Sanki çiçek sepeti gibi bir karşılama ve ön kabul ile hazırlamıştık Fransa’yı... Sadece Fransız medyası değil, bizler de Dünya Şampiyonu’nun kazanmasını gayet doğal karşılıyorduk. En ilginç olanı da Şenol Hoca’nın öngörüsüydü. Elbette yenmek için sahaya çıkacaktık. Ama 1 puan da olumlu bir kazanım demekti. Fransa’daki bahis siteleri de aynı rüzgara kaptırmışlardı kendilerini... Bahis oranları açıklandığında hiç şans tanımadıkları için Türkiye’nin galibiyetine 6.75, beraberliğe 4.30, Fransa’nın galibiyetine de (en doğal olasılık) 1.53 veriyorlardı. Bir başka ön kabulümüz de Fransa’yı baştan grup lideri ilan etmemizdi. Federasyon Başkanımız Nihat Özdemir de “Bizim asıl rakibimiz İzlanda” diyordu. Genel kabul gören hedefimiz grup ikinciliğiydi.
O kadar ki TRT Spor Sabahı programındaki moderatörüm Deniz Satar’a “Bizim hedefimiz birincilik olmalı” dediğimde şaşırmıştı.
Evet, grup ikincisi olarak finallere gidebilirdik... Ama üçüncüyü geçip de ikinci olmaktansa, Fransa ile başa güreşip kaybederek ikinci olmak daha saygıdeğer bir yaklaşımdı. Neyse… Çoğumuzun kalbinin bir köşesinde yatan minik aslan (galibiyet umudu) maçın başından itibaren büyümeye başladı. Öncelikle ezeli derdimiz savunmada son yılların en akıllı kurgusuyla sakin ve çabuk oynayarak, Zeki, Merih ve Kaan Ayhan’la çok iyi yer tutup yerleşerek… Ama ille de Mbappe’ye sol kanadı dar eden Hasan Ali Kaldırım’la sürekli özgüven tazeleyerek oynadı çocuklar… İlk yarı boyunca Fransa’ya tek isabetli şut şansı tanımadılar. Griezmann’ın isabetsiz şutuyla kaleyi hatırlamış oldular, o kadar. Cengiz ve Kenan’la hücum denemeleri yapan Milli Takım, ilk yarım saat dolarken, aradığı golü duran topla buldu. Soldan Cengiz’in kullandığı serbest vuruşta ceza alanındaki Merih topu kafayla kale ağzına çevirdi. Orada da Kaan Ayhan, kalplerimizdeki yatan aslanı uyandırıverdi. Dünya Şampiyonu Fransa’ya iki stoperinin yardımlaşmasıyla golü atmak, herhalde alkışlanacak bir beceri örneği olmalıydı.
Konyalılar da takdirlerini esirgemediler, coştular, coşturdular. O golün üstüne yatıp beraberliğe razı bir “yaslanma” yanlışına da kaptırmadı kendini Milli Takım. O oyunun üstüne koymak için koştular. 40’da Cengiz Ünder’in Dorukhan asistiyle attığı gol, rüyalarımızı değil, gecemizi ve oyunumuzu süsleyen bir ödüldü. Eh yani, Türkiye de liderlik hesapları yapabilirdi artık.
Didier Deschamps ilk yarıda uğradığı şok sonrası ikinci yarıya başlarken Digne ve Matuidi’nin yerlerine Coman ile Mendy’yi oyuna sürdü. Bu değişiklik beklediği oyun akıcılığını ve aradığı boşlukları getirmedi. Şenol Hoca ise 85. dakikaya kadar istifini bozmadı. İrfan Can-Ozan, Cengiz-Yusuf, Dorukhan-Abdülkadir değişikliklerini yaptı. Sadece enerji kattı sahaya. Coşkunun ayarıyla oynamadı.
Hiç ayırmadan hepsine “harika adamlar” diyorum. Golcülerimizi alkışlıyorum. Savunmacılarımız, orta alandaki delikanlılarımız ve hücumdaki efelerimizle gurur duyuyorum.
Hele Burak Yılmaz… Sezon sonunda o bitmeyen koşular da neydi? Dedik ya hepsi de şahaneydi!