9 puan olsa ne yazar!
Nicedir unutulan bir hesap yeniden gündeme geldi. Süper Lig’in “yenilmez” lideri Galatasaray lig tarihinden yeni açılan pencerelerde rekor üstüne rekor kırıyor, inanılmaz bir coşku ile finale koşuyordu. Hak edilmiş bir övünç sezonuydu. Sarı-kırmızılılar hem takım oyununda, hem de yerli yabancı transferlerinde istikrarlı davranıyor, arada Osimhen, İcardi, Mertens, Sara, Torreira ve elbette Muslera ile taraftarlarını eğlendiren harika bir gösteri sunuyordu.
Fenerbahçe hep geriden koşarak izliyordu rakibini. Aradaki puan farkı, öfkeleri, tartışmaları ile gündem oluşturuyordu. Maçlardaki pozisyonlar ve hakem kararlarını kendi açılarından yorumluyor, sonunda Fenerbahçe’nin ağır basan istekleriyle, ligimiz “Süper” olalı yaşanmamış bir uygulama sonucunda Slovenyalı yabancı hakem zirvedeki Galatasaray-Fenerbahçe derbisini yönetiyordu.
O gün oynanan derbide, çok çirkin görüntülere tanıklık ederek, ifademi de yazıya dökerek kayıtlara geçirdim.
Bugün de özellikle genç taraftarlar için bir anımsatma yapacağım.
1997-98 sezonunda Galatasaray zirvedeki Fenerbahçe’nin 9 puan gerisindeydi. Fatih Terim’in bir önceki sezonda ilk şampiyonluğu kazanmasından sonra, taraftarlar, medyadaki yorumcular, “Bu defa papuç pahalı” diyerek sarı-kırmızılı ekibe şans tanımıyorlardı. O günlerde sektörden bir arkadaşımla iddiaya girip kazandım. Ayrıca 9 puanın kapanmayacak bir fark olmadığını da yazdım.
Üç puan sisteminin, geriden gelene avantaj sağlayan özelliğiydi bu. 1997-98 sezonu... 18 takımlı ligde 16. haftada Fenerbahçe 9 puan öndeydi… İlk yarının sonu olan 17. haftada Galatasaray puan farkını 6’ya indirdi ve gerisi çorap söküğü gibi geldi. Yine de ortadaki gerçekler değerlendirildiğinde, kamuoyundaki “sürpriz” kanaati, çok diplere indi.
Bugünkü gerçeklere baktığımızda… Fenerbahçe hem kadrosunu, hem oyun biçimini değiştirdi. Üçlü savunma çift forvet. İcardi’nin sakatlık ve tedavi döneminde Osimhen bazen tek başına, bazen de kendine verilen yardımcı santrforla çok iyi işler çıkardı. Kerem Aktürkoğlu gibi önemli bir futbolcunun Benfica’ya uçması, hücumdaki baskıyı ve etkinliği azalttı. Abdükerim, Barış Alper, Mertens gibi yıldızlarda form düşüklüğü görüldü. Okan Buruk takımın oyun sistemiyle, transfer tercihleriyle beklenmeyen hatalar sergiledi. Avrupa Ligi’nde çok şaşırtan ve can sıkıcı sonuçlar alan takım son 16 şansını kaçırdı. Geç de olsa Mario Lemina gibi önemli bir yıldızla kadroyu güçlendirmeye çalıştılar.
Fenerbahçe her anlamda istim üzerinde. En sorunlu zamanlarda Mourinho ile üçlü savunmaya döndüler. Stoperde Skriniar gibi yıldızı aldılar. Ayrıca genç takımdan yetişen Yusuf Akçiçek ile savunma güvencesi kazandılar. Oğuz Aydın, İrfan Can Kahveci ile seçenekleri çoğalttılar. Livakoviç’in sakatlığında kale nöbetine geçen İrfan Can Eğribayat tam notlar aldı. Forvet hattında ise Dzeko ve En Nesyri gibi iki dev adam gollerini sıralamaya devam ediyor. Yarın akşam oynayacakları Glasgow Rangers maçını kazanırlarsa UEFA’da önemli bir yol alacaklar.
Bir tarafın durağan bir sürece takılması, maç kazanma alışkanlığından uzaklaşması, takipteki Fenerbahçe’yi iştahlandırıyor. Tablo öylesine karıştı ki Öcal (Uluç) Ağabey son zamanlarda Okan Buruk’un görevden ayrılması tezlerini işleyen birkaç yazı yazdı.
Kendi adıma, her zaman tüm kulüplere aynı mesafeden bakarım. Tarafsız olduğumu herkes bilir. O nedenle Süper Lig’in heyecanını alkışlıyor, ”Arada 9 puan bile olsa ne yazar!” demekten kendimi alamıyorum.
Kapıda kalan hocalar
İki usta antrenörün başına gelenler üzücü. Bir dönem Milli Takım’ın, sonrasında Kadın Milli Takımı’nın teknik sorumluluğunu üstlenen Fethi Demircan hocamız, milli maçlar öncesi ne zaman TFF’yi arasa hep yer kalmadığı yanıtıyla karşılaşıyor. Bazı “cahilce” yapılan açıklamaları da ciddiye almıyor.
Öte yandan Türk futbolunun büyük emektarı Yılmaz Vural hocamız da elindeki “TFF” antetli Passolig kartıyla statlara giremiyor. Küçük bir araştırma yaptım: Bir çok kulüp TFF tribününde tarafsız kimlikle maç seyretmesi gereken Passolig sahiplerine hep “Satıldı, tükendi” yanıtlarını veriyor. O bölgenin biletlerini tıpkı taraftarlarına açtıkları bilet fiyatlarıyla satıyorlar. Ve Yılmaz Abi’yi hep kapılarda üzüyorlar.