TFF, Süleyman Seba’nın ölümünden sonra en anlamlı sezon kararını aldı. Kimse kusura bakmasın, güncel duygusallıklarla sezonun adandığı bazı kişiler, kamuoyunda sürpriz etkisiyle algılandı bugüne kadar.
Fikstürü çekilen 2018-19 Süper Ligi’nin Lefter Küçükandonyadis’e, bizim Lefter Abimize ya da İslam Ağabey’in Takiros’una adanması sadece Fenerbahçelileri değil, memleketin dört köşesindeki her yaştan, her renkten cümle futbolseveri sevindirdi. Y kuşağı, Z kuşağı evlatlarımızın da büyüklerinden dinlediği Lefter efsanesini sezon boyunca daha iyi kavrayacaklarına, seveceklerine inanıyorum.
Futbolda oyunun ne kadar önemli, paranın da ne kadar geçersiz olduğunu anlatan biriydi Lefter Abi.
Hiç bir futbolseverin -kulüp renkleri ne olursa olsun- kendi kalelerine gol attığı maçlarda bile Lefter’e küfrettiklerini duymadım ben.
Nisan ayında Sapancalı dostum Faruk Bayraktar’la Büyükada’ya gittik. İki aile valiz ve çantaları bıraktıktan sonra doğruca Lefter Abi’nin kabrine yöneldik. Büyükada Rum Ortodoks Mezarlığı’nda, hayret ettim, her yaştan, her kültürden, her giyim biçiminden insanlar, çoluk-çocuk, kadın -erkek Lefter Abi’nin kabri başında toplanmış dua ediyorlardı. Anladığım kadarıyla yüzde doksan dokuzu müslüman olan bir topluluktuk.. Faruk’a ne yaptığını sordum. Fatiha okuduğunu anlayıp sustum. Yediden yetmişe halkın hafızasına nakşolmuş Lefter Abi’ye karşı sevgim ve saygım o tablo ile katlandı.
Olayın bir de sosyal medya yanı var. Orada bir tweet atmış delikanlı: “Koca sezon kala kala bu Rum’a mı kaldı!” diye edepsiz bir espri yapmış. Neyse ki sosyal medyada araştırarak öğrendikten sonra haddini bildirmişler: “Oğlum, sen bedelli kampanyasını sürdüredur Lefter Abi bu memleket için dört yıl askerlik yaptı.”
Hiç bölge ayrımı yapmadan, İstanbul, İzmir, Gölcük filan diye torpil aramadan, sesini çıkarmadan Diyarbakır’da askerlik yaptı Lefter Abi. Askerliği sırasında ona sahte lisans çıkartıp bir de bıyık (!) takarak Ayspor takımında oynattılar Lefter Abi’yi. Herkes biliyordu bu kurnazlığın ayrıntılarını. Ama rakip takım ve hakem dahili hiç kimse sesini çıkarmadı. Görmezden geldiler. Hepsi de onun çalımlarını seyretmek için maça koştu.
Türk futbolunun en eski tartışmalarından biri de “Hangisi en büyük?”tü. Lefter mi, Kefal Fikret mi? Bu soruyu ikisine de sordum. İkisi de karşısındakini işaret etti. Kefal Fikret (Arıcan) sonradan kulüp başkanlığı yaptığı dönemde de “Lefter” der, başka şey söylemezdi. Lefter Abi de şöyle konuşurdu: “A canim benim aklım golde, çalımda. Savunma yapmam, arkama bakmam. Ama Fikret öyle değil.Kaleci hariç her yerde oynadı o. Ve oynadığı yerlerin en iyisi hep oydu.”
6 Haziran 1960’da Ankara’da oynanan ve 4-2’lik galibiyetimizle sonuçlanan İskoçya maçından sonra Avusturyalı hakem Steiner, Lefter Abi için “O bir profesör” der. O konuşmaları tercüme eden emektar Manol, gazetecilere dönerek Steiner’in hayranlığını parlatır: “Ona profesör dedi... Ordinaryüs!”
Lefter Abi, maçlara seyrek giderdi. Genellikle oynanan oyunu beğenmez, sıkılırdı. Uzunca bir dönem Milliyet’te yazdığı için görev gereği basın tribününde oturdu. Bir de not düşelim: “Rıdvan bizim oğlumuz. Ben onu çok seviyorum. Sanki sahada ben oynarmışım gibi oynuyor!”
