01.10.2015 - 15:06 | Son Güncellenme:
Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 25’inci Dönem, 2’nci Yasama Yılı’nın açılışında, sizleri en kalbi duygularımla selamlıyorum.
23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışını gerçekleştiren; o ilk Meclis’ten 25’inci döneme kadar bu aziz çatı altında vazife yapmış olan tüm milletvekillerine şükranlarımı ifade ediyorum.
Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinden, başta ilk Başkan Mustafa Kemal olmak üzere, ahirete irtihal etmiş olan herkesi de rahmetle yad ediyorum.
Yine bu Yasama Yılı açılışı vesilesiyle tüm şehitlerimizi rahmetle, minnetle anıyor; gazilerimizden vefat edenlere rahmet, hayatta olanlara uzun ömürler niyaz ediyorum.
Milletin oyuyla, milletimizi temsil etmek maksadıyla bu çatı altında vazife üstlenmiş; ancak vazifeleri sırasında, çeşitli şekillerde kendilerine kıyılmış Meclis üyelerimizi, bugün özellikle anmak istiyorum.
Ali Şükrü Bey’i, Gün Sazak’ı, Adnan Menderes’i, Hasan Polatkan’ı, Fatin Rüştü Zorlu’yu ve Meclis üyesi iken katledilmiş diğer tüm isimleri, hayatları pahasına demokrasinin yolunu aydınlattıkları için rahmetle yad ediyor, mekanları cennet olsun diyorum.
Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri…
Bilindiği gibi, 7 Haziran seçimleri hiçbir siyasi partinin tek başına iktidarı sağlayamadığı bir tabloyla sonuçlandı.
Türkiye Büyük Millet Meclisimizin 25’inci dönemi, evet, kısa sürmüş olabilir.
Ama milli iradenin üstünlüğü ve çözüm üretme kabiliyetini ortaya koyması bakımından çok büyük anlama sahiptir.
Yaşadığımız süreç, demokrasi tarihimizde ilk kez şahit olduğumuz bir süreçtir.
Bir Hükümet kurulmamış olmasına rağmen Türkiye, Anayasasını harfiyen uygulamak suretiyle, çok büyük bir demokratik olgunluk sergilemiştir.
Geçmişte, benzeri süreçlerde Türkiye’de ekonominin ve siyasetin karşı karşıya kaldığı badireler hepimizin malumudur.
Hükümet kurulamaması, Cumhurbaşkanı seçilememesi gibi durumlarda, Türkiye aylarca krizlerin pençesinde kıvranmıştır.
Hatta kimi durumlarda demokrasi dahi askıya alınmıştır.
“Siyasetin çözüm üretemediği” bahanesine sarılan müdahaleciler, vesayetçiler, siyaset kurumunu zayıflatmakla kalmamış, demokrasimize de derin yaralar açmışlardır.
7 Haziran’dan bugüne kadar olan süreci Türkiye’nin, demokrasinin, hukukun, siyasetin, milli iradenin gereklerine uygun şekilde yaşamış olması, hepimiz adına büyük bir kazançtır.
Ülkemizde siyasetin de, devletin de kurumsallaşma sürecinde kat ettiği mesafeyi, bu dönem vesilesiyle test ettik, ulaştığımız ileri düzeyi gördük.
Siyasi partilerin varoluş gayesi, siyasal alanı savunmak ve temsil görevlerini en iyi şekilde yerine getirmektir.
Siyaset dışı saiklerle bu alanı boşaltan, görev üstlenmekten kaçınan siyasi partiler, kendi varlıklarını inkar ediyor demektir.
Kimse, siyasal alanda ortaya çıkartılan boşluğun faturasını, Cumhurbaşkanlığı başta olmak üzere, başka yerlere kesmeye çalışarak sorumluluktan kaçamaz.
Bir kez daha vurgulamak isterim ki, Türkiye’nin sorunlarının çözümünü siyasetin dışında, siyaset dışı odaklarda aramak, bu ülkeye ve bu millete yapılacak en büyük kötülüktür.
