmanın anlamı yok… Orada finalistlerle aynı sayıda (7) maç yaparak yarı final ve üçüncülük-dördüncülük maçı oynadık. Dünya Kupası üçüncüsü olduk.
Öğretmen ve yöneten
Eleştirilerden en önemlisi de tek Avrupa takımıyla oynamamamızdı. Sonuçlar aldatıcıydı. Milli Takım çok şanslıydı. İyi bir Hoca’nın elinde Dünya Kupası’nı kazanmak işten bile değildi.
Her neyse… Şenol Güneş o dönemden beri Türk futbolunda başrol oyuncularından biri. Kulüplerde yaptıkları ortada. Beşiktaş’a gelene kadar Trabzonspor’da en az iki kez yakaladığı şampiyonluk şansını kullanamadı. Beşiktaş’ın başında çoktan yakalaması gereken şampiyonluk unvanını iki kez yaşadı. Şampiyonlar Ligi’nde gruptan yenilgisiz ve lider olarak çıkma başarısı da uzun yıllar kırılamayacak rekor değerindedir.
Güneş’in en önemli özelliği, öğretmenliğidir. Daha önce de yazdım çalıştıran, öğreten ve yöneten kimliğine sahiptir. Teknik direktörlerin önemli bölümü takımı çalıştırır ve yönetirken, Şenol Güneş’in, dokunup değiştirdiği, öğrettiği ve geliştirdiği futbolcular kariyerlerinin zirvesine çıkmıştır. Avrupa takımlarında forma bulmuştur.
Yine de unutmayalım: Euro 2020’deki grup başarısına rağmen hala Şenol Güneş’in antrenör olmadığını iddia eden dostlarımız vardır. Onu korkaklıkla suçlamaktadırlar. Bazen korkmak aklı devreye sokan bir dürtüdür. Belki bu anlamda başarılı da olmuştur “korkak” (!) Şenol Hoca.
Her neyse… Yetersiz, vizyonsuz, misyonsuz… Hatta karizmasız (!) da olsa, Şenol Hoca, Şenol Hoca’dır...
Saygıyı hak etmektedir.
Burak, Cenk, Enes...
Milli Takım’ın üç santrforu. Burak otuzlu yaşlarının ortasına doğru yorgun, tecrübeli ama her zamanki usta haliyle koşuyor. Sakatlık sonrası döndüğü Milli Takım’da gollerinden çok yaptığı koşular, oyun bilgisi ve rakip savunma üzerindeki baskısıyla parladı. Cenk Tosun ise her ne kadar Everton’da sürekli forma şansı bulamasa da Premier Lig’den rüzgarlar estirdi grup maçlarında. Kendisinden beklenen golleri attı. Enes Ünal, sessiz ve sakin bekledi. Andorra maçında forma giyince kendini gösterdi. Yumuşak stili ve pozisyon almasıyla hem La Liga’da hem de Euro 2020’de fazlasını yapacak gibi görünüyor.
Bu turnuvada en hoşuma giden golü yazayım: Türkiye - Arnavutluk (1-0) maçında Cenk Tosun rakip takım kalecisinin hatasından yararlanıp topu kafa vuruşuyla ağlara gönderdi. Burak Yılmaz da iki kolunu açıp topun kaleye gidişini adeta kontrol altına aldı. Cenk’ten rol çalıp topa son vuran adam olmak istemedi. Belki de hakemin ofsayt çalabileceğini hesaba kattı. Ne olursa olsun güzel bir takımdaşlık örneğiydi. Bu arada Cenk ve Burak’ın birbirlerine yaptığı asistleri de unutmamak gerekir, bravo!
Ey lig… Bize keyif ver!
Milli maçları sevinçle geride bırakıp yeniden Süper Lig’e dönüyoruz. Bu yıl Üç Büyükler’in henüz istedikleri düzeyde olmadığına bakarken; Sivasspor, Alanyaspor, Malatyaspor, Trabzonspor’u da görmezden gelmeyelim. Çok iyi takım oyunu oynuyorlar. Bize keyif veriyorlar. Bu keyfin devam etmesini istiyoruz.
Ödüller öksüz kaldı
Spor gazetecisi arkadaşımız Celal Demirbilek, emekliliğin tadını çıkaramadan aramızdan ayrıldı. Haberler, röportajlar, fotoğraflar ve ödüller öksüz kaldı. Başımız sağ olsun. Huzur içinde uyusun.