Lefter Abi’yi daha iyi tanımak isteyenler, internette her türlü bilgiye ulaşabilirler.
Şimdii ... Lefter Abi ‘nin anısına: Atılan her golü alkışlayalım. Skor tabelasına takılıp kalmayalım. Oyuna saygı gösterelim. Küfürsüz, kavgasız.. Polemiksiz, güzel oyunu (joga bonito) paylaşalım...
Joga Bonito... Veyahut Lefter Abi!
Ver Lefter’e yaz deftere
İstanbul deyince aklıma
Stadyum gelir
Kanımın karıştığını duyarım ılık ılık
Memleketimin insanlarına
Daha fazla sokulmak isterim yanlarına
Ben de bağırırım birlikte
Avazım çıktığı kadar
Göğsümü gere gere
Ver Lefter’e
Yaz deftere
(Bedri Rahmi Eyüboğlu)
Ferdi Taygan, İpek Soylu, Yankı Erel
70’li yılların sonu, 80’lerin başı. Wimbledon’da bir Türk tenisçi var. Gözlerimiz dört açılıyor. Tanımaya çalışıyoruz. Ama bir burukluk: Ferdi, Türkçe bilmiyor. ABD vatandaşı. Taygan tenisten kazandığı 668 bin dolarla mutlu bir emeklilik yaşıyor. Boş zamanında Türkçe öğrendi mi, bilmiyoruz.
Tenisteki her açık turnuvada, her Grand Slam’da Türk sporcu hasretiyle yanar tutuşurum. Bu hasrete İpek Soylu, Çağla Büyükakçay zaman zaman su serpti.
Şimdi de Yankı Erel... 17 yaşında Tekirdağ’da eline aldığı raketle İstanbul’a yürüdü. Oradan Wimbledon’a... Çift erkeklerde de şampiyon oldu.
Diplomasideki gurur gibi... Wimbledon’da şampiyonlarla aynı masaya oturdu. Buradan Erel’i, ailesini, federasyonu ve antrenörlerini kutlarken bir öneride bulunmak isterim: Sponsorlukla ilgili düzenlemeler yeniden ele alınırken, Yankı gibi sporcular için en az beş yıl sponsorluk yapan kişi ve kurumlara da devlet bazı güzellikler yapsın.
En güzel final..
Rusya 2018 tam da beklendiği gibi bir final maçıyla bitti. İngiltere ile birlikte turnuvanın en genç (26) iki takımından biri olan Fransa, hak ederek kazandı. Yarı finalistler belli olduğu zaman üzüldüm. Keşke dördü de şampiyon olsa, diye.
Bir yandan VAR... Öte yandan “Starsavar”... VAR sistemi sayesinde daha adil daha gerçek kararlar verildi. Messi, Ronaldo, Rodriguez, Iniesta, gibi putlar çabuk devrildi. Turnuvaya 20 yaş altı yedi genç katıldı, en iyisi Kylian Mbappe oldu. Fransız Milli Takımı’nı ve Didier Deschamps’ı alkışladık. Tam da final gündeminde yer alan başka bir güzel haber vardı: Fransa, anayasasından ırk sözcüğünü çıkardı. Zaten şampiyon takım da onu gösteriyordu. Yarısı müslüman bir Fransa. Keşke hayatın her alanında böyle güzel olsa!
Evet, onlar da beraber ıslandılar final yağmurunda... Putin’e şemsiye ver, ötekilere FIFA Başkanı İnfantino, Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Hırvatistan Cumhurbaşkanı Grabar-Kitaroviç’e havlu (!) bile uzatma.. Neyse Kupa her şeyi unutturdu.
İlaveten... Protokol tribününde herkes birbirini kutladı, kucakladı... 2008’in Türkiye tablosunu hatırladım: Hırvatistan maçından sonra federasyon başkanı rahmetli Hasan Doğan da değerli eşine coşkuyla sarılıyor, zaferi kutluyordu.
O gün yendiğimiz takım, bugün final oynadı... Futbolda yok yok, her şey VAR!