ZAFER ŞAHİN | AK Parti Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş, gündeme dair gazetecilerin sorularını yanıtladı.
SORU: Şimdi soykırımı kabul ediyorlar, söylüyorlar da, böyle yarım ağızla şey de yapıyorlar; ihmal var, işte sahip çıkmadık diyorlar, ama sanki bununla yetiniyormuş gibi, sanki böyle sadece söyleyip geçiyorlarmış gibi bir de o var. Mesela Hollanda Savunma Bakanı çıktı, günah çıkardı, ama böyle bir yaptırımı olmayacakmış gibi, bunun bedelini ödemeyeceklermiş gibi, sözlü olarak sadece bir mahcubiyet hissediyorlarmış gibi bir görüntü var.
Kurtulmuş: Belki mahcubiyet kelimesi belki açıklayıcı, hakikaten öyle. Ama yani orada sadece o büyük katliamı yapan, gerçekleştiren Sırp milisler değil, orada bu işin içinde olan katiller değil aslında bütün uluslararası camia ve özellikle orayı bir güvenli bölge olarak ilan edip o insanlar toplanarak oraya sağdan-soldan getirilmedi, herkes nasılsa burayı NATO koruyor, güvenli bölge olarak ilan etti diyerek Hollandalı askerlerin koruduğu o akü fabrikasına, bugün gittiğimiz akü fabrikasına insanlar geldiler; köyden, kentten, şehirlerden, bir sürü yerden geldiler aman burada biz Sırplardan korunuruz diye. Burada ortada açık bir ihmal, açık bir suç var. Yani onlar katliam yapmışlar, ama katliamda bu insanlar da korunmamış. Maalesef uluslararası camia bu yükün altında. Benim bu üçüncü gelişim, hep aynı şey olur; bir mahcubiyet hissini görürsünüz, hakikaten belki bir üzüntü de bunun içerisinde var, ama uluslararası camia ve özellikle o işin sorumluları, orayı koruması gerekirken koruyamayanların gerçekten büyük bir psikolojik baskı altında olduğunu görüyoruz. Dünyanın belki 20. yüzyılın değil asırlar içerisinde en büyük soykırımlarından birisi gerçekleşmiş, ama bazı Batılı ülkelerin de bu soykırımlar karşısındaki ikiyüzlü tavrı da bilinmedik bir tavır değildir. Ruanda katliamında işte 1 yıl içerisinde yaklaşık 1 milyon insan kılıçlarla doğrandı, kesildi, zamanın Avrupa ülkelerinden birisinin Başkanının Birleşmiş Milletler’de yaptığı konuşma ortadadır; bu tür işler Afrika Kıtası için olağandır demek durumunda kalmıştı kendilerini bir şekilde savunabilmek için. Dolayısıyla burada hakikaten çok vahim, büyük bir insanlık suçu var ve katılımcıların tamamının da kabul ettiği gibi bunun altında uluslararası camia kaldı ve bunu önleyecek mekanizmaları geliştiremedi.
Şimdi bundan sonrası için hakikaten samimi olarak, daha başka katliamların olmaması için gayret edilmesi lazım ve bir uluslararası standardın bu katliamlara karşı, soykırımlara karşı koruyucu mekanizmaların oluşturulması şarttır.
Bir de tabii Aliya’nın bugün konuşmada da ifade ettiğim sözü de tarihi bir sözdür; “Ne yaparsanız yapın sakın ha soykırımı unutmayın, unutturmayın” diyor. Bizim de üzerimize düşen, bu soykırımı asla unutturmamak, bunun bir eskiyi tazelemek, buradan bir çatışma oluşturmak falan değil. Soykırımın hatırlanması, bundan sonraki soykırımların olmaması için de bir gerekliliktir; samimi olarak dünyanın bu noktada gayret göstermesi lazım.
SORU: Şimdi 2018 seçimleri bitti, yaklaşık 6 ay sonra bir erken seçim tartışması başladı, bugüne kadar geldik, hala bu devam ediyor. Şimdi bu seçim, çok söylediniz gerçi siz ama, normal zamanında mı yapılacak, bir erken seçim olasılığı var mı, bir tarih var mı düşündüğünüz? Çünkü normal zamanda da üniversite sınavları geliyor, başka faktörler de var seçim gidişatını etkileyecek. O yüzden hani seçim ne zaman olur?
Kurtulmuş: Seçim işte önümüzdeki yıl tarihi bellidir, takvimi bellidir, 2023’ün Haziran ayında bu seçim yapılacaktır. Zaten resmi seçim propaganda süreci başlamamış olmakla birlikte fiilen de bizim açımızdan, biz zaten sürekli sahadayız, AK Parti olarak sürekli bu çalışmaların içerisindeyiz. Ama artık öyle görünüyor ki diğer bütün partiler de fiilen seçim çalışmalarına başlamış durumdadır, 2023’ün bu anlamda belki yaz sonu itibariyle biraz daha da hızlandırılmış bir şekilde 2023’ün seçim süreci başlayacaktır.