Milletimizin basireti, her türlü kilidi açacak marifete sahiptir.
Milli irade, tek ve yegane çıkış yoludur.
Allah’ın izniyle Türkiye, 1 Kasım’da bir kez daha demokratik kurallar çerçevesinde seçimini yapacak, milli iradeyi tecelli ettirecektir.
1 Kasım’da millet iradesinin en sağlıklı şekilde sandığa yansıması, parlamento içindeki ve dışındaki tüm siyasi partiler için bir namus ve şeref meselesidir.
Terörün çirkin yüzünün sandıkları tehdit etmesini engellemek için tüm siyasi partilerin insani ve vicdani bir tavır sergileyeceklerini, kolaylaştırıcı bir yaklaşım içinde olacaklarını umuyorum.
Siyasetteki farklılıklarımız ile ülkenin ve milletin menfaatleri arasındaki ayrımı çok iyi yaparak, hep birlikte üzerimize düşen görevleri yerine getirmeliyiz.
Milletimizin birliğinin, ülkemizin bütünlüğünün, bayrağımızın, İstiklal Marşımızın, resmi dilimizin, hepimizin asgari müştereği olduğunu burada özellikle vurgulamak isterim.
Bu aziz kürsüde edilen yeminlere, yapılan ahitleşmeye uymak, herkes için demokratik bir görevden öte, ahlaki bir vazifedir.
Türkiye’nin istiklalinin ve istikbalinin söz konusu olduğu yerde yekvücut olarak hareket edemezsek, milletimize karşı sorumluluğumuzu yerine getirmemiş oluruz.
Siyasi partiler ve siyasi kadrolar, ülkeye ve millete hizmet konusunda rekabet içindedir, yarış içindedir.
Buna hiç kimsenin itirazı yoktur, olamaz.
Ama bu rekabetin ülkenin ve milletin aleyhine sonuçlar doğuracak bir zemine kayması kabul edilemez.
Milletin dışında güç odaklarına, özellikle de terör örgütlerine, paralel yapılara sırtlarını dayayanlar, bunlar üzerinden algı operasyonlarına girişenler millete ve hukuka hesap vermekten kurtulamayacaklardır.
Milletimizin feraset ve basireti, milli ve yerli olanla, gayri milli ve yabancılaşmış olanı en iyi şekilde ayıracak hassasiyete sahiptir.
1 Kasım seçimleri bu manada son derece önemli bir sınavdır.
Türkiye’nin bu önemli sınavı da başarıyla atlatacağına yürekten inanıyorum.
Seçimlerin ardından Türkiye ekonomisi büyümeye, Türkiye demokrasisi emin adımlarla geleceğe ilerlemeye devam edecektir.
Türkiye her anlamda emin ellerdedir ve tarih, hiç şüpheniz olmasın, Türkiye’nin önlenemez büyümesine ve güçlenmesine şahitlik etmeyi sürdürecektir.
Türkiye’ye yönelen tüm saldırılar, bu ülkenin çelikten iradesi karşısında erimeye mahkumdur.
Tek bir vatandaşım dahi tedirgin olmasın.
Türkiye, okun yaydan fırlaması gibi, geri dönülemez bir atılım dönemindedir ve inşallah 2023 hedeflerimize mutlaka ulaşılacaktır.
Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,
Standartları yüksek bir demokrasinin, özellikle de istikrar ve güven ortamının, Türkiye ekonomisine etkisini geçtiğimiz 13 yıl içinde milletçe hep birlikte tecrübe ettik.
Güçlü, kararlı, dürüst ve şeffaf bir yönetim altında, geçtiğimiz 13 yılda Türkiye ekonomisi yıllık ortalama yüzde 5 oranında büyüme kaydetti.
Milli gelirimiz 230 milyar dolardan 2014 yılı itibariyle 800 milyar dolara çıktı.
İhracatımız 36 milyardan 158 milyar dolara yükseldi.
