60’lı yılların ortaları, İzmir... Bir Polis Musa vardı... Kısa boylu, sevimli, güleç yüzlü, kimseyi kırmamaya çalışan, herkese “Efendim” diye seslenen...
Tam da “polis olamayacak adam” (!) profiline uygun “cana yakın” biri...
Polis Musa, Konak’taki Emniyet Müdürlüğü’nde görevli bir “libero “idi adeta... Hemen her işe koşturur, özellikle biz polis muhabirlerinin bültenden çözemediği sorulara yanıt ararken, bazen de “forsunu kullanarak” çok özel ayrıntıları yakalardı.
Polis Musa’ya hepimizin gönül borcu vardı... Bir gün ünlü trafikçi Komiser Cabir Abi, Polis Musa’ya “ Oğlum anlatsana şu Çankaya maceranı...” diye takılınca, hiç nazlanmadı. Biraz da kendi kendini ti’ye alarak anlattı:
“-Çankaya meydanındaki dört yolun merkezinde trafik noktasında görevliyim... Trafiğin akışına göre kolumla bir tarafı durduruyor, ötekine geçit veriyordum. Düdüğüm de çok keskindi.“
Musa, yol üstündeki otoritesinin yanı sıra işinin zorluğunu da anlatıyordu:
“-Pür dikkat tüm yollardan yaklaşan araçlara bakardım... Bir sabah Gazi Osmanpaşa Bulvarı’nda İkiçeşmelik yönünden siren çalarak gelen cankurtaranı (ambulans) görerek “geç” işareti verdim. Sonra karşı yönden çıkıp gelen itfaiye araçlarını gördüm, onlara da “geç” işareti... Buraya kadar sorun yok. Asıl bomba Fevzipaşa Bulvarı’nda patladı... Basmane yönünden gelen araç, Merkez Komutanı’nın makam aracıydı. Durdurup bekletemezdim. Verdim “geç” işaretini...Derken Konak’tan da kırmızı mavi ışıklarıyla bizimkiler gelmez mi!” Polis Musa başını öne eğerek, mahcubiyetle öykünün sonunu getirdi :
“- İşte orada film koptu. Üç öncelikli araç birbirine girdi. Allah’tan, cankurtaran kazadan sıyırdı!”
Polis Musa’yı saygıyla anıp trafik macerasını köşeye taşımamın nedenini tahmin edebilirsiniz.
Aradan 50 yıldan fazla zaman geçti, trafik noktaları kalktı, elektronik ışık sistemi yerleşti ama...
İyi niyetli, herkesi memnun etmeye çalışan Polis Musa’lar hayatın her alanında var.
Özellikle futbolda.
Hiç darılmasın... MHK Başkanı sevgili dostum Yusuf Namoğlu’nu da Polis Musa’ya benzetmeye başladım ben.
Hakem atamalarında kulüplerin kara listesine özen (!) göstererek kimseyi kırmamaya çalışan, kart uygulamalarında - seminerlere rağmen - hakemleri kafa karışıklığından kurtaramayan, penaltı kavramının tanımını - vaziyete göre - çelişkili uygulamalarla yorumlayıp, herkesin oyuna saygısını, adalet algısını zedeleyerek...anlaşılmaz raporları ile yüksek notlar veren gözlemcilerini uyarmadan hayal kırıklığı yaratan bu sürecin artık bitmesi gerektiğini düşünüyorum.
Şimdi dört ayrı yönden tam gaz şampiyonluk hedefini kovalayan kulüpler de bu kaotik ortamdan en az kayıpla çıkmak için ellerinden geleni (!) yapıyor, yapmaya çalışıyor. Kural ihlalleri dahil.
İşin zor, çok zor Musa!. Son söz: “Herkesi memnun etmeye çalışan, sonunda herkesin şikayet ettiği adam olur!”
Unutma, n’olur!
Teşekkürler İsmail
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin en önemli kurumlarından biri Spor AŞ idi. 7 yaşındaki miniklerden 70 yaşındaki dedelere kadar spor kültürü adına ne varsa yüklenen ve halkla bire bir ilişki kuran büyük bir kurum.
Spor AŞ memleketin sportif yaşamına bir rekabet unsuru olarak girmedi. Öyle bir tercihte bulunmadı. Tam aksine yarışan değil, yarışa hazırlayan bir misyonu üstlendiler.
İstanbul Maratonu’nu geliştirerek altın kategoride dünya markasına dönüştürdüler. Yarışma değil, organizasyon temelli bu anlayış kısa zamanda başarıya ulaştı, örnek oluşturdu. Şirketin adı Spor İstanbul oldu. Haydi daha da kısa anlatalım : Sporİstan...
Geçen hafta Sporistanbul Genel Müdürü İsmail Özbayraktar’ın görevden alınarak Metro işletmelerine danışman olarak atandığını öğrendim. Belediyelerde ve kamuda böyle değişiklikler sıkça olur. Ayrıntılara girmek istemem. Görevini tertemiz yapan İsmail’e teşekkürü de borç bilirim.
Derya Hocam uyarıyor
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nöroloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Derya Karadeniz, Gomis’in vazovagal senkop nedeniyle bayılmasını yorumlarken, şunları söylemiş : “Saha içindeki durum karşısında istirahat etmesini istemek için doktor olmaya gerek yok.”
Derya Hocam, iki yıldan beri uykusuzluğumu başarıyla tedavi eden doktorumdur. Bilime saygı adına söylediklerini ciddiye almak gerekir. Bu durumda onu oynatmaya devam eden Galatasaray’ın sağlık ekibine de teknik heyetine de “ Aman haa!” demekten kendimi alamıyorum.
Adalet tırmanırsa...
Alper Ulusoy’un hala çözemediğim Talisca’ya sarı kart kararının iptali için Beşiktaş, Futbol Federasyonu’na başvurmuş...
Başvurularının çok haklı olduğunu düşünüyorum. Peki umudum var mı ? Hayır,yok. Ama sıkıldığım bir şey var. Sahadaki kararları kurullara, kurul kararlarını federasyonlara taşıyarak adaleti tırmandırmak, adilane kararları daha da üst kurullarda aramak çare olduysa... Bilin ki kulüpler de çaresizdir artık!
CEBİMİZDEKİ HERKÜL
Türk sporunun tartışmasız en büyük şampiyonu Naim Süleymanoğlu aramızdan ayrılalı çok olmadı. Anılarımız ve acımız hala taze. Naim’in performansını, dünya ve olimpiyat şampiyonluklarını araştıran, inceleyen, hayatını didikleyen çok kitap okuyacaksınız önümüzdeki yıllarda... O kitapların çoğunda Tayfun Bayındır “referans” kişi olacak. Kaynağın ta kendisi. Tanıklığın da ötesi. Türkiye’de Naim’i en yakından izleyen iki gazeteci de Milliyet’te. Tayfun Bayındır ve Cemal Ersen... Tayfun Cep Herkülü’nü çok kısa sürede yazdı. A7 yayınlarının kitabında yazdıklarının hepsi de gerçek... Yaşanmış gerçek. Hele Cemal’le ( Ersen ) katıldıkları bir Savaş Ağaoğlu sofrası var ki... Belki de her şeyin düğüm noktası orası.
Eline sağlık Tayfun. Cemalciğim, galiba sıra sende!