18.02.2020 - 19:13 | Son Güncellenme:
AA
Kalın, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde yapılan kabine toplantısı devam ederken açıklamalarda bulundu, soruları yanıtladı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın takdim konuşması ile başlayan toplantıda gündemlerindeki önemli konu başlıklarının ele alındığını söyleyen Kalın, Erdoğan'ın geçen hafta Pakistan'a gerçekleştirdiği ziyaretin de ele alındığını belirtti.
Kalın, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, Yüksek Düzeyli Stratejik Konsey Toplantısı için Azerbaycan'a 25 Şubat'ta günübirlik çalışma ziyareti gerçekleştireceğini anımsattı.
Özbekistan Cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev'in ise yarın Türkiye'ye geleceğini ifade eden Kalın, şunları kaydetti:
"Özbekistan ile hem tarihi, kültürel anlamda hem de bugün daha da güçlenen bir şekilde siyasi, ekonomik önemli ilişkilerimiz var. Bu ilişkileri daha da güçlendirecek bir ziyaret olmasını temenni ediyoruz. Ayrıca perşembe günü Cumhurbaşkanlığı Millet Kütüphanesi'nin açılışı gerçekleşecek. Türkiye'nin en büyük kütüphanesi olma vasfının yanında 7 gün 24 saat herkese açık olmak suretiyle de bu kütüphanenin Türkiye'de kitap okuma, kütüphanecilik ve diğer alanlarda çok önemli bir paradigma değişikliğine vesile olacağına inanıyoruz. Bu vesile ile Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nin çok önemli bir ayağı tamamlanmış olacak."
Millet Kütüphanesi'nde süreli yayınlar dahil olmak üzere 1,5 milyona yakın matbu eserin yer alacağını hatırlatan Kalın, "Bu sayı hızla artacak, elektronik kitap formatında da kütüphanemiz yeni bir dönemin ilk sayfasını da açmış olacak. Kütüphanemizde bildiğiniz gibi çok önemli koleksiyonlar da var, rahmetli Mehmet Şevket Eygi'den, İlber Ortaylı Hoca'ya kadar birçok kıymetli bilim insanının ve koleksiyonları da kütüphanemizde. Perşembe günü çok heyecanlı coşkulu bir şekilde de bu kütüphanenin açılışını gerçekleştireceğiz." diye konuştu.
Toplantıda güvenlik ve dış politika konuları ele alındı
Kabine Toplantısında güvenlik alanında Milli Savunma Bakanlığının, MİT'in ve Dışişleri Bakanlığının güvenlik ve dış politika ağırlıklı sunumları olduğuna değinen İbrahim Kalın, şöyle devam etti:
"Ayrıca Sağlık Bakanlığımızın özellikle koronavirüs ile mücadele ve Elazığ deprem bölgesinde verilen sağlık hizmetleri konusunda detaylı bir sunumları oldu. Son olarak da Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının Genel Sağlık Sigortası ile ilgili bir sunumu gerçekleşti. Suriye'de ve İdlib'de yaşanan gelişmeler, gündemimizin üst safhalarını işgal etmeye devam ediyor. Özellikle İdlib ile ilgili yaşanan gelişmeleri bildiğiniz gibi geçen hafta burada bulunan Rus heyetiyle görüşmüştük. Dün ve bugün de Türkiye'den giden bir heyetimiz Moskova'da görüşmeler gerçekleştirdi.
İdlib'de temel çizgimiz Soçi mutabakatına derhal geri dönülmesi, daha önce kararlaştırdığımız İdlib Çatışmasızlık Bölgesi sınırlarının tekrar esas kabul edilerek özellikle askeri gözlem noktalarımız ve sivillerin korunması noktasında gerekli adımların atılması. Bu konuda arkadaşlarımızın çeşitli görüşmeleri ve müzakereleri oldu. Kağıt alışverişleri oldu, bugün itibarıyla çıkan karar bu müzakerelere devam edilmesi yönünde."
Rus tarafının açıklamaları
Rus tarafından gelen bazı açıklamaların sahadaki gerçekleri doğru yansıtmadığına işaret eden Kalın, "Görüyoruz, özellikle 'Değişen şartlar dikkate alınarak haritanın yeniden çizilmesi gerekiyor.' şeklinde birtakım değerlendirmelerin yapıldığını görüyoruz. Burada bu hususu tashih etmek isterim. Öncelikle değişen şartlar, sahanın gerçekleri değil empoze edilen şartlardır." ifadesini kullandı.
İdlib Çatışmasızlık Bölgesi'nin sınırlarının belli olduğunu ve yaklaşık 2 yıl önce üzerinde mutabık kalınan sınırlar ve Türk askeri gözlem noktalarının bulunduğu yerlerin açık ve net bir şekilde ortaya konulduğunu anımsatan Kalın, şöyle devam etti:
"12 askeri gözlem noktamız da bu harita esas alınarak buralara konuşlandırılmıştır. Dolayısıyla burada empoze edilen şartları, birtakım zorlamaları 'sahanın değişen şartları' diye takdim etmenin bizim açımızdan kabul edilebilir olmadığını ifade etmek istiyorum. Sahanın gerçekleri öncelikle hepimizin üzerinde mutabık kaldığı Soçi mutabakatıdır. İkincisi oradaki askeri gözlem noktalarımız, onların güvenliğidir. Üçüncüsü mültecilerin ve sivillerin durumudur. Dördüncüsü de tabii ki Suriye'de devam eden ama maalesef rejimin sabotajları nedeniyle bir türlü ilerleme kaydedemediğimiz siyasi süreçtir. Sahanın gerçeklerini bu şekilde konumlandırmak daha isabetli olacaktır. Zira Türkiye'nin, Suriye'nin veya bir başka ülkenin bir karış toprağında gözü yoktur. 'Burası Suriye devletinin, rejiminin topraklarıdır. Tabii ki istediği şekilde buralarda operasyon yapabilir.' argümanının bizim açımızdan da bir geçerliliği olmadığını ifade etmek istiyorum."
