Hep “marjinal” karakter olarak tanındı, bilindi sevildi. Galatasaray’da parlamakta olan yıldız adayı statüsünde iken bir Trabzonspor maçında Soner’in darbesiyle ayağı kırılınca “ah-vah” gündemi oluştu. Genç yıldız futbolcunun kariyeri bitme noktasına gelmişti. Çoğu otorite “Bu kırık bacakla elbette yürür, koşar, hatta top bile sürebilir ama asla eskisi gibi olamaz” yorumları yapmıştı.
O dönemi sabır ve iradeyle aştı. O kadar özel bir .çalışma tutkusu vardı ki hesaplanandan daha erken döndü oyuna. Üstelik kaldığı yerden bir tık yukarıda örüyordu kozasını… Okan Buruk büyüyordu. Sepp Piontek’in Milli Takım’da ona özel görevler verdiğini çok şeyler beklediğini de biliyorum. Hatırladığım bazı maçlar var. 2002 Dünya Kupası’na giderken Avusturya ile deplasmanda oynadığımız maç mesela… Avusturya kalesi önünde, pazar yeri gibi o kadar büyük bir kalabalık oynuyordu ki kaleye atılan hiçbir şutun ağlara gidecek bir yol bulamayacağını düşünüyordum… Sonra hiç beklemediğim bir şey oldu. Okan Buruk coşkuyla kutlama koşusu yapıyordu. Golü atmıştı. Rakip kaleciyi ve savunmacıları ancak o sevinç haliyle uyandırdı. İşte o gol sonraki rövanş maçını da farklı kazanmamızla bize Kore/Japonya finallerinin yolunu açtı..
Okan-Suat-Emre… Galatasaray’ın 1997-2000 arasındaki zafer yıllarında Fatih Terim’in oluşturduğu muhteşem orta alan üçlüsü… Okan Buruk hem bireysel olarak parlamaya devam ediyor, hem de lider karakterli usta oyuncuların arasında “Ben de varım” dercesine farklı bir portre çiziyordu… O lider karakterli oyunculardan biri George Hagi idi. Adını anmak istemediğim “bazı” başkaları da vardı. Dedik ya, Okan da vardı.
Anlaşıldı ki Okan Buruk hiçbir yıldıza benzemeyecek kimsenin açtığı yolda yürümeyecek, sadece kendi yolunu açarak “kendi” olacaktı.
İtalya’ya, İnter macerasına gittiler Emre Belözoğlu ile birlikte. Hayır oraya “uğramış” olmadılar. O büyük kadro içinde kendilerine özel yerler edindiler. Görgü bilgi ve deneyimleri arttı… Sonrasında kısa süreli bir Beşiktaş macerası da oldu Okan Buruk’un. Alkışlarla geldi, görev aşkıyla terledi ve alkışlarla gitti. Okan Buruk, günümüz Türk futbolunun önemli aktörlerinden biri olmaya devam ediyor. Elazığspor Gaziantepspor, Göztepe, Akhisarspor derken, Başakşehir’de teknik direktör olarak ilk lig şampiyonluğunu yaşadı. Öncesinde Akhisarspor ile yakaladığı Kupa zaferleri de var.
Fatih Terim’in bazen kasırgalar, fırtınalar bazen de deprem yarattığı o çok özel yıllardan sonra Okan Buruk, sarı-kırmızılı kulüpte kendi hocalık tarihini yazıyor şimdi. Fenerbahçe karşısında “akademik” değer taşıyan çok önemli bir Kadıköy galibiyetine imza attı. Büyük riskler alıp en başarılı golcülerini kulübede tutarken, Barış Alper Yılmaz gibi bir “sürat motoru” ile maça başlayıp değerli meslektaşı Jorge Jesus’u mat etmesi, 3-0’lık net skorla liderliğini pekiştirmesi üç puanlık bir maç değil… Fazlasına da işaret ediyor. Galatasaray sadece maçı kazanmadı.
Aynı zamanda yeni bir antrenör karizmasının rehberliğinde büyük değişimin yolunu tuttu. Okan Buruk öyküsü, bazen hayal kırıklıkları, bazen de beklenenin ötesindeki başarılarla taçlanan bir büyük macera olacaktır. Fatih Terim’den sonra tarih sayfalarını dolduracak yeni bir macera bu. Kimseye benzemeden, kimseyi taklit etmeden yürüyen bir adamın öyküsü… Okan Buruk’un “kendi” öyküsü. Kendi olan bir adamın tarihi… Pişkin yanık ya da kavruk… Yüzde yüz Okan Buruk!
Apo Hocam, anahtarı sendedur
Trabzonspor’un üzerinde kara bulutlar dolaşıyor… Fenerbahçe galibiyetinden sonra deplasmanda uğradığı dört gollü Karagümrük ve 5 gollü Alanyaspor yenilgileri “Fırtına”nın fırtınalı günlere doğru savrulduğunu gösteriyor.
Abdullah Avcı pırıl pırıl bir şampiyonluktan sonra beklenmedik sıkıntılar yaşıyor. Oyuncu kayıpları, sakatlıklar, yeni oyuncu gruplarıyla bir türlü oturmayan oyun sisteminin arızaları… Marek Hamsik’in sakat olmadığı halde kenarda oturması, takımdaki gözle görülür yılgınlık gibi gariplikler çözümü zor sorunların göstergesi. Trabzonspor yönetimi de taraftarı da bu takıma ve hocasına güvenmelidir. Sen de sakin ol hocam… Açılmayan kapıların anahtaru sendedir, unutma
‘Al topumu sen oyna!
TRT Spor’da dikkatle dinlediğim Faruk Mutkan, önemli bir bilgi aktarıyor: “Alanyaspor’un kazandığı maçlardaki topa sahip olma oranı yüzde 48… Kaybettiği maçlarda ise top Alanyaspor’un… Yüzde 63!”
Dünya Kupası’ndan sonra Süper Lig’imizde de gördük ki artık topa sahip olmak başarının anahtarı değil… Kaybettiğin topu saniyede yeniden kazanmak… Çok çabuk kullanmak ve mümkünse en az pasla rakip kaleye gitrmek…. Bu işi beceren takımlar sadece maç kazanmıyor. Ligimize de renk veriyor marka değerini yükseltiyor. Francesco Farioli’ye ve Alanyaspor’a teşekkür borcumuz var.