SORU: Böyle 1 ay geri almak gibi bir durum, takvimlendirme mümkün mü?
Kurtulmuş: Şu anda konuşulmuş bir şey yoktur, vaktinde Haziran’da yapılacaktır.
SORU: Anayasal bir tartışma var deniyor?
Kurtulmuş: Hayır, anayasal bir tartışma olduğu kanaatinde değiliz, o muhalefetin ortaya çıkarmaya çalıştığı bir tartışmadır. Çok nettir; Sayın Cumhurbaşkanımız, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi çerçevesinde ikinci seçimine 2023’ün Haziran’ında girecektir ve inşallah milletin oylarıyla kazanacaktır.
SORU: Fiilen siz seçim sürecine başladınız mı? Hani eskiler der ya seçim sath-ı maili girildi mi?
Kurtulmuş: Belki henüz tam değil, ama özellikle yaz sonu itibariyle bu süreç başlayacaktır, biz zaten sahadayız dediğim gibi, fiilen bir süreç başlıyor.
Bir taraftan tabi bizim şöyle bir zorluğumuz da var: Hem iktidardasınız bütün kurum ve kuruluşları da çok iyi koordine etmeniz lazım, herkes işini-görevini yapması lazım, bir taraftan da bu yapılanların seçimde daha olumlu şekilde yansımalarını sağlayabilmek için de siyasi çalışmaları yürütmek lazım. Yani iktidar partisi olmanın hem zorluğu, hem de gereği, tabiatı budur. Ve Sayın Cumhurbaşkanımızın koordinasyonunda-öncülüğünde iki taraf da, yani hem devlet yönetimi, hem siyaset yönetimi başarılı bir şekilde sürdürülüyor.
SORU: Seçim Kanununda yapılan değişiklik, zaten Nisan-2023 itibariyle değil mi uygulanabiliyor, 6 Nisan’da galiba Resmi Gazetede yayınlanmıştı.
Kurtulmuş: 1 yıl, evet.
SORU: Bir başka görüşe göre de eski sistemle seçime gidilebileceğine dair iddialar da ortaya atıyor muhalefet. Seçim öne alınır, bu sistemle değil mevcut sistemle gidilir, Anayasa değişikliğiyle değil de mevcut haliyle gidilir diye?
Kurtulmuş: Bizim gündemimizde böyle şeyler yoktur, biz bir de siyasi alışkanlık itibariyle şu acaba bizim işimize mi yarar, bu acaba bizim işimize yarar mı diye küçük hesap yapan bir siyasi hareket değiliz. Bizim bir tane hesabımız vardır, o da milletimizin desteğini, güvenini, sevgisini artırarak sürdürebilmektir.
SORU: Siz seçim startı verdiniz gibi görünüyor. Peki muhalefet, en güçlü aday Fethiye krizi oldu, en güçlü aday Fethiye’de çıktı sel felaketi sırasında. Muhalefet hazır mı sizce seçime?
Kurtulmuş: Tabii muhalefetin zorlukları var. Biz hep bunu söylüyoruz; karşı tarafa böyle bir haksızlık da yapmak da istemem. Ama yani şimdi bizim adayımız belli; Sayın Cumhurbaşkanımızın Türkiye’yi temel konularda nasıl yöneteceği, programımızın ne olacağı, Türkiye’nin 2023’ten sonraki süreçte hangi konulara ağırlık vereceği de herkes tarafından biliniyor, ortadadır. Muhalefetin en temel problemi ise; 6+1’lik masa bu kadar toplantı yapmış olmasına rağmen ne yazık ki, Cumhurbaşkanımız, nihayetinde siyaset yarış işidir, en az iki aday olacak ki bir aday olsun, karşı tarafta bir aday yoktur, aday bulmakta da fevkalade ciddi bir zorluk yaşadıkları ortada. Herhalde altıncı toplantıyı yaptılar, beşinci mi, altıncı mı toplantı, altıncı toplantıyı yaptılar, gündeme ilişkin herhangi bir şey çıkmadı. Yani millet şunu görmek ister: Bir, önce adayınız kim? İkincisi; bundan belki daha önemlisi, ben aday meselesinin bile karşı taraftaki blok için, 6+1’lik blok için ikinci sırada olduğunu düşünüyorum öncelik bakımından, ama Türkiye’nin temel meselelerini nasıl götürecekler? Örneğin, teröre karşı mücadeledeki tavırları nedir? Görünmez ortak HDP ile milliyetçi kökenden gelen İYİ Parti mesela bu konularda nasıl anlaşacaktır? Ya da işte Türkiye’nin Doğu Akdeniz politikalarında bu partiler nasıl uzlaşacaklardır? Karşı taraftaki iki temel bileşen; Cumhuriyet Halk Partisi ile İYİ Parti’nin örneğin işte Libya tezkeresinde tam tersi bir tutum içerisine girdiği millet tarafından görüldü. İşte Türkiye’nin Ege’deki meseleleri, Türkiye’nin Karadeniz’deki petrol arama meselesi, Türkiye’nin milli savunma sanayindeki geleceği nasıl olacak, hangi yaklaşımlar içerisinde olacaklar, Türkiye’nin temel sorunlarını çözmekteki teklifleri nedir, ortak görüşleri nedir? Bunları ben bu kadar siyasetin içinde olan birisi olarak bunlarla ilgili bugüne kadar bir şey duymadım, milletimiz de duymadı. Tek söylenen şey; güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçeceğiz. Güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş için bile bir planlarının, bir stratejilerinin olduğu çok net bir şekilde görülmüyor. Dolayısıyla millet, evet karşı tarafta bir blok görünüyor, ama millet de sonuçta bilinmeze oy vermez. Program nedir, ne yapılacak ve Türkiye’nin sorunlarını nasıl çözecek ve kimle, hangi adayla olacak?