"Askeri gözlem noktalarının yerinin değişmesi söz konusu değil"
Suriye'de yüz binlerce insan öldürülürken, milyonlarca insan mülteci haline gelirken Türkiye'nin ya da uluslararası toplumun eli kolu bağlı bir şekilde oturmasının, hiçbir şey olmuyormuş gibi davranmasının tasavvur ve tahayyül edilemeyeceğini vurgulayan İbrahim Kalın, "Biz burada hem insani hem siyasi manada üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirdik, getirmeye de devam edeceğiz. Sayın Cumhurbaşkanımız geçen hafta TBMM Grup Toplantısı'ndaki hitabında rejime çok açık, net bir şekilde mesajlarımızı iletmiştir. Askeri gözlem noktalarımız yerlerinin değişmesi söz konusu değildir. Buranın korunması ve sivillerin muhafaza edilmesi için de bu bölgeye askeri tahkimat ve sevkiyatımız da devam edecektir." şeklinde konuştu.
Kalın, "Askerlerimize yönelik herhangi bir saldırı, taciz söz konusu olduğunda geçen haftalarda olduğu gibi bundan sonra da cevabın en sert şekilde verileceğinden kimsenin en ufak bir şüphesi yahut tereddüdü olmasın." dedi.
Libya meselesi
Libya meselesinin de bir diğer uluslararası önemli konu olduğunu bildiren Kalın, şunları kaydetti:
"Birleşmiş Milletler çatısı altında devam eden Berlin sürecine bağlılığımızı devam ettiriyoruz. Bu çerçevede geçen hafta Dışişleri Bakanımız Mevlüt Bey'in Münih Konferansı marjında ilgili bakanlarla bir takip toplantısı gerçekleşti, kendisi birçok ikili görüşmede yaptı. Buradaki duruşumuzla son derece net, uluslararası toplumun ve BM'nin tanıdığı Ulusal Mutabakat Hükümeti çerçevesinde Libya halkının yanında yer almaya devam edeceğiz. Bu çerçevede Berlin Konferansı'nda alınan ateşkes ve siyasi, askeri komitelerin toplanması kararlarına da tam destek verdiğimizi ifade etmek istiyorum. Fakat maalesef BM'nin önerdiği ve ülkelerin üzerinde mutabık kaldığı bu yol haritası, Hafter tarafından her gün ihlal edilmeye, delinmeye, sabote edilmeye devam etmektedir.
Hafter tarafına halen ve bütün bu kararlara rağmen askeri yardım devam etmektedir. Orada milis güçler, lejyoner güçler, paralı askerler farklı isimler altında sahada bu ateşkes sürecini sabote etmeye devam etmektedirler. Yine Hafter tarafının bütün Libya'ya, Libya halkına, Libya ekonomisine zarar veren, petrol yataklarını bloke etme durumu da devam etmektedir. Bu hoyratça tavra, bu haydutça tavra, bu şımarık tavra uluslararası toplumun sessiz kalması elbette düşündürücü."
AB'nin Libya'ya silah ambargosunu denetlemesiyle ilgili haberler
Son iki gündür Avrupa Birliği'nin Libya'da silah ambargosunun denetlenmesiyle ilgili bir operasyon başlatacağına dair de birtakım haberler çıktığını anımsatan Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, şu değerlendirmede bulundu:
"Burada şu hususun altını da çizmemiz gerekiyor; öncelikle Birleşmiş Milletler kararlarında açık ve net bir şekilde ifade edildiği gibi böyle bir denetimin ancak BM çatısı altında ve Ulusal Mutabakat Hükümeti ile istişare ve dayanışma içerisinde yapılması gerekmektedir. Bu bağlayıcı bir kural olarak BM kararlarında yer almaktadır. İkinci önemli husus da öncelikle bu silahların ve milislerin ülkeye nereden girdiğine çok net yakından bakılması gerekiyor.
Burada da özellikle doğu ve güney bölgelerinin kontrol altına alınması gerektiğini ifade etmek istiyoruz. Bilinen, malum yerlerden gelen askeri desteğin, silah desteğinin uçaklarla gemilerle ayrıca paralı askerlerin ne şekilde geldiğini ve Libya sürecini askeri ve siyasi süreci nasıl baltaladığını da bütün uluslararası toplum görmektedir. Tabii ki burada özellikle BM olsun ilgili ülkeler olsun komşu ülkeler olsun Cezayir gibi Tunus gibi ve sürece dahil olan diğer ülkeler olsun artık bu ihlallerin sona erdirilmesi için gerekli adımları el birliği ile atmak durumundadırlar.
Toplantıda, koronavirüs konusunda Sağlık Bakanı Fahrettin Koca'nın sunum yaptığını ifade eden Kalın, bunun konuya ilişkin bugüne kadar alınan tedbirler, atılan adımlar ve bundan sonrası ile ilgili kapsamlı bir sunum olduğunu bildirdi.
Virüsle mücadele konusunda Türkiye olarak gerekli tedbirleri aldıklarını ve Türkiye'de şu ana kadar ciddi bir vaka ile karşılaşılmadığını dile getiren Kalın, bundan sonrası ile ilgili öngörünün de tedbirlerin etkili olmaya devam edeceği şeklinde olduğunu belirtti.
Çin yönetiminin çok ciddi bir mücadele verdiğini, ciddi tedbirler aldığını ve süreci çok şeffaf bir şekilde yönettiğini ifade eden Kalın, olay ortaya çıktığı andan itibaren Çinli makamların iyi bir sınav verdiklerini söyledi.
