Çin galibiyeti, şifa oldu
Yüzüncü yılını dolduran olimpiyat tarihimizin, “ilk takım başarısı” voleybolcu kadınlarımız tarafından yazıldı. Çin ile karşılaştıkları çeyrek finalde 5 setlik inanılmaz bir maceranın kahramanları oldular.
Karşılıklı denge içerisinde geçen maçın ilk setini 25-23 Çin kazandı. İkinci sette (25-21) toparlanarak müthiş bir güç gösterisi sergiledi oyuncularımız. Vargas, bir torpido gibi hemen her atışında Çin’i adeta dağıtarak hem takımın moralini yükseltti, hem de maça inanılmaz bir keyif kattı. 3. set (26-24) Vargas ile Ebrar’ın ağırlıklarını koyduğu baskılı bir oyun ile kazanıldı. 4. sette (25-21) Çinliler, bütün enerjileri ile yüklenerek, milli takımın hem fizik hem de moral olarak yorgun düşmesine neden oldu. Ayrıca Hande Baladın ve Gizem Örge’nin gözyaşı dökerek sakatlıklarına rağmen verdikleri mücadele takdir kazandı.
Santarelli, Çin karşısında rakibin beklemediği iki taktik hamle yaptı. Derya Cebecioğlu ve Meliha Diken’i oyuna sürerek Çin’in oyun akışını engelledi. Korku, heyecan, telaş, sükunet, güven, inanç, kuvvet ve zaafların birbirine karıştığı 15-12’lik karar seti ile yarı final sevincini yaşattı.
Kadın voleybolcularımız, geçen yıl Dünya Kupası ile taçlanan büyük şampiyonluklarla yaşanan o muhteşem maçlardan sonra, anlaşılan o ki, yorgun düşmüşler, yeterince dinlenememişler. O yüzden, sık sık yorgunluk belirtileri takımın olimpik oyunlarını etkiledi.
Bu arada, takım içinde Antrenör Santarelli’nin huzursuzluğu, bazı oyuncular arasında kamuoyunu meşgul eden çekişme, laf atmalar ve dedikodularla dolu küçük olaylar da, moral bozmaya yetti. Başkan Akif Üstündağ’ın yerinde müdahaleleri ve oyuncularla kurduğu baba-kız ilişkileri, sorunların büyümesini ve derinleşmesini engelledi. Elbette, eleştirilebilecek birkaç önemli konu var. Ama bunlar, futbolda olduğu kadar akıl tutulmasına neden olmuyor. Sporcuların arkadaşlıkları, kırgınlıkları, alınganlıkları geçici sorunlar. Çünkü hepsi, karşısındakinin değerini biliyor ve takdir ediyor.
Akif Üstündağ Başkanımız, geçen sezon yaptığımız olimpik söyleşide “Bronzu hiç kimse tercih etmez. Finale çıktığında da, gümüşü kimse istemez. E artık, gönlümüzde yatan alanın ne olduğunu herkes biliyor. Gerisi de kısmete kalmış” demişti. Bu öykünün sonunu heyecan ile bekliyoruz.
En kötü Olimpiyat
Paris 2024, benim 8. olimpiyatım. Zaman ilerledikçe olimpiyatların başarı öyküsüne dönüştüğünü, krizlere ve çatışmalara rağmen insanoğluna nefes aldırdığını kabul etmeliyiz. Bu anlamda bakınca, Paris, önceki olimpiyatlar kadar parlak olmadı. İlk önemli neden, yıldızların ve rekorların beklenmedik biçimde kıtlığıdır. Mundo Duplantis’in sırıktaki 6.25 metrelik rekoru beklentileri tam olarak karşılamıyor.
Parisliler, kenti terk etmiş. Polis egemenliği, kenti yasak bölgeye çevirmiş. O nedenle, gideceğini yere otomobili sokamıyorsunuz ve 500-600 metrelik yürüyüşlerle yorulup zaman kaybediyorsunuz.
Voleybol maçını izlediğimiz South Paris Arena, çok sevimli bir yer değil. Alüminyum merdivenler ve simsiyah brandalarla heyecanını ve cazibesini kaybetmiş. İçeride sanatsal ışık ve efekt gösterileri yok. Buna karşılık, seyircilerin büyük çoğunluğu 100 basamak tırmanmak zorunda. Bütün büyük organizasyonlarda olduğu gibi, asansörler çalıştırılmıyor. Londra’da eski salonun içine çelik konstrükiyon ile modern bir voleybol salonu inşa edilmişti; ve orada yürüyen merdivenler, hareketli rampalar vardı. Fransa, bu anlamda resmen geride kaldı.
Seine Nehri’ndeki açık yarışlar da, skandala dönüştü. Antrenman yapan sporcular kusarak, odalarına kapanıp tedavi görerek endişe yarattılar. En önemli garipliklerden biri de, 2 euroluk metro biletlerin, olimpik tarife ile 4 eurodan satılmasıydı. Dünya Kupası ve Olimpiyat Oyunları’nda gelen görevli ve seyircilere ulaşım hizmetleri, mümkün olduğu kadar ucuz tarifelerle verilir. Fransızlar, bu anlamda sosyal hizmet kavramını da unutmuş görünüyorlar.
Son 20 yıl içinde Olimpiyat Oyunları, spor ve sanatı buluşturdu. Paris’te skandal tablolara rağmen, sanatın yerini alması olumluydu. Tiyatro yönetmeni Thomas Jolly, her şeye rağmen iyi bir iş yapmış sayılabilir. Ancak, gelecek olimpiyatlar bilim insanlarını da açılışa davet etmeli, bilime pencere açmalı. Gençlerin bilim ile arasındaki mesafenin kısaltılmasını sağlamalı. Bilim, sanat ve spor birleştiğinde, o sacayağı, inanıyorum ki çok daha verimli kaynaşmaları mümkün kılacaktır.