Netameli bir maç izledik. Doğru bir kararla penaltı kazanıp Hakan Çalhanoğlu’nun attığı golle 1-0 öne geçmek, tam da ihtiyacımız olan bir ödüldü. Hayır, kimsenin hediyesi anlamında değil, gayretimizin bir şekilde karşılık bulduğunu anlatmaya çalışıyorum. Bareiro’nun ceza alanında topa elle müdahalesi tartışmasız penaltıydı. Tartışılır oyunumuz için biraz rahatlama, nefes alma, stresten uzak durma fırsatıydı o gol.
Faroe Adaları ve Litvanya karşısında güldür güldür top oynayıp sel gibi goller atan Milli Takım, Kuntz’un dediği gibi, en ciddi rakibiyle oynadı dün. 50 yıl önce Milli Takımımızı 2-0 yenip bizi ateşli tartışmalara yönelten Lüksemburg, sonrasında o tarihi geliştirememişti. Ama dün 37’de attığımız golden sonra hiç bozulmadan, paniğe kapılmadan oynayarak, oyuna ortak olarak yorgun bizimkilerin keyfini kaçırdılar. Koca bir sezonun hemen ardından başlayan Uluslar Ligi’nin kimseyi memnun etmediğini de biliyoruz.
Özellikle endüstriyel liglerdeki oyuncular, UEFA’nın icat ettiği bu Uluslar Ligi’ne itiraz ediyorlar. Bizim oyuncularımıza bakarsak… İçeride - dışarıda oynayanlar ne kadar yakınsa haklarıdır.
Faroe ve Litvanya maçlarından sonra iki nedenle zorlandılar. Birincisi fiziksel yorgunluktu.
İkincisi de zihinsel olarak kafalarını boşaltmaya, sezonun yüklerinden kurtulup kısacık tatillerini yapmaya ihtiyaçları varken, üstüste gelen maçların üçüncüsünde sıkıldılar.
Lüksemburg futbolu beklemediğimiz biçimde gelişmiş. Avrupa’nın irili ufaklı takımlarında oynayan oyuncuları var. Bizim Eyüpspor’da kiralık oynayan Rodrigues de onlardan biri. Doğru oyunu yeterli bir enerjiyle oynamaya çalışıyorlar. Bizimkilere paslaşma, dripling ve oyun kurma fırsatları vermediler. Hele ikinci yarıda oyuna öyle ortak oldular ki canımızı sıkacak kaza golüyle gelebilecek beraberliği de düşünmeye başladık.
Cengiz ve Hakan, kendi klaslarının gerisindeydi. Dorukhan, Merih, Çağlar, Ferdi, Doğukan gayretliydi. Halil de etkili olamadı.
Oyuna sonradan giren Serdar Dursun’un attığı gol hem Milli Takımı rahatlattı hem de kendi değerini bir kez daha ortaya koydu. Bu Serdar Dursun, iyi oynayan her takımda leblebi gibi goller atar. Fenerbahçe kıymetini bilmeli, oyununu geliştirmeli. Kaldı ki Serdar’ın da durmaya hiç niyeti yok, ilerleyecek.
Stefan Kuntz, takımın eksiklerini sayarken haklı. Onların giderilmesi, takım sistematiğinin oturtulması ve oyuncuların birbirine alışması için zamana ve denemeye ihtiyaçları vardı. İşte Uluslar Ligi’nin belki de en yararlı yanı bu!
Bizim futbolumuzda altın kuşak olarak tanımladığımız yeni oyuncuların sahneye çıkması eskisinden daha sık aralıklarla gerçekleşmeye başladı.
Bu çok umut veren bir gelişme. Şimdi yapılacak iş, kendimize yakıştıramadığımız bu C kategorisinden kurtulup hak ettiğimiz daha zor B grubuna geri dönmek ve elemelere kadar takım sistematiğini oluşturmaktır.
Yol açık ve aydınlık… Haydi koşalım çocuklar.