Sorunun yanıtını hemen vereyim: Var. Peki niye soruyorum? Acaba tarihçiler, hukukçular, sosyologlar ve siyasetçiler kadar sporcular da o masanın etrafında toplanabilirler mi?
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bir yandan siyasetle uğraşıp “metal yorgunluğu” hamleleri yaparken, bir yandan da Almanya ile, ABD ile uğraşıyor. Türkiye’nin uğradığı haksızlıklara yanıt veriyor, çözüm arıyor. Öte yandan askerimiz de TBMM’nin desteğiyle İdlib’e girip kara harekatı ve kararlılık gösteriyor.
Şimdi bir parantez açalım:
Sayın Cumhurbaşkanı gündemin kazanlarda kaynadığı şu günlerde karaciğer nakli operasyonu geçiren unutulmaz haltercimiz, dünya rekorlarını parçalayıp şeref kürsülerine çıkan, olimpiyatta cümle aleme parmak ısırtan Naim Süleymanoğlu’na da ilgi göstermekte, koruyucu özel kıyafetle yoğun bakıma girip hal-hatır sormaktan geri kalmıyor.
Onca görüşme ve telefon trafiği arasında Avrupa Şampiyonu Ampute Milli Takım yöneticilerini ve kaptanını da kutlamayı ihmal etmiyor.
Spor, Cumhurbaşkanı’nın ajandasında her zaman vazgeçilmez bir yere ve ayrıcalığa sahip. Spora duyduğu sevgi, saygı ile inancı ve heyecanı sayesinde ülkenin sportif başarısı için - bazen gereğinden de fazla - elinden geleni yapmaya, katkı vermeye, devletin tüm olanaklarıyla desteğini sürdürmeye özen gösteriyor.
Bir de şu “ruhsuzluk” meselesi var. Cumhurbaşkanı, Ampute Milli Takım Kaptanı Osman Çakmak’ı kutlarken “Seni A Milli Takım’a almak lazım. A Milli Takımdakilerde o ruh yok” diyor. Gerçekten ağır sözler. Cumhurbaşkanı bilmez mi sporcunun ruhunu? Bilir. Bu ağır sözler ancak bir sitem olarak kabul edilmelidir. Haksız da değildir Erdoğan.
Şimdi gelelim şu yuvarlak masaya...
Türkiye’de spor bir yandan ilerler ve gelişirken, bir yandan da yozlaşıyor. Sporla hiç ilgisi olmayan konularda hır çıkarıp çatışıyoruz, çatlıyoruz, bölünüyoruz. Gündelik politikalardan ve çıkarlardan uzaklaşıp uzun vadede başarıya ulaşacağımız yolları bir türlü aydınlatamıyoruz. Gruplar, kliklerle birlikte bir de sulta kurmuş yöneticiler Türk sporunun - özelde futbolumuzun - damarlarını tıkıyor.
Kader bizi kangrene sürüklüyor.
Sporu böylesine seven, gündeminden düşürmeyen Cumhurbaşkanı varken, Beştepe’de bir seri yuvarlak masa toplantıları yapılabilir. Efsanelerdeki Kral Arthur ve Yuvarlak Masa Şövalyeleri gibi. Kimse çıkarı için konuşmaz. Ortak çıkarlar ve idealler için çözüm aranır, tartışılır. Herkes -kral dahil- birbirine eşit mesafededir. Herkes birbirini dinler, uzlaşır.
Özetle sporumuzun bir yuvarlak masaya ihtiyacı var. Acilen... Cumhurbaşkanı’nın ciddiyetiyle. Aksi halde ameliyat masasına gideceğiz...
Korkarım ki kurtulamayacağız.
Üstün hizmet madalyası
Ercan Güven ne de güzel bitirmiş yazıyı... Che Guevara’nın sözleriyle: “Zor olduğu için cesaret edemediğimiz şeyler; aslında biz cesaret edemediğimiz için zordur.” Nazım Hikmet’in de yolunu aydınlatan müthiş bir ders.
Ampute Futbol Milli Takımımız’ın Avrupa Şampiyonluğu, hepimizi sarstı, gözlerimizden sevgi ve mutluluk sellerini akıttı. Gurur sel oldu, sıkıtı duvarlarını yıkıp geçti, umuda ve mutluluğa ulaştı. Cesaretin ne olduğunu gösterdi.
Hadi itiraf edelim, ampute futbolun kurallarını bile bilmiyorduk. Egelliler Spor Federasyonu, Türkiye Futbol Federasyonu ve Turkcell’in “Türkiye Futbol Oynuyor” projesiyle öğrendik. Teşekkür ederiz. Başarısızlıktan, spordaki çatışmalardan, huzursuz tribünlerden sıkılmıştık... Sayelerinde geri döndük. Teknik direktör Uğur Özcan ve Gazi Osman Çakmak’ın kaptanlığındaki takım sabır ve ısrarla çalıştı... Kazandıkları Kupa’dan fazlasını bu millete verdiler. Özellikle de evde oturan engelli kardeşlerine “Çıkın hayata katılın, çalışın, oynayın, kazanın!” mesajını ilettiler. Onları uyandırdılar.
O nedenle işte ampute kardeşlerin tümüne “Devlet Üstün Hizmet Madalyası” verilmesini öneriyorum. Naçizane.
Besni, Urfa’ya fark atar!
Kişisel iddiam budur. Bu fark meselesini yazının sonuna bıraktım.
Efendim, Cumartesi günü iki değerli meslektaşım ve kardeşimle -Fatih Kuşçu, Mehmet Ayan- Besni Eğitim Vakfı’nın düzenlediği panele katıldık. Tüm ziyaretimiz, konuşmalarımız ve sohbetimiz 5 saat içinde başladı ve bitti.
Besni Belediye Başkanı İbrahim Öztürk, Vakıf Başkanı Ali Balta, Vakıf Müdürü Emine Oğuz, İstanbul’da yaşayan Besnili dostum Mehmet Baykara, Adıyaman Üniversitesi’nden genetikçi hocamız Prof. Haydar Bağış’la çok güzel konuları, bilgileri paylaştık. Siyaseti değil, hayatı ve sporu konuştuk. Besni’nin çarşısına, babadan oğula geçen o güzelim esnaf kültürüne hayran olduk. Tevazu ile dostluğun bu kadar iç-içe girdiği pek az yer var yurdumuzda. Hepsine teşekkür ediyoruz. Bir de Besni tavası var ki, patlıcan, et, sarmısak ve domatesin en mutlu beraberliği bu olsa gerek.
Bu arada tıpkı Urfa biberi gibi kıvrık, şekli bozuk dolmalık biber görünümündeki Besni biberini de tattım. Ben acı biber fanatiğiyim. O nedenle diyorum ki darılmak yok, Besni Urfa’ya fark atar!..
Selam olsun Ironman’e
Nuri Özaltın’ı saygıyla anıyorum. Ebediyete göç ederken geride çok değerli manevi bir miras bıraktı: Spor aşkı.. Devletten bir kuruş almadan Gloria Sports Arena’yı yaptı. Çocukları da o arenada uluslararası spor etkinlikleriyle babalarının izinden yürüyorlar.
Bir turizm firması olmakla birlikte Gloria sporla ticareti asla karıştırmıyor. O nedenle yaptıkları temiz hizmet örnek sayılmalı.
Bu yıl Ironman 70.3, üçüncü kez Türkiye’de düzenleniyor. Triatlonun zirve yaptığı bir organizasyon bu... 13-15 Ekimde 55 ülkeden 1500’ün üzerinde sporcuyla 100 takım mücadele edecek. Dünya Halter Federasyonu’nun Antalya’daki şampiyonayı Türkiye’den alması, diplomatik keyifsizler yanında Ironman, hem turizme hem de spora nefes aldıracak bir etkinlik. Elif Özdemir’i de kutlamak gerekiyor. Selam olsun Ironman’e!
Sus be Lucescu!
Finlandiya beraberliğinden sonra “Benim hatamdı, cezalı olmasaydım, İzlanda’yı yenebilirdik” diyor. Konuşmalarına dikkat edin. Günü ve kendini kurtarmak için sürekli laf çeviriyor. Galiba bizimle kafa yapıyor.
Bence Lucescu günü kurtaracağına işini yapsın. Laf ebeliğini bıraksın. Tercüman Sinan da hocayı uyarsın, çok iyi olur.