Koronavirüs ile mücadele konusunda Çin hükümetinin yanında olmaya devam edeceklerini vurgulayan Kalın, şöyle devam etti:
"Bugüne kadar maske olsun, tıbbi malzeme olsun diğer alanlarda bildiğiniz gibi Çin'e gönderdiğimiz birtakım yardımlar oldu. Bunların devamı da gelecek, Cumhurbaşkanımızın direktifiyle talimatıyla Çin makamları ile bu konuda yakın bir iş birliği içerisinde olmaya devam edeceğiz.
Bu konuda vatandaşlarımızın da soruları olursa herhangi bir soru işaretleri, endişeleri olursa Sağlık Bakanlığımızın ilgili birimleriyle kendileri de derhal temas edebilirler. Umarız bazı tahminlere göre pik dönemi artık önümüzdeki günlerde gerçekleşecek bu virüsün ve bu virüsle mücadelenin kısa sürede sonuçlanmasıdır. Bu çerçevede biz Türkiye olarak Çin ile Dünya Sağlık Örgütü, diğer paydaşlarla yakın ilişki ve temas içerisinde olmaya devam edeceğiz."
"FETÖ ile mücadeleyi sulandırmaya dönük bir girişim"
Toplantıda, FETÖ ile mücadele konusuyla ilgili de bir bahsin geçtiğini ifade eden ve son günlerde FETÖ'nün siyasi ayağı başlığı altında devam eden tartışmaları hatırlatan Kalın, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Baktığınız zaman bu tartışmanın kaynaklandığı yere, tartışıldığı zemine, yaptığı atıflara, birtakım imalara totalde bunun FETÖ ile mücadelenin güçlendirilmesinden ziyade FETÖ ile mücadeleyi sulandırmaya dönük bir girişim olduğu ve bu mücadele üzerinden çeşitli siyasi partilerin ve tarafların siyasi rant elde etme peşinde olduğunu görüyoruz. Şunun altını açık ve net bir şekilde çizmekte fayda var, bugüne kadar 40 yıllık geçmişi olan bu terör örgütüyle en ciddi, en kapsamlı ve en kararlı mücadeleyi bu hükümet vermiştir, Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan'ın liderliğindeki ekipler vermiştir, bizzat kendisi bu mücadelenin bayraktarlığını yapmıştır, yapmaya da bundan sonra devam edecektir.
Bugüne kadar geçmiş dönemlerde 70'li, 80'li, 90'lı, 2000'li yıllarda bu örgütün devletimizin çeşitli kurumlarına nasıl sızdığını, vatandaşlarımızı, masum insanları, onların genç çocuklarını nasıl kandırdığını, dini inanç, hizmet, ihlas gibi kavramlar altında bu kılıfları kullanarak maalesef öncelikle din-i mübin-i İslam'a nasıl zarar verdiğini, insanlarımızı nasıl birbirine düşürdüğünü, kutuplaştırdığını hepimiz gördük."
FETÖ ile mücadelede el birliği vurgusu
Bu durumun 15 Temmuz'da kanlı bir darbe girişimi ile sonuçlandığını dile getiren Kalın, "Şimdi burada yapmamız gereken el birliğiyle millet olarak bütün milletin, Türkiye Cumhuriyeti'nin bütün vatandaşlarının düşmanı olan bu terör örgütüne karşı hep birlikte el birliği içerisinde mücadele etmektir. Burada 'senin tarafın benim tarafım' tarzı ayrımlara gitmeden bu terör örgütünün izini, eserini, etkisini silecek, ortadan kaldıracak ve bir daha bu topraklarda neşvünema bulmaması için hepimizin el birliği ile hareket etmesi gerekiyor." diye konuştu.
Bu çerçevede yurt içinde ve yurt dışında bu mücadeleyi her safhada ve her satıhta kararlı bir şekilde bundan sonra da yürütmeye devam edeceklerini vurgulayan Kalın, şunları söyledi:
"Bundan hiç kimsenin en ufak bir şüphesi ve tereddüdü olmasın. Burada birlik ve beraberlik bu terör örgütüne karşı vereceğimiz en önemli cevaptır. Bunun altını da özellikle çizmek istiyorum. Sayın Cumhurbaşkanımızın bu konudaki kararlılığının tam olduğunu da ifade etmek istiyorum. Çünkü zaman zaman dediğim gibi bu siyasi ayak veya işte 'sen geçmişte bunu yaptın, sen şunu yaptın' tarzı suçlamalarla ithamlarla bu mücadelenin sulandırıldığını, hedef saptırıldığını görüyoruz. Buna da en çok FETÖ terör örgütünün mensupları herhalde seviniyorlardır. Dolayısıyla biz burada bu terör örgütüne hiçbir şekilde prim vermeden, onları sevindirecek hiçbir eylemin içerisinde olmadan tek yürek, tek millet olarak bu terör örgütüne karşı kararlı mücadelemizi sürdüreceğimizi de ifade etmek istiyorum."
"Bu örgüt Türkiye Cumhuriyeti'nin tamamına düşmandır, bir kesimine değil"
Gazetecilerin sorularını da yanıtlayan Kalın, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkında dava açtığının hatırlatılması üzerine, "Tabii ki dava açabilir, yani bu onun bireysel hakkıdır." dedi.
FETÖ ile mücadele samimi bir şekilde yapılacaksa bunun siyasi parti, mezhep, meşrep, siyasi görüş, ideoloji ayrımı yapılmadan birlik beraberlik içinde hareket edilerek yapılması gerektiğini anlatan Kalın, "Çünkü bu örgüt Türkiye Cumhuriyeti'nin tamamına düşmandır bir kesimine değil. Geçmişte birtakım çevreler bunlarla birtakım ilişkilere girmiş olabilirler, biz bunun örneklerini gördük. Geçen hafta Cumhurbaşkanımız da bunları açık, net belgeleriyle görüntüleriyle hepsini ortaya koydu." şeklinde konuştu.
"Bunları tekrar sunabiliriz, tekrar kendilerine hatırlatabiliriz." ifadesini kullanan İbrahim Kalın, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bu FETÖ terör örgütü ile mücadelede bir zaafa asla dönüşmemelidir. Bakın 17/25 yargı darbe girişimi ve sonrasında yaşananları bir hatırlayın. O süreçte FETÖ'cülerin yanında kimler durdu, kimler onlara sahip çıktı? 15 Temmuz darbe girişimi olana kadar acaba kimler kimlerle... Bu çevreler şimdi Cumhurbaşkanımızı eleştiren, AK Parti'yi eleştiren çevreler ya da devletin bu konuda zaaf gösterdiğini söyleyenler acaba ne tür gizli, açık, kapalı görüşmeler yaptılar? Kimlerle ne tür temaslar kurdular? Bunların hepsini tekrar tekrar konuşabiliriz ama burada aslolan bu terör örgütünün Türkiye Cumhuriyeti'nin tamamına düşman olduğu, başkalarının maşası olduğu, başkalarının dizaynını, planını hayata geçirmek için birer kukla olarak yetiştirildiği, kullanıldığı gerçeğini asla gözden çıkartmayalım. Bunu dikkate almadığımız zaman bu siyasi polemikler aynı 'bu darbe geliyor, Türkiye'de darbe olacak' tartışmaları gibi bir hedef saptırmaya dönüşür."
Son günlerde "Türkiye'de yeni bir darbe olacak, belli çevreler de rahatsızlıklar var' şeklinde konuşmaların yapıldığını anımsatan Kalın, "Geçmişte de bu tür şeyler çok denendi ama onlar Türkiye'nin vesayet altında yaşadığı dönemlerdi. Bir gazete böyle bir manşet attığında, 'falan çevre rahatsız' dediğinde Türkiye'de birtakım belli çevrelerde hareketlenmeler olurdu. Çünkü o vesayet odaklarının elinde güçler vardı ama bakın hamdolsun son 16-17 yılda verilen mücadele neticesinde artık bu vesayet odakları güçlerini yitirmiştir. Milletin gücünün üzerinde hiçbir gücün olmadığını açık ve net bir şekilde görmüştür." ifadesini kullandı.
"Türkiye'yi milletin gücünün üstünde güç tanımayan lider kadrosu yönetiyor"
Milletin gücünün üstünde başka bir güç tanımadığını söyleyen bir lider ve kadronun şu anda Türkiye'yi yönettiğine dikkati çeken Kalın, şu değerlendirmeyi yaptı:
"Dolayısıyla bu vesayet odağı nereden gelirse gelsin, ister FETÖ olsun ister PKK terör örgütü olsun, ister yok ordunun, yargının, bürokrasinin, güvenlik bürokrasisinin, iş dünyasının, medyanın içerisinde olsun, nerede olursa olsun onlar hedeflerine asla ulaşamayacaklardır. Bu tür söylemlerin Türkiye'de hedef saptırmak, vesayet odaklarıyla ve terörle mücadeleyi sulandırmak, gündemi değiştirmekten başka bir faydası olmayacaktır ama Türkiye Cumhuriyeti'nin her bir ferdi, Türk Milleti olarak bu saptırmalara, bu oyalamalara da asla prim vermeyecektir, bunu da defalarca gösterdik."
Milletin, 15 Temmuz gibi ağır bir darbe girişiminden sonra adeta küllerinden yeniden canlanarak ayağa kalktığını, o güne kadar uyguladığı projelerin hiçbirini aksatmadan teker teker hayata geçirmeye devam ettiğini belirten Kalın, 3'üncü köprünün açılmasından, Fırat Kalkanı Harekatı'nın 15 Temmuz'dan birkaç ay sonra hayata geçirilmesine kadar her alanda bunu çok net bir şekilde gördüklerini söyledi.
Sözcü Kalın,şunları kaydetti:
"15 Temmuz ile ilgili davalar başladığında ordu içindeki FETÖ'cü yapılanmalar temizlenmeye başladığında da belli çevreler 'Türkiye artık askeri gücünü yitirmiş, NATO içinde eski etkinliğini kaybetmiş bir ülke haline gelecek çünkü bu kadar işte komutanı, askeri görevden aldığınız zaman Türkiye askeri anlamda asli görevlerini yerine getiremeyecek, Türk ordusu zaafa uğrayacak' diye birtakım söylemlerin ileri sürüldüğünü de biz gördük. Tam tersi oldu, Türk Silahlı Kuvvetleri bu tür urlardan, bu tür hastalıklı yapılardan, zihniyetlerden temizlendikçe asli görevine döndü, daha etkin, daha kararlı, sahada netice alan bir silahlı kuvvetler haline geldi, bir ordu haline geldi."
Bunun somut neticelerini Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı harekatları ve PKK ile mücadelede gördüklerini dile getiren Kalın, şu ifadelere yer verdi:
"Geçmişe doğru baktığınızda PKK ile mücadele olsun, FETÖ ile olsun, DHKP-C, DEAŞ ve benzeri terör örgütleriyle mücadelede askeri imkan ve kabiliyetler anlamında 'elimizde birçok imkan bulunduğu halde neden netice alınamıyor' diye sorduğunuzda bu tür yapıların içeride ne tür kumpaslar kurduklarını, ne tür oyalamalar yaptıklarını, siyasi iradenin direktiflerini nasıl boşa çıkarttığını defalarca gördük, geriye doğru bunları okuduğunuz zaman. Bunlardan temizlendikçe Türk Silahlı Kuvvetleri de bugün asli görevine, misyonuna, vazifesine geri dönmüştür ve çok daha etkin bir şekilde Türkiye Cumhuriyeti topraklarını korumak için gece gündüz mücadele vermektedir.
Bugün vatandaşlarımız müsterih olsunlar. Eğer biz bugün şehirlerimizde, Türkiye'nin dört bir tarafında, doğusunda batısında, kuzeyinde güneyinde güven içerisinde yaşıyorsak bu kahraman askerlerimizin, her kademeden askerimizin, erimizin, komutanımızın verdiği mücadele sayesinde olmaktadır. Dolayısıyla bu tezkiye hareketi, bu temizlenme hareketi Türk Silahlı Kuvvetlerini de daha güçlü kılmıştır. Dolayısıyla burada bu konuları tartışırken işte 'darbe olacak, darbe gelecek, belli çevreler rahatsız harekete geçecekler' türü söylemler geldiğinde bunların kaynağına bakmak lazım. Kimler tarafından ne şekilde yönlendirildiğine bakmak lazım. Türkiye Cumhuriyeti burada 15 Temmuz darbe girişimini püskürtmüş bir millet olarak bundan sonra kimden hangi saikle gelirse gelsin hiçbir darbe girişimine asla prim vermeyecektir. Bunu da net bir şekilde ifade etmek isteriz."
İbrahim Kalın'a, 11'inci Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün bir gazeteye verdiği demeçte "Gezi Parkı olayları ile gurur duydum" ifadesini kullandığı, ardından Gezi Davası'nda kararın açıklandığı, ABD'nin Ankara Büyükelçiliğinden de "Davayı yakından takip ettik, kararı memnuniyetle karşılıyoruz" şeklinde değerlendirme yapıldığı belirtilerek, "Tüm bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz? Sayın Cumhurbaşkanı'nın Gezi kararına ilişkin değerlendirmesi oldu mu?" soruları yöneltildi.
Mahkemenin Gezi davasıyla ilgili kararının yargı sürecinin bir aşamasını teşkil ettiğini aktaran Kalın, bununla ilgili yorum yapmanın doğru olmadığını söyledi.
"Gezi olaylarıyla ilgili işin hukuk, dava ve mahkeme meselelerinin yanında bir kere bir kalkışma olarak bu ülkeye verdiği zararı da unutmamamız lazım." diyen Kalın, vandallıktan siyasi kutuplaşmaya, Türkiye'nin gündemine birtakım son derece ayrıştırıcı söylemlerin sokulmasına kadar neler yaşandığının hatırlanmasını istedi.
Son günlerde Gezi meselesi üzerinden tarihi, geçmişi yeniden okumaya dönük birtakım girişimler yapıldığını gördüklerini ifade eden Kalın, "Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın Gül, gurur duyabilir. Bu kendi değerlendirmesidir. Bizim açımızdan bağlayıcı bir tarafı yok. Kendi görüşüdür. O dönemde de zaten kendisi görevdeyken de bu konuyla ilgili birtakım değerlendirmeleri vardı, farklı düşünceleri vardı ama geldiğimiz nokta itibarıyla baktığımızda, bir bütün olarak okuduğunuzda Türkiye'nin o dönemde çok zor bir süreçten geçtiğini ve o sürecin bir bütün olarak Türkiye'ye zarar verdiğini asla akıldan çıkarmayalım." değerlendirmesinde bulundu.
Abdullah Gül'ün, Hulusi Akar ve kendisi tarafından ziyaret edilmesine ilişkin ifadelerine de değinen Kalın, şunları kaydetti:
"Şunu ifade edeyim, burada 'Geldiler, bizi dinlediler ve gittiler' şeklinde birtakım değerlendirmelerin yapıldığını üzüntüyle görüyorum. Yaşanan gerçeklik bu değil. Yani daha önce de ben bunu söylemiştim, biz oraya kendisi ile olan hukukumuza binaen kimseden herhangi bir talimat ya da direktif almadan gittik, fikir alışverişinde bulunduk. O süreç, adaylık süreci, seçim süreci, diğer bölgesel konularla ilgili uzun görüşmelerimiz oldu. İki tarafın da görüşlerini açık, samimi, dürüst bir şekilde dile getirdiği bir müzakere, bir görüşme, bir ziyaret oldu. Şimdi bunu başka yerlere çekmek, 'Geldiler, ben de şunları şunları söyledim ve onları gönderdim' tarzı bunu ifade etmek, yaşanan gerçeklikle uyuşmadığı gibi hukukumuzla da çok bağdaşmamaktadır."
Ziyareti kişisel hukuklarına binaen kaygılarını paylaşmak amacıyla gerçekleştirdiklerine değinen Kalın, şöyle devam etti:
"Bunu o dönemde de hatırlarsanız çok başka yerlere çekenler oldu. Yok helikopter bahçesine inmiş de ültimatom vermişiz de işte gitmişiz, basmışız da falan filan gibi birtakım film senaryoları da yazıldı. İşin hakikati elbette böyle değil. Biz o dönemde kendi fikrimizce, kanaatimizce, acizane doğru gördüğümüz, bildiğimiz şeyleri paylaşmak için oraya gittik. Görüşlerimizi de ifade ettik. Daha sonra da süreç zaten bildiğiniz gibi ilerledi. Seçim oldu, Cumhurbaşkanımız (Recep Tayyip Erdoğan) yeniden cumhurbaşkanı olarak seçildi. Dolayısıyla o tarihi de böyle yeniden okuyarak, yeniden inşa ederek bugünkü siyasi konjonktüre ya da şimdi kendilerinin yeni yeni giriştikleri siyasi sürece uygun hale getirmeye çalışmak dediğim gibi bizim açımızdan hem yaşanan gerçeklikle uyum arz etmemektedir hem de bu ilişkiler açısından daha hassas değerlendirmelerin gerektirdiğini bize hatırlatan bir yaklaşım tarzıdır."
"Bizi bağlayan bir şey değil"
Burhan Kuzu'nun yargı üzerinde baskı yaptığına dair iddialar sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşüp görüşmediği, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bir tepkisinin olup olmadığı, Cumhurbaşkanlığı bünyesinde iddialara ilişkin inceleme yapılıp yapılmadığı sorulan Kalın, Kuzu'nun bu iddiaları reddettiğini hatırlattı.
Kuzu'nun sosyal medya üzerinden cevaplar verdiğini, itirazlarda bulunduğunu, açıklamalar yaptığını dile getiren Kalın, şöyle konuştu:
"Bu tabii doğrudan bizi bağlayan bir şey değil. Bir politika kurulu üyesi olması hasebiyle buradaki eylemlerini Cumhurbaşkanlığına atfetmek elbette doğru olmaz. Tabii ki geçmişte onun bir siyasi geçmişi de var, milletvekilliği dönemi vesaire de var. Bununla ilgili kendi açıklamalarını kendisi zaten yapıyor. Bununla ilgili de bildiğiniz gibi 'yargıya baskı yapıldı mı' diye İstanbul başsavcılığında bir soruşturma başlatıldı. Benim şu anda söyleyebileceğim, söz yargıda. Hakikat neyse, gerçekler neyse yargı süreci sonunda ortaya çıkartılması herkesin menfaatine olacaktır."
"Görüşmeler devam edecek"
"Rus heyetiyle yapılan İdlib görüşmelerinde Soçi Mutabakatının güncellenmesine ilişkin ya da eski sınırlara dönüşe ilişkin bir adım var mıdır? Heyetler arası görüşmelerde yeni bir tarih olacak mı? Liderlerin bir görüşmesi olacak mı? İdlib sahasındaki duruma ilişkin Türkiye'nin NATO'yu çağırması, NATO ile bir iletişime geçmesi mümkün müdür?" sorularına karşılık Kalın, "Şu ana kadar müzakerelerden bizi tatmin edici bir sonuç çıkmamıştır. Bize sunulan kağıdı ve haritayı biz kabul etmedik. Aslında üç aşağı beş yukarı geçen hafta Ankara'da bize sundukları kağıt ve harita Moskova'da sundukları. Biz burada da bunu kabul etmeyeceğimizi zaten ifade etmiştik. Tabii ki görüşmeler devam edecek. Bunları ancak müzakere yoluyla çözülecek şeyler. Zaten Astana süreci, Soçi süreci bunlar için var." dedi.
Soçi Mutabakatının, askeri gözlem noktalarının belirlediği sınırların esas kabul edilmesinin ve derhal rejimin Rus destekli saldırılarını sona erdirmesinin kendileri için belirleyici çerçeve olduğuna işaret eden Kalın, "Bu genel olarak Soçi Mutabakatıyla ilgili durum. Tabii bizim askerlerimiz ve sivillerle ilgili de çok hassas bir süreçten geçtiğimizi ifade etmek istiyorum. Burada bütün taraflara - bu anlaşmanın garantörü olan tarafları da dahil ederek söylüyorum - bizim askerlerimize yönelik bir saldırı gerçekleşirse burada, 'Kim yaptı, şu mu yaptı, bu mu yaptı' diye bir şeye girmeden gerekli cevap en sert bir şekilde verilecektir. Umarım böyle bir durumla karşılaşmak zorunda kalmayız." değerlendirmesinde bulundu.
NATO konusundaki sorulara da yanıt veren Kalın, şunları kaydetti:
"Formel olarak NATO'nun davet edilip edilmemesinden bağımsız olarak burada uluslararası topluma biz çağrımızı yineliyoruz. Türkiye'ye sadece teşekkür etmek, Türkiye'yi takdir etmek, 'yaptıklarınızdan dolayı sizi alkışlıyoruz, sizi onaylıyoruz' demek yeterli değildir. İdlib meselesi sadece Türkiye'nin meselesi değil. Bugün eğer biz bu hattı tutmazsak yarın İdlib'in tamamı gidecektir. 3-3,5 milyona yakın insan orada rejimin insafına bırakılmak durumunda kalacaktır. Biz tabii ki buna müsaade edemeyiz. Öte yandan Türkiye üzerindeki mülteci baskısının giderek arttığını da not etmemiz gerekiyor."
Türkiye'de 4 milyona yakın Suriyeli mülteci bulunduğunu anımsatan Kalın, imkan ve kabiliyetler çerçevesinde onlara her türlü desteğin verilmeye devam edeceğini anlattı.
Bunun temel gerekçesinin insani olduğunu dile getiren Kalın, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bizim orada bir siyasi hesabımız yok. Suriye'nin toprağında gözümüz yok. Suriye'nin olmayan petrollerini ele geçirmek gibi bir hedefimiz yok. Böyle bir kaygıyla hareket etmiyoruz. Biz savaştan kaçan, varil bombalarından, kimyasal silahlardan kaçan bu insanlara gönüllerimizi açtık. Onları şu anda İdlib tarafında korumak için de elimizden gelen bütün gayreti gösteriyoruz, göstermeye de devam edeceğiz. Ama dünyanın hala bu olup biten karşısında harekete geçmemesi tabii ki kabul edilebilir bir şey değil. Aynı sorumluluğu onlar da paylaşmaktadırlar. Bugün BM'den gelen ateşkes çağrısı elbette yerinde bir çağrıdır ama bunu sahada kimin uygulayacağı, kimin bunun takibini yapacağı konusu ortada kalmamalıdır. Aksi halde rejim 'Demek ki Türkiye dışında bu sürece yani İdlib ile ilgili saldırılara, sivillerin öldürülmesine kimsenin bir itirazı yok' deyip bundan cesaret alarak bundan sonra da katliamlarına devam edecek demektir.
Bu kadar insan öldü, bakın Suriye krizi, 'uluslararası toplum siyasi anlamda, insani anlamda, mülteciler anlamında ne yaptı' dediğinizde ortada gerçekten yüz kızartıcı bir tablo var. Yani insan haklarından, insanın onurundan, şerefinden yaşama hakkından vesaireden bahseden Avrupalılar, Batılılar maalesef, ölenler, öldürülenler, denizlerde donarak ya da boğularak ölenler Suriyeli olduğunda, Doğulu olduğunda Orta Doğulu olduğunda nedense bu değerlerini bir anda unutuveriyorlar. Şimdi yeni bir kriz kapımızda. Yani bu konuda herhalde uluslararası toplumun çok daha fazla büyük bir çaba içerisinde olması ve rejimi mutlaka bir şekilde durdurması gerekiyor. Biz 'illa NATO gelsin, savaş açsın' demiyoruz, 'Rusya'yla kötü olalım' demiyoruz ama el birliğiyle rejimin bu ihlallerinin bu ilerlemesinin mutlaka durdurulması gerekiyor."
11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile ilgili açıklamalarına dair soru üzerine Kalın, şunları söyledi:
"Cumhurbaşkanlığı sistemi, parlamenter sistem konusu çok uzun uzun tartışıldı. Sayın Gül'ün bu konuda farklı bir görüşü olabilir. Diğer siyasi partilerin de bu konuda farklı değerlendirmeleri olabilir. Demokratik çoğunluk ve müzakereci demokratik kültür içerisinde bunu memnuniyetle karşılarız. Bir tartışma konusudur. Ama bu tartışma yapıldı. Referanduma gidildi ve bu yeni sisteme geçildi. Kendilerinin ileriye dönük böyle bir düşüncesi, böyle bir vaadi olabilir. Buna karar verecek olan milletin kendisidir. Cumhurbaşkanımız aslında kendi siyasi geleceği açısından, kendi siyasi partisinin geleceği açısından bir risk alarak 50 artı 1 gibi bir çıta koydu. Biz bu sisteme geçtik."
Ardından referanduma gidildiğini ve milletin bu sisteme geçilmesi yönünde irade beyan ettiğini hatırlatan Kalın, şu anda Türkiye'nin bu sisteme göre yönetildiğini vurguladı.
"Dolayısıyla bunu tartışmaya açabilirler. Kendilerinin ileride gücü yeterse böyle bir şey de yapabilirler." diyen Kalın, "Ama milletin konuştuğu, kararını verdiği, iradesini sandıkta yansıttığı, sistemin değiştiği bir dönemde tekrar tekrar bu konuyu açmak, 'Bundan dolayı Türkiye iyi yönetilmiyor.' gibi birtakım söylemler geliştirmek bizim ülkemizin siyasi, sosyolojik, toplumsal gerçekleriyle bağdaşmamaktadır." ifadesini kullandı.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, hem teorik hem pratik olarak kuvvetler ayrılığının en net şekilde ortaya konulduğu sistemin Başkanlık Sistemi olduğuna değinerek, şunları kaydetti:
"Dolayısıyla bu değerlendirmeleri, ilkesel olarak sistemin tartışılmasından ziyade birtakım siyasi arayışların bir devamı niteliğinde görüyorum. Bu tartışmaları buraya çekmek suretiyle belki kendi siyasi müzakere yelpazelerini genişletmeye çalışıyor olabilirler. Bizim gündemimizde böyle bir sistem değişikliği söz konusu değil. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne göre bu ülke yönetilmektedir, millet bu konuda iradesini ortaya koymuştur. Bizim çabamız 2023 hedeflerine kenetlenmek suretiyle, bu tür suni gündemlerden uzak durarak, 2023 hedeflerine nasıl ulaşabileceğimize dair yoğun bir çabanın içerisinde olmaktır. Bizim siyasi, ekonomik, kültürel, bölgesel, diplomatik hedeflerimizin ne olduğu zaten Cumhurbaşkanımız tarafından en üst düzeyde her fırsatta ifade edilmektedir. Bu hedeflere kenetlenmek suretiyle, bu tür suni gündemlerden, asıl meseleyi saptıran konulardan uzak durarak yoğun bir şekilde bu hedeflere kenetlenmiş durumdayız."
"FETÖ'nün Türk ordusuna girişi 2000'li yıllarda başlamadı"
Kalın, emekli Genelkurmay başkanlarından Hilmi Özkök'ün ordudaki FETÖ mensuplarına yönelik değerlendirmeleriyle ilgili soruyu ise şu şekilde yanıtladı:
"Elbette o dönemde böyle bir yasa olmadığı için uygulama buna göre yapılmıştır. Fakat o dönemin karmaşık yapısını da tekrar hatırlamakta fayda var. Bir dönem biliyorsunuz bu ülkede hiçbir ayrım yapmadan, sadece dini hassasiyetleri olduğu için yahut dini pratiği olduğu için birçok insanın sadece Türk Silahlı Kuvvetlerinden değil, birçok kurumdan atıldığını, ayrımcılığa maruz bırakıldığını, haklarını ellerinden alındığını da hatırlamamız lazım. Dindar diye, eşi kapalı diye, kendisi namaz kılıyor diye, içki içmiyor diye geçmişte bunları yaşadık bu ülkede. FETÖ bu boşluğu kullanarak orduya da sızmış olabilir ama hatırlayın, FETÖ'nün Türk ordusuna girişi 2000'li yıllarda başlamadı, AK Parti döneminde başlamadı. Bu ta 70'li yıllarda başladı, 80'li yıllarda başladı. Şimdi bütün bu süreci gözardı edip, konuyu bir şekilde AK Parti'ye, Cumhurbaşkanımıza bağlamak da gene tarihi gerçeklerle bağdaşmıyor. O dönemde belli komuta kademelerine gelen askerler 2 yılda mı geldiler oraya, 3 yılda mı geldiler? Askeri okullara girdiler, buralarda eğitimler aldılar, o hiyerarşi içerisinde yükselerek kıdem kazandılar."
