Özellikle gurbette yaşayan Trabzon(spor)lular, doğdukları ilin plaka numaralarını ve tuttukları takımın baş harflerini ya araçlarının plakalarına yazdırırlar ya da telefon numaralarını ona göre alırlar…
Onların bu özel istekleri memleketlerine olan bağlılıklarını, takımlarına olan sevgilerini ifade etmekte belirleyici olsa da, özel numarası olmayanlar için elbet de aksini söyleyemeyiz; zira onların özel numaraları beyinlerinde kazılıdır, yüreklerinde yazılıdır…
O anlamda, özel numara kullananların nereli ve hangi takım taraftarı oldukları kolayca anlaşılır.
Bazıları için de durum; yavrunun anasına, erkeğin yavuklusuna, hastanın sağlına kavuşması gibi bir şeydir…
Onlar için doğdukları yer ve taraftarı oldukları takım çok ama çok özeldir. Doydukları yerde her daim burunlarında tüter köyü, ilçesi, ili, renklerine âşık oldukları takım. Gözleri her gün duvarda asılı takvim yaprağındadır. Kopartılan her yaprakta “Bekle beni yaylalar, bekle beni kemençeli düğünler, bekle Trabzonspor’um…” derler.
Özel rakamlı aracına süren ve milenyum icadı özel numaralı telefonuna kemençe melodisi yükleyen her arandığında köylerdeki düğünlere, yaylalardaki şenliklere gider-gelir gibi olur o an…
Gidip gelinen diğer mesafe hüzün ile neşe arasıdır..!
Yanaklardan süzülen birkaç damla yaş ile birlikte dudaklardan dökülen isimler hüzünlendirir, “ ah ulan ah” denir… Ciğerden/böğürden derin nefes ile çıkan “of ulan of..” cümlesi neşelendirir!
“Bekle beni…” demiştiniz ya…
İşte o an çocuğunuz duymuştur sesinizi. Çıkartır ağzından ders çalışırken koyduğu kurşun kalemi. Gözlerini çırparak, “ ben gelmem, arkadaşlarım burada” der.
Çocuk işte, nerden bilecek o yaşta dostu, arkadaşı, ahbabı, Zigana’yı, Ganita’yı, Moloz’u, Yoroz’u ve Faroz’u… Hatta Boztepe’yi ve de Sis Dağı’nı?
Bir şey ifade etmez onun için yanaklarınızdan süzülen birkaç damla? Hüzünlenmeniz, neşelenmeniz oyun gelir ona… O’na oyun gelen şeylerin ciğerinize Sürmene bıçağı gibi saplandığını nerden bilebilir? Zira ona, sizi sadece yerle bir eden/mutlu eden tek değerin Trabzonspor olduğunu anlatmışsınızdır daha önce…
Yine de yılda bir nasip olur baba ocağına gitmek. Baba ocağı da olsa her şey yabancı gelir, hiçbir şeyin ana kucağında bulunduğunuz yıllardaki gibi olmadığını çok geçmeden anlarsınız; delikanlı bıraktıklarınız yaşlanmış, yüzleri kırışmış, elleri nasırlaşmış, saçları dökülmüştür, dünün bebeleri de büyümüştür…
Tanımakta güçlük çektikleriniz omuz hizasından öyle bir bakış fırlatırlar ki, hayal kırıklığına uğradığınızın ilk işaretidir o yandan çarklı ve de farklı bakışlar!
Belki birçok şeyi kafaya takmaz/aldırmak istemezseniz ancak Trabzonspor’un kaderine terk edilişi canınıza tak etmiş, öyle sıkmıştır ki; bırakın anlatmaya kelime bulmayı, nefes dahi alamazsınız!..
Halbuki gitmeden-görmeden milyonlarca insan Trabzon’a aşık olmuşsa; Trabzonspor sayesindendir… Trabzonspor’a teşekkür etmek yerine, kaderine terk edilişine, kıymetinin bilinmeyişine isyan edercesine, uzaktan sevmenin ve bazı şeyleri bilmememin daha iyi olacağını düşünerek, eve geldiğinizde çocuğunuza hak verircesine “yarın dönebiliriz” dersiniz herkese…
Ve gitmek için günleri iple çektiğiniz, görmek için can attığınız yerden, hayallerle yaşamaya alıştığınız şehrin yolunu tutarsınız, plakanızda uğruna çok şey vereceğiniz takımın/ilin baş harfleri yazılı aracınızla…