Şimdi son toplantılardan birisinde bir şey daha ortaya çıktı; adayımız demokrasi aşığı birisi olacak dediler, bu yeni bir kriter. Herhalde bundan sonraki tartışma demokrasiye en çok kim aşık ise o adayı bulmak olacak.
SORU: Orada CHP açığa çıkıyor yalnız, demokrasi aşığı denilince bütün darbelerle ilgili bir süreci var neticede CHP’nin.
Kurtulmuş: Bu lafı onlar söylediği için söylüyorum, yani o masadan yansıdığı için söylüyorum. Yani bu kadar göreceli, bu kadar belirsiz birtakım tanımlamalarla, yaklaşımlarla milletin önüne çıkıp biz ülkeyi yönetmeye talibiz, kadrolarımız şunlardır, adayımız budur, programımız budur, şu programla Türkiye’yi yöneteceğiz demek mecburiyetleri vardır ki milletin gönlünü alabilsinler, oylarını alabilsinler. Bu bakımdan biz daha rahat taraftayız, adayımız belli, programımız belli, ne yapacağımız belli, istikamette yürüyoruz.
SORU: Anketlerle ilgili ne düşünüyorsunuz? Her gün bir anket yayınlanıyor, işte çok bilinmeyenli anketler, lider bazlı, beş-altı sorulu falan. Seçmen de bunu görüyor mudur sizce, yani Türkiye’nin temel meseleleriyle ilgi bunların bir fikri yok, seçmen de bunu bu şekilde algılıyor mudur?
Kurtulmuş: Yani büyük oranda algılandığını düşünüyorum. Çünkü henüz Türkiye’nin gündemine taşıdıkları, yani Tayyip Erdoğan gitsin de nasıl giderse gitsin, parlamenter sisteme geçelim-geçeceğiz demekten, işte biz adayımızı kendi aramızda mutabakatla belirleyeceğiz demekten öte siyasal anlamı olan bir söz söylediklerini görmedim, millet de bunu görmek ister.
SORU: Şimdi bu tarz ittifaklar Türkiye’de daha öncelerde seçimlerden sonra kuruldu, koalisyon hükümetleri. Yürütmesi bile imkansızdı, birçoğu yani 10 ay ortalamasıydı sanırım koalisyonların. Yani ortalaması çok düşük bir sistemden bahsediyoruz. Yani siz bir tecrübeli siyasetçi olarak böyle bir ittifak masasının karşılık bulabileceğini düşünüyor musunuz? Yani bir AK Partili olarak değil de bir siyasetçi olarak?
Kurtulmuş: Şimdi şöyle: Yani bu yeni sistemin doğası 50+1 gerektiriyor. 50+1 de çok doğal olarak partilerin arasında ittifakların oluşmasını tabiri caizse zorunlu kılıyor bu yeni yapı içerisine. Ama tam de mesele burada; yani siyasal kültürün, siyasal projenin tam da ortaya çıkması gereken yer burasıdır. Partiler bir araya gelebilir ve der ki; biz Türkiye’nin dış politikasında, ekonomi politikalarında, Türkiye’nin sosyal meselelerinde, Türkiye’nin uluslararası ilişkilerindeki sorunlarında şunları-şunları şu şekilde yapacağız der. Bu partililer illa aynı, birbirine yakın siyasi partiler olması gerekmez, taban-tabana zıt partiler olabilir, ama hangi program etrafında bir araya geldikleri anlaşılmış olur. Özellikle bunun altını çizerek söylüyorum; bir program etrafında bir araya gelmeyi başaramazlarsa, zaten yıkılmaya mahkum bir koalisyon içerisinde bu işi götürüyorlar demektir, o da tam sizin söylediğiniz Cumhurbaşkanlığı sistemine geçmeden önceki dönemlerde yaşanmış meseledir. Yani işte 18 ay mı, 1.2 mi, 18 ay aşağı-yukarı ediyor, yani uzun ANAP dönemini ve AK Parti dönemini dışarıda bıraktığınız zaman ortalama 1,5 senede bir iktidarlar olmuş. Bu insanlar çok başarısız siyasetçiler oldukları için, öngörüsüz insanlar olduğu için değil ortak bir programda buluşamadıkları için Türkiye’nin geçmiş koalisyonlarında hepsi dağılmıştır. Şimdi bu sistem gereği seçim öncesinde böyle bir şey yapılması zorunlu oluyor, o zaman yapmaları gereken tek şey, yani işi-gücü bırakıp bunun üzerine yoğunlaşmaları lazım. Türkiye’yi nasıl yapacaklarını, yani bunu da bir karşı taraftan birisi olarak söylemek belki şey değil, ama nasıl yöneteceklerini milletin önünde açıklamaları lazım. Yoksa hakikaten dağılmaya mahkum bir birliktelik gibi olur.
SORU: Seçim yaklaştıkça hani kamuoyunda çözüm bekleyen birçok mesele çözüme kavuştu gibi görünüyor; 3600 ek gösterge bunlardan biriydi, çalışanların ücretlerinde ciddi bir artış söz konusu oldu. Şimdi bir de EYT meselemiz var, buna ilişkin bir şey olacak mı? Sayın Bakan da EYT’nin üzerinde çalışıldığını söyledi.
Kurtulmuş: Şimdi şöyle, yani bir kere vatandaşlarımız şundan emin olsun, bunu çok sık söylüyoruz: Sokakta konuşulan, vatandaşın gerçekten gündemi olan, derdi olan, çözülmesini istediği-beklediği herhangi bir sorun yoktur ki bu İktidar Partisinin ya da iktidarın masasında olmasın, bu siyasetin doğasına aykırı bir şeydir. Yani bedelli askerlik meselesi, işte asgari ücretlilere ek zam meselesi, 3600 meselesi, geçen yılbaşında yapılan taşeron, bir sürü şey; bunların hepsi ilk konuşuldukları zamanlarda sanki zor, yapılması zor konular gibi görünüyordu. Ama sonuçta yani vatandaşın beklentisi-talebi bizim siyasetimizi, bizim anladığımız siyaset tarzını yönlendiren bir husustur, eldeki imkanlar, halkın beklentileri ve bir öncelik sıralaması içerisinde bütün bu sorunlar ele alınır ve bunlar da çok şükür birer-birer çözülüyor. Ümit ediyorum ki EYT meselesi de zaten Bakanlığın masasının üzerindedir, bu konudaki çalışmalar yapılmaktadır, tamamlandığında hem Bakanlık, hem de Türkiye Cumhurbaşkanı olarak Cumhurbaşkanımız bunu kamuoyuyla paylaşır. Ama şu anda bir çalışma, bir…
SORU: Takvimle ilgili?
Kurtulmuş: Takvimini söyleyemem, yani söylemem doğru da değildir. Ama vatandaşımız rahat olsun, bu sorun ve diğer birçok sorun Hükümetin önündedir, yapılabilecek olanları eldeki imkanların azami şekilde kullanılmasını sağlayarak Hükümetimiz yapmaya gayret ediyor.
SORU: Bir mesele daha var, bu yeni-sıcak bir olay; Kemal Kılıçdaroğlu daha önce elektrik faturalarınızı ödemeyin diye bir çağrıda bulundu, elektriği kesildi, kimse o akıma kapılmadı, yani tavan bulmadı, zemin bulmadı. Son bir çıkış yaptı, üniversite öğrencilerine çağrı yaptı, dedi ki; devletten çektiğiniz öğrenci kredilerini geri ödemeyin dedi şimdi, biz iktidara geldiğimizde affedeceğiz dedi. Şimdi bu biraz daha böyle bu disiplini sağlayamayacak nesile, yaş ortalamasına bir vaat, yani çocuklar böyle bir beklenti içerisine girebilirler, bu aynı zamanda bir suç bir taraftan da, ama bu beklenti içine girebilirler de. Yani elektrik faturasını ödememekle işte kredi borcunu ödememek arasında bayağı bir fark var, bunu nasıl değerlendirmek lazım? Ben geçen hafta Spor Bakanımızla bir görüşme şansım oldu, Bakanlığın böyle bir çalışması var, yani bu adamlar o çalışmaları duyuyorlar, alıyorlar, sonra açıklıyor, sonra diyecek ki ben yaptırdım. Yani tamamen ben bugün okuyunca onu düşündüm.
Kurtulmuş: Yani Sayın Kılıçdaroğlu’na sorsanız Türkiye’de başörtü meselesini de Kılıçdaroğlu çözdüğü için, bu tür şeyler…
Bir de, deminki söylediğim şekilde bunu da cevaplandırmak isterim; yani öğrencilerimizin de birçok meselesini şimdiye kadar çözen, işte burslar, yurtlar vesaire birçok konulara elinden gelen imkânların azamisini kullanarak ortadan kaldırmaya çalışan, bu sorunları çözmeye çalışan AK Parti’dir, oldukça da başarılı olunmuştur genç kardeşlerimizin talepleri konusunda. Bu da inşallah çözülebilecek bir meseledir. Yani öyle çok zor bir mesele değil bunun üzerinden de böyle ucuz bir siyaset yapmaya kimseye kalkmasın.
SORU: Benim merak ettiğim bir şey var; siz hiçbir zaman nezaketi elden bırakmayan bir siyasetçisiniz. Şimdi muhalefet partileri genel başkan seviyesinde hep diyorlar ki; siyasetin dili çok gergin, işte bu sokağa yansıyor. Biz de hasbelkader 25 yıla yakın bir süredir siyaseti takip ediyoruz, bu hep böyleydi aslında, yani çok öyle güllük gülistanlık bir ortam yoktu. Siz bu tartışmalara nasıl bakıyorsunuz? Yani hakikaten çok gergin mi siyasetin dili?
Kurtulmuş: Ya şimdi şöyle: Türkiye en zor şartlardan geçtiği dönemlerde dahi vatandaşlarımızın arasında; eyvah memleket tamamen kutuplaştı, büyük bir gerilim içerisinde, Türkiye’nin geleceği tehlike altında falan gibi düşündürmemizi gerektiren vatandaşımızın arasında günlük hayatını yaşarken bir sorun yok. Farklı siyasi partileri var, farklı toplumsal kesimlere mensuplar, ama vatandaşımız kimisi Hükümete çok kızıyor, söyleniyor, ama bütün bunlara rağmen vatandaşımız bir arada gayet medeni bir şekilde yaşayabilmeyi başarıyor. Siyasetin dilinin, burada siyasetin dili eğer düzelecekse bunu sağlayacak olan da siyasetçilerdir. Birbirimize taban tabana zıt fikirleri savunacağız, yeri geldiği zaman yüksek tonda bağırarak, çağırarak da bunları söyleyeceğiz, ama hakaret etmemeyi, ama yalan söylememeyi, ama algı operasyonu yapmamayı, efendim insanları tahkir etmemeyi, insanların itibar suikastine uğratılmasını sağlamamayı becereceğiz. Bu beceri siyasetçilerin hem kurumsal olarak siyasetin becerisi olmalıdır hem de tek tek her bir siyasetçi buna dikkat etmek zorundadır. Yani taban tabana zıt fikirleri sonuna kadar mat edebilirsiniz, konuşabilirsiniz, tartışabilirsiniz, ama kimsenin bir başka siyasetçi hakkında bir itibar suikastini zeminini hazırlama hakkı yoktur, yalan söyleme hakkı yoktur, vatandaşı yanlış yönlendirme hakkı yoktur. Bu siyaset değildir, bunun adı manipülasyondur, bunun adı efendim ne derler? Merdiven altı siyasettir, böyle bir siyaset olmaz. Eğer bunların üzerinden toplumda bir gerginleştirmeyi sağlamak isteyenler varsa ki zaman zaman var çok sayıda da örnekleri oluyor.
Esas tartışılması gereken, esas eleştirilmesi gereken bu tavırlardır, bu anlayışlardır. Yani siyaset nezaket içerisinde en sert şeyi bile olgun bir lisanla söyleyerek karşı tarafı alt etmeyi başarabilme işidir. Yani nihayetinde biz siyasi partiler A ve Z kadar birbirimize ters olabiliriz, bir birbirimizin düşmanı değiliz, bir birbirimizin rakibiyiz. Rekabet başka bir şey, düşmanlık dili başka bir şeydir. Burada söylenebilecek olan şey herkes buna dikkat etsin. Ben vatandaşımızın arasında böyle bir düşmanlık dilinin olmadığını düşünüyorum. Zor meselelerle karşılaşıyor insanlar günümüzde mesela hayat pahalılığının vermiş olduğu bir psikolojik atmosfer içerisinde yaşamasına rağmen vatandaşlar farklı tarafta gördüğü insanları karşısına alan, onu ötekileştiren bir dile ve üslup içerisinde değil.
Sayın Bakanım, hayat pahalılığı demişken son sorum benim bu olsun: Şimdi mesela ben hani insanlarla diyalog kanallarımı açık tutmaya çalışan bir gazeteciyim hep de konuşuyoruz böyle. İnsanlar hakikaten şundan çok böyle mustaripler: Ya diyorlar iyi güzel zamlandı maaşlar, fakat şu marketler gidiyoruz işte 26 lira olan diyor şekeri adam asgari ücret zammından hemen sonra 31 liraya çıkartmış, çay işte 43 liradan 59 liraya gelmiş gibi hep böyle oluyor. Ya buna hani hakikaten merak ediyorum yani bunun önüne nasıl geçilecek? Çünkü verilen maaş zammı da anlamını yitiriyor.
SORU: Denetimlerde yani bir şey çıkmadı ortaya öyle görünüyor.
Kurtulmuş: Denetimler yapılıyor ilgili birimler denetimlerini yapıyor. Bu bir kere her şeyden evvel bunu söyleyince bozuluyorlar, ama bu bir ticaret ahlakı meselesidir. Ben bu tartışmaların ilk çıktığı zamanlarda hatırlıyorum şey demiştim, ya KGF’nin kendisine yani kredi fonu kredi verdik ya git işini düzelt diye devletin kredi verdiği bu kadar zor şartlara rağmen desteklediği insanların içerisinde bu parayı alıp götürüp dövize yatıranlar var. Bu bir ahlaksızlıktır dediğim zaman sanki sıradan bir vatandaşa cebindeki tasarrufuyla o da işte bir algı operasyonu. Neredeyse algı operasyonlarıyla bizi linç ettiler o zaman. Yani burada devlet üzerine düşen her şeyi yapmaya çalışıyor ona kredi vermeye çalışıyor, efendim işte fiyatları düşürmeye çalışıyor, alım gücünü artırmak için asgari ücrete zam yapıyor. Daha asgari ücret ilanları televizyonlara düştüğü zaman artık şeyi insanlar etiketlerini de yükseltemeye çalışıyor.
SORU: Orada şöyle kandırmaca yapılıyor: Sanki işçi ücreti maliyetin yüzde 100’ymüş gibi yüzde 25 artış olunca yüzde 25 hemen şey konuyor ama yüzde 10’u yani işçi ücretleri maliyetin.
Kurtulmuş: Burada çok ciddi yani yapılabilecek yani kısa dönemde yapılabilecek çok hakikaten ciddi denetimlerin olması ve burada biraz da can yakacak denetimlerle…
SORU: Bu temel gıda maddelerinde belli kalemlerde sabit fiyat uygulaması ya hakikaten buna artık ihtiyaç var. Bu serbest piyasada böyle bir şeye yer yok diyorlar, fakat hani serbest piyasa falan kalmış durumda değil yani bu bize özgü bir şey de değil, dünyada da böyle, ya hiç bunlar konuşulmuyor mu hakikaten merak ediyorum.
Kurtulmuş: Konuşuluyor tabi ki konuşuluyor. Burada şimdi ya ekonomiyle ilgili birkaç tane temel alan var sorun alanı var bunlardan birisi dövizin hareketli olması ve yüksek bir seyir takip etmesi. Hükümetin aldığı bir alan tedbir aldığı alan bu döviz fiyatlarının belli bir alanda yatay seyre, hatta mümkünse daha aşağıya doğru gelmesini temin etmektir. Burada da dolarizasyonu düşürecek Türk parasını özendirecek birçok tedbir alınıyor sizlerin de yakinen takip ettiğiniz gibi.
İkinci alan hayat pahalılığını şey yapmak dengeleyebilecek tedbirleri almaktır. Ne bileyim işte devlet belli vergi yüklerinden vatandaşı kurtarıyor. Geçen sene 165 milyar lira sadece elektrik ve doğal gaza devlet desteği, kamu desteği hem de hiç görünmez bir şekilde. Bu şu demektir yani: Milletin hayat pahalılığını aşağıya çekmeye çalışan tedbirlerdir.
Üçüncü alan da yani bunlar bir seviyeye gelene kadar vatandaşın alım gücünü artırmaktır, o da işte asgari ücrete yapılan zamlar gibi birtakım işte 3600 ek gösterge gibi vesaire alanlarda vatandaşın alım gücünü artırabilmektir. Şimdi normal bir piyasa ekonomisi işleyişinde bu tür tedbirlerle işi çözmeye gayret edersiniz. Ama stokçuluk işte böyle birtakım yan tedbirlerle ekonomiyi maalesef kötü etkileyen kişiler üzerine de sonuna kadar gitmek lazım ve bunlarla ilgili de her türlü yaptırımı gerçekleştirmek lazım. Ben başka bir yol kısa vade de görmüyorum.
SORU: 15 Temmuz yaklaşıyor herhalde siz İstanbul’a dönünce artık onun hazırlıklarıyla ilgilenmeye başlayacaksınız. 15 Temmuz ruhunun geleceği konusunda bir endişe taşıyor musunuz bu muhalefetin tutumu, onun göz kırpması KYK’lılara işte, asgari öğrencilere. Bu son tahliye olanlar. Bu 15 Temmuz ruhunun zarara uğrayacağından endişe ediyor musunuz?
Kurtulmuş: Hayır hiç endişe etmiyorum, yani zaten şu anda işte bu 15 Temmuz ruhunu zedelemeye çalışan aktörlerin 15 Temmuz direnişinin içerisinde hiçbir payları olmadığı aşikardır. Ve hatta şunu söyleyeyim: O 1,5-2 saatlik süre içerisinde yani gece 11’le 1 arası süreç yani o darbenin gidip gidip geldiği süre içerisinde eğer halk bu direnci göstermemiş olsaydı, sokaklara çıkmamış olsaydı, Sayın Cumhurbaşkanımızın televizyonlara çıkıp hadi sokaklara, meydanlara, havaalanlarına diyerek halkı bu direnişe teşvik edip önderlik yapması olmasaydı Allah muhafaza iş tersine dönmüş olsaydı bugün demokrasi havarisi geçinenlerin birçoğunun o darbeci gruplarla hiçbir problemi olmadan hayatlarını devam ettirecekleri aşikardır. Dolayısıyla, burada zaten bu tür davranışlarda olanların 15 Temmuz direnişiyle, ruhuyla bir ilgileri yok ki. Burada milletimizin sahiplenmesi önemliydi ve çok şükür çok büyük oranda 15 Temmuz gecesinden başlayarak şimdiye kadar bu 15 Temmuz ruhunu milletimiz diri bir şekilde getiriyor.
Burada tabi bir de sembolik şeyler olduğunu da görmek lazım. Bunlardan birisi, yani darbeci zihniyetle milli iradeye saygı gösteren zihniyetin böyle billurlaşmasını sağlayan hususlardan bir tanesi, mesela 15 Temmuz gününün resmi tatil günü olarak ilan edilmesidir. Eski Türkiye’de darbeci zihniyetin hakim olduğu Türkiye’de, biz onu yaşadık, sizler de belki yaşadınız…
SORU: 27 Mayıs?
Kurtulmuş: 27 Mayıs tatildi, okullar olmazdı, okullara gidilmezdi, resmi tatildi. Dolayısıyla darbeyi öven, darbeyi böyle resmi bir övünç olarak gören zihniyet çok geride kaldı, onun yerine darbeye karşı direniş ruhunu gerçekten ortak bir bayram havası olarak benimseyen ruh kazanmış oldu.
Ben bu anlamda, evet, hala zihninin bir köşesinden acaba bu memlekette bir şekilde darbe yapılıp bu memlekete ayar verilebilir mi, bu hükümetten bir şekilde kurtulunabilir mi falan gibi düşünen çok marjinal birileri olabilir, bunlara bir şey demiyorum, ama sonuçta milliyetimizin kahir ekseriyeti darbe zihniyetine de, darbeci zihniyetlere ve darbeye göz kırpan fikirlere de kapalı olduğunu göstermiş ve milli iradeye her zaman saygılı olacağını, demokrasiye her zaman sahip çıkacağını, milletin geleceğine sahip çıkacağını ilan etmiştir.
Bu törenler ve bunun bir resmi tatil haline gelmesi ise, milletin ilanın resmi bir statüye dönüştürülmesidir. Yani şöyle olmadı: Önce resmi olarak devlet bir şey ortaya koydu, ona millet uydu değil. Millet ortaya bir demokratik tutarlılık koydu, demokratik direnç koydu ve ondan sonra da devlet gereğini yaparak bu anlamda milletin sözünü mühürlemiş oldu. Ben bir daha bu memlekette Allah’ın izniyle hiç kimsenin bir darbe hevesi içerisinde olacağına ihtimal vermiyorum.
SORU: Son soruyu ben sorayım o zaman, yine madem öyle iki soru olun Saraybosna’yla ilgili. Bugün konuşmalarda Yahudi soykırımına vurgu yaparak Srebrenitsa’ya geldi bazı konuşmacılar. Orada bir kavram meselesi var, bir Yahudi soykırımı kavramlaştırması var ama, mevzu Srebrenitsa olunca Müslümanlara yönelik, buradaki Müslüman halka yönelik bir soykırım yapıldığı söylenmiyor. Buna yönelik bir dil, bir terminoloji, bir kavram oluşturmak gerekmez mi?
Kurtulmuş: Hiç şüphesiz, yani bu anlamda Srebrenitsa’yı da, diğer bütün işte demin ifade ettiğim Ruanda’yı da, insanlığın başka yerlerde yaşamış oldukları soykırımları da unutturmamak lazım. Bununla ilgili kavramsallaştırmanın ötesinde fiili bir gerçeklik ortadadır, bu tür törenlerle uluslararası kamuoyuna bu işi taşıyarak, bunların belki biraz da bilimsel arka planlarına giderek bu Srebrenitsa üzerinden Müslümanlara karşı yapılmış katliamı dile getirmenin çok büyük faydası olduğu kanaatindeyim.
Burada ben, belki demin yarım kaldı, sizin sözünüze cevaben de onu söylemek lazım. Uluslararası camianın birkaç konuda ortak noktaya gelmek mecburiyeti var ki bir daha böyle soykırımlar yaşanmasın.
Bunlardan bir tanesi, bu soykırımları kınama konusunda gerçekten çok net tavır alınması, ikircikli bir dilin terk edilmesi ve burada bir uluslararası tutarlılığın temin edilmesi.
İkincisi, bu anlamda bu soykırım suçlularının tamamının ortaya konulması, bunların en ağır cezaları alması ve yok şu soykırımı yapanlar iyidir, bunu yapanlar kötüdür diye yine orada da bir ikircikli tavır içerisinde olmadan, hiçbir halkı topyekun suçlamadan, ama katliamı yapanların hepsini uluslararası yargıya çıkartarak bunların hesabının sorulması.
Üçüncüsü, bu soykırımlar kendiliğinden ortaya çıkmıyor, bunun bir ön hazırlık süreçleri diyebileceğimiz bu mikrobun yetiştiği ortam var. O da nedir? Konuşmamda da bugün ifade etmeye çalıştım, ırkçılık, yabancı düşmanlığı, göçmen düşmanlığı ve özellikle son yıllarda dünyada gelişen İslamofobya, bir de nefret suçları. Bir müddet sonra bu zaten kendiliğinden katliamların, soykırımların da altyapısını oluşturan bir psikolojik eşik oluyor. Bunun aşılmaması için, bu alanların tamamında yabancı düşmanlığı, İslam düşmanlığı, göçmen düşmanlığı gibi konularda herkesin samimi davranması lazım. Söz olarak söyleyip arka kapıdan başka şeyler yapmak zaten dünyada soykırımların, katliamların zeminini hazırlayan bir şeydir.
Dolayısıyla burada tabi bir de dördüncü olarak şu söylenebilir: Uluslararası camia özellikle Srebrenitsa’da büyük bir başarısızlığa uğradı, gözünün önünde öncesi var, o gün var, sonra 11 Temmuz günü var ve sonrası var, o süreç içerisinde duyarsız kaldı, çaresiz kaldı, tepkisiz kaldı ve hiçbir şekilde, yani göz göre göre gelen koskoca bir soykırımı önleyecek en ufak bir aktivite içerisinde bulunmadı. Eğer uluslararası camia, tabi bunun en üst kurumu olarak Birleşmiş Milletler, yani sözde dünyada barışı sağlayacak bir kurum olarak, dünyanın birçok yerinde barışı sağlamadı ama, Birleşmiş Milletler’in bu soykırım ve katliamlara karşı bir önleyici mekanizma geliştirmesi zaruridir. Eğer o gün, 11 Temmuz günü madem orada Hollandalı askerler kampı bırakıp gittiler, ama Birleşmiş Milletler buraya birkaç yüz asker, bırakın çoğunluğu, birkaç yüz asker, iyi donatılmış asker mobilize edilmiş olsaydı o katliam önlenebilirdi veya NATO askerleri oradan kaçıp gitmeseydi, başka NATO askerleri de oraya gelip samimi olarak bunu engellemeye çalışsaydı. Burada uluslararası camianın bu mekanizmayı da kurması lazım, bu ciddi bir meseledir.
Buradan da belki bir uyarı olarak da şunu Saraybosna’da konuşuyoruz söylemek lazım: Bakın, dünyanın hemen hemen her bölgesinde büyük çatışma alanları var. Dünyanın Avrupa, Amerika başta olmak üzere hemen her bölgesinde aşırı bir artan ırkçılık tehdidi var. Hatta hatta bu ırkçılık tehdidi birçok siyaseti satın almış, kuşatmış, esir almış vaziyette. Dünya bu kadar sert ırkçı, hatta şoven diyebileceğimiz siyasal söylemler içerisine doğru yuvarlanıyor, bunun çok doğal sonucu çatışmadır, zaten onun için birçok bölgede çatışmalar ortaya çıkıyor. Bunun için çok duyarlı bir şekilde bu mekanizmaların geliştirilmesi gerekir. Türkiye’nin bu anlamda dünyaya sağlayacağı çok büyük katkıları var. Bu Balkan coğrafyasının konuşuyoruz, 6 asır biz burada bütün etnik kökenden insanları, bütün farklı din ve mezhep, meşrebi birarada yaşatmayı başarabilmiş bir medeniyetin çocuklarıyız. Yani insanlara karşısındakini ötekileştirmeden birarada yaşanabileceğini öğretmemiz lazım, bunun için de dünyada Türkiye’nin çok ciddi bir etkisi olacağını düşünüyorum. Hep beraber çalışacağımız bir alan, tehdit, yani önümüzde çok sıkıntılı günlerin geldiğini hissediyoruz.