FETÖ yapılanması
Ordudaki FETÖ yapılanmasının 3-5 yılda değil, 20-30 yılda gerçekleştiğine dikkati çeken Kalın, sözlerini şöyle sürdürdü:
"O dönemde irticayla mücadele başlığı altında dindar insanlara dönük çok ağır baskıların uygulandığını hepimiz gördük. Sadece dindar insanlara karşı da değil, o dönemki devlet aklının, devlet zihniyetinin düşman olarak gördüğü, bölücü, ayrımcı, gerici vesaire diye gördüğü her kesime karşı. Kimi dini gruplara kimi etnik gruplara kimi siyasi gruplara karşı çok büyük baskıların yapıldığı dönemler de oldu. İnsanların en temel vatandaşlık haklarının ellerinden alındığı zamanlar da yaşandı. Bu irticayla mücadele başlığı altında o dönemde de yürütülen birtakım faaliyetler vardı ama o başlık altında bir sürü masum insanın da haksızlığa uğradığını biz pek çok defa gördük. Dolayısıyla bu fotoğrafı bir bütünlük içerisinde okumamız gerekiyor.
Yani birisinin kendi ana dilini konuştu diye bölücü ilan edildiği dönemler oldu, dinini yaşıyor diye gerici vesaire diye ilan edildiği dönemler de oldu. Hamdolsun geride kaldı. Bugün Türkiye'de kimse dini inancından, etnik kökeninden, konuştuğu dilden, yaşam tarzından, siyasi görüşünden, geldiği bölgeden dolayı ne bir kovuşturmaya uğrayabilir ne bir ayrımcılığa tabi tutulabilir. Bunun karşısında önce devlet sonra bu milletin akıl ve vicdan sahibi bütün bireyleri dimdik dururlar ve hamdolsun bu dönemde böyle olmuştur. Bu konuda da bizim en ufak bir tereddütümüzün bundan sonra da olmayacağını tekrar ifade etmek isterim."
"Lavrov'a eksik ya da yanlış bilgi verilmekte"
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov'un İdlib ile ilgili Türkiye'ye yönelik sözlerinin anımsatılması üzerine Kalın, şu değerlendirmeyi yaptı:
"Sayın Lavrov'un açıklamaları sahadaki gerçeklerle uzaktan yakından ilgisi olmayan açıklamalar. Bunları geçen hafta gelen Rus heyetiyle de haritalar üzerinden açık ve net şekilde konuştuk. Belli ki Sayın Bakan'a eksik ya da yanlış bilgi verilmektedir. Şimdi onların iddiası, burada bunu da tavzih etmek isterim. Özellikle Hmeymim'de bulunan Rus askeri üslerine dönük saldırıların olduğu şeklinde. Bize birtakım rakamlar veriyorlar, şu kadar saldırı oldu, bu kadar drone saldırısı oldu. Biz onlara iki tane temel soru soruyoruz, bir, bu saldırılarda ölen var mı? Yok. İki, bu saldırılar Hmeymim bölgesine geliyorsa siz neden Halep'in doğusunda ve hemen Halep'in güneyinde bu kadar büyük askeri operasyon yapıyorsunuz?"
Hmeymim'in İdlib'in güneybatısında olduğuna işaret eden İbrahim Kalın, sözlerine şöyle devam etti:
"Bizim kuşatma altına alınan, taciz ateşine maruz kalan askeri gözlem noktalarımız ise İdlib'in güneydoğusunda. Arada çok büyük mesafe var. Rejimin son 6-8 aydır devam eden askeri harekatının çok büyük bir kısmı da Hmeymim bölgesinde. Yani İdlib'in güneybatısında değil İdlib'in güneydoğusunda ve özellikle de kuzeye doğru Halep bölgesinde gerçekleşiyor. Buradan Hmeymim'e herhangi bir saldırı vesaire söz konusu değil. Bunu bir bahane olarak kullandıkları çok açık anlaşılıyor. Bunu daha önce de kendilerine söyledik. Bu konuda uyarılarımızı da yaptık. Tekrar ediyorum, oradaki durumun korunması için Soçi mutabakatına derhal geri dönülmesi gerekiyor.
Biz askeri gözlem noktalarımızı bulundukları yerlerde muhafaza etmeye devam edeceğiz, onları sevkiyat ile tahkimat ile güçlendirmeye de devam edeceğiz. Burada teröristlerin korunması, teröristlerin bizim askeri gözlem noktalarımızı kullanarak Rus güçlerine bir saldırı yapması söz konusu değildir. Bunu çok açık ve net söylüyorum. Oradaki harekat, rejimin yaptığı bu ihlaller sadece ve sadece daha fazla grupların radikalleşmesine, radikal olanların terörize olmasına hizmet edecektir. Bu gerçeği de gözden kaçırmasınlar. Bütün dünya da orada olup biteni açık ve net şekilde görüyor."
Gazetecilerin yıpranma hakkı çalıştayda konuşulacak
Kalın, Anayasa Mahkemesinin gazetecilerin yıpranma hakkını kaldıran kararıyla ilgili soruya, şu yanıtı verdi:
"Bu çerçevede Bakanlık tabii ki bir çalışma yapacak. Özellikle ve basın meslek mensuplarının haklarının iyileştirilmesi konusunda İletişim Başkanlığımızın 1-2 hafta içerisinde bir çalıştayı olacak. İlgili bütün tarafları, paydaşları bir araya getirerek, bu konuyu detaylı şekilde ele alacak. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanımızla da konuştum. Bu konuda bir çalışma yapacaklar. Basın mensuplarının herhangi hak mağduriyetine uğramaması için neler yapılabilir, bunları da detaylı şekilde görüşecekler. Yani önümüzde bir zaman dilimi var. Umarım bu süre içerisinde hem gazetecileri hem işverenleri hem kamuoyunu tatmin edici bir çözüme ulaşmak mümkün olacaktır."
Libya'da Hafter güçlerinin dün Trablus'a yönelik roketli saldırısının toplantıda gündeme gelip gelmediğinin sorulması üzerine Kalın, "Bu konu gündeme geldi. Bir taciz ateşi oldu. İsabetsiz bir atıştı. Derhal misliyle ve fazlasıyla karşılık verildi. Bu dün gece gerçekleşen bir hadise, o yüzden bizim karşılık vermemizden sonra da durumun son derece sakin olduğunu ifade edebiliriz." cevabını verdi.