Futbolda unuttuğumuz bir şey var: Aidiyet... Bir yere, bir kültüre, bir kişiye ait olma duygusu. O duyguyla paylaşma ve katkıda bulunma arzusu. Kendini o yerin, o kültürün, o takımın bir parçası olarak hissetme, kabul etme alışkanlığı. Böyle bakınca takımların sürekli değişen kadrolarla oynaması, yıl boyu gelen-giden, oynayan - oynayamayan oyuncu farklılıkları takımları çözdü, aidiyet sorunu da derinleştirdi.
Galatasaray’da örneğin… Bütün aksiliklere, talihsizliklere, yanlışlara ve yanılgılara rağmen aidiyet sorunu da takımın belini büken olgulardan biriydi. Şimdi yenilenen ve tazelenen Arda’nın dönüş tartışmalarına biraz da böyle bakmak gerekir. Arda, hem liderlik karakteri, hem de aidiyet bağları dolayısıyla Galatasaray’da büyük boşluğu doldurabilecek bir oyuncudur. Hayır, davranışlarını, yanlışlarını savunmuyorum. Sadece oyun içindeki Arda’dan söz ediyorum.
Biliyorum, Ocak’ta pek çok kişi Arda’nın transferini istiyordu. Sadece Fatih Terim değil, futbolla ilgili çok çok önemli kişiler… Farklı merkezlerden öneri ve ricalar Galatasaray kulübüne ulaşıyordu. Mustafa Cengiz, bu taleplere gerekçeleriyle karşı çıktı. Başkan olarak tavrını koydu,”hayır” dedi. Bir bölümü “ricasını” geri aldı.
Şimdi, ricacılar ve ısrarcılar yok… Arda Turan da hiçbir kırgınlık, küskünlük göstermeden ameliyat sonrası Başkan’ı ziyaret ederek, geçmiş olsun dileklerini ve saygısını sundu. Teknik Direktör Fatih Terim de istediğine göre artık hem yönetici, hem de başkan babalığıyla Galatasaray’ın çocuğuna bir şans kapısı açmalı… Sadece duygular değil, akıl da bunu söylüyor.
Fenerbahçe’ye bakarsak. Orada da geçen sezon Emre ile başlayan bir aidiyet hamlesi var. Yeni sezon için Gökhan ve Caner’in transfer edilme kararında Belözoğlu’nun o duyguyu sahaya yansıtma istek ve ısrarı çok önemli.
Beşiktaş’a da bakalım. Orada aidiyet sorunu çok büyük. Burak Yılmaz Fransa’ya uçtu. Çok sevilen Gökhan ve çok yararlı Caner, gitti-gidecek. Kim kalıyor geriye? Dorukhan mı? Geri dönen Oğuzhan mı? Necip mi? Fatih Aksoy mu? Rıdvan mı, Güven mi? Söyleyeyim: Hepsi. Çebi Başkan, onlara sahip çık! Hepsi de Beşiktaş’ın çocuğu…
Not: Kimsenin kuşkusu olmasın. Sergen Yalçın Oğuzhan’ı da yeniden zirveye çıkaracaktır. Bkz. Alanya / Ozan Tufan (F.Bahçe)
60 milyonluk cesaret ve güven
Galatasaray yıllar sonra önümüzdeki sezon Avrupa Kupaları’na katılamayacak. Sadece içerideki organizasyonlarda mücadele edecek. Buna rağmen, forma sponsorluğuyla Sixt ve Magdeburger’den 10 milyon dolara yakın bir reklam geliri elde etmesi, hem marka değerini, hem de geri dönüş gücünü bir kez daha kanıtlayan önemli bir başarıdır. Kutlamak gerek. Darısı diğer kulüplerin başına.
Beşiktaş ıskatçı değil!
Beşiktaş Teknik Direktörü Sergen Yalçın, Gençlerbirliği maçından hemen sonra Şampiyonlar Ligi’nde Trabzonspor’un yerine ön eleme oynama olasılığı üzerine ”Orada oynamak Trabzonspor’un hakkı. Onlar oynamalı” dedi. Başkan Ahmet Nur Çebi de aynı gönül enginliğiyle konuşup “Biz orada Trabzonspor’un olmasını istiyoruz” diyerek örneklik sergiledi. Başkana da Hocaya da bravo… Evet, Beşiktaş ıskatçı değildir! (Iskatçının ne olduğunu merak edenler öğrensin...)
Kulüpler Birliği gerçekten birlik mi?
Türkiye Kulüpler Birliği Vakfı, adındaki “birlik” kavramını ne kadar hak ediyor? Gerçekten bir görüş belirleyip politika oluşturarak hem kendilerine hem de Türk futboluna yararlı işler yapabiliyorlar mı?
Yoksa toplantı sırasında tartışıp belli bir görüşü kabul ettikten sonra biraz popülizm, biraz da siyaset yaparak farklı, çelişkili tavırlarla ortalığı mı karıştırıyorlar.
Duydum ki Başkan Mehmet Sepil, çelişkilerden, çatışmalardan ve tutarsızlıklardan sıkılıp bunalmış… Görevi bırakma aşamasına gelmiş. Öte yandan Kayserispor Başkanı Berna Gözbaşı, küme düşmenin kaldırılması konusundaki ısrarı kabul edilmeyince dünkü toplantıyı terk edip dışarı çıkmış, güçlükle ikna edilerek masaya dönmüş. Gözbaşı, Türk futbolunun gözbebeği olmalı… Süper Ligimizin tek kadın başkanı o. Takımı hangi ligde oynarsa oynasın, göreve devam etmeli. Hem aklıyla hem de sosyal gerekçelerle ona çok ihtiyaç var. Öte yandan küme düşmenin kaldırılmasında ısrar etmek de cesaretsizlik, kolaycılıktan başka bir şey değil. Hepsinden önemlisi kümede kalmak için emek verip çile çekenlere karşı da saygısızlık.
Kulüpler Birliği’nin yapısal sorunları da var. Onsekiz kulübün ortaklığıyla bir şirkete dönüşmeleri daha doğru ve akılcı olur. Hem TFF ile bazı işleri paylaşarak sorumluluk üstlenirler, hem de yayın ve isim haklarını pazarlayarak doğrudan gelir elde ederler.. Bugün içeride-dışarıda farklı, popülist yaklaşımlarla hem kendilerine zarar veriyorlar, hem de birlik olamıyorlar.
Haydi bakalım… Sporun ve ekonominin doğrularında birleşin de görelim.
Çok yaşasın İGC.
1946’da patron ve çalışanlar bir araya gelip baba ocağımızı kurmuşlar. İzmir Gazeteciler Cemiyeti 74 yaşında. Dün üye listelerine baktım, mesleğe başladığım yıllardan abilerim, arkadaşlarım var. Yunan işgaline karşı ilk kurşunu atıp şehit edilen gazeteci Hasan Tahsin Recep’i orada meslek babamız olarak bilir ve severiz biz. İlk ödülümü de bana İGC verdi (1967). Başkanımız Misket Dikmen’i ve sevgili meslektaşlarımı saygıyla, içtenlikle kutluyorum. Çok yaşasın İGC.