Enflasyon ve faizler, bu istikrar ve güven ortamında tarihi seviyelere geriledi.
Uluslararası yatırımlar artarken, Türkiye, okulları, hastaneleri, yolları, köprüleri, tünelleri ve diğer altyapı yatırımlarıyla dünyanın parlayan yıldızı oldu.
Sadece yüksek hızlı trenlerde bugüne kadar tamamlayıp işletmeye alınan hat uzunluğu 1.213 kilometreyi buldu.
Ankara-Eskişehir-İstanbul, Ankara-Konya hatlarında yolcu taşımacılığı halen yapılıyor.
Ankara-Sivas, Bursa-Bilecik, Ankara-İzmir, Konya-Karaman hızlı tren hatlarının inşası devam ediyor.
Hedefimiz, 2023 yılına kadar, ülkemizdeki hızlı tren hatlarının uzunluğunu 13 bin kilometreye çıkarmaktır.
Aynı şekilde hava taşımacılığı konusunda büyük bir atılım gerçekleştirdik ve havayolunu halkın yolu haline getirdik.
2002 yılında 26 olan ülkemizdeki havalimanı sayısı, 13 yılda 29 yeni havalimanı ilavesiyle bugün 55’e ulaştı.
Bu güzel tabloyu eğitimde, sağlıkta, enerjide ve diğer tüm alanlarda görmek mümkündür.
Türkiye bu büyük kalkınma hamlesinden asla vazgeçemeyecek, geriye gitmeyecektir.
Bakınız, 7 Haziran seçimlerinin hemen öncesine ait olan 2’nci çeyrek büyüme oranı, beklentilerin üzerine çıkarak, yüzde 3,8 olarak gerçekleşti.
2002 sonundan itibaren devam eden istikrar ve güven ortamının, 7 Haziran seçimlerinin sonuçlarıyla birlikte sorgulanır hale gelmesi, hiç kuşkusuz bir tedirginlik oluşturdu.
Ancak, 13 yıl boyunca gerçekleştirilen yapısal reformlar, ekonomide ciddi sarsıntı yaşanmasını engelledi.
Aylardır süren belirsizlik ortamına rağmen, Türkiye ekonomisi üstesinden gelinemez bir şoka maruz kalmadı.
Bugün Avrupa’da ve içinde bulunduğumuz bölgede, küresel krizin etkilerini en az hisseden ekonomi durumundayız.
Bankacılık sistemimiz dünyanın en güvenli ve sağlam sistemlerinden biridir.
Ekonomik göstergelerde oluşan kısmi durgunluk geçicidir.
1 Kasım sonrası kurulacak güçlü hükümet, umuyorum ki ekonomik göstergelerin yeniden yukarıya doğru seyretmesinin de miladı olacaktır.
Bu ortamı kendileri için fırsata çevirmek isteyenlere imkan vermemeliyiz.
Özellikle ekonomi bürokrasisi kararlı hareket etmelidir.
Finans sektörünün reel sektörü zor durumda bırakacak şekilde davranmasını da asla kabul edemeyiz.
Bunlar gelip geçici dönemlerdir.
Türkiye ekonomisi, dışa açık yapısıyla, küresel rekabetin şartlarına uygun olarak, üretime dayalı, adil, kapsayıcı büyüme ilkeleriyle yoluna devam edecektir.
Tüm saldırılara rağmen Türkiye, ekonomide de 2023 hedeflerine ulaşacak, dünyanın parlayan yıldızı olacaktır.
Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri…
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin geçtiğimiz yılın 1 Ekim’inde gerçekleştirdiğimiz yasama dönemi açılışından bugüne kadar geçen sürede, ülkemiz açısından son derece kritik gelişmeleri hep birlikte yaşadık.
Bilhassa önceki dönemin son haftalarında görüşülen İç Güvenlik Paketinin, terörle mücadele konusunda güvenlik güçlerimize ve adli birimlerimize çok önemli katkısı olduğuna inanıyorum.
Geçtiğimiz 1 yıllık süreçte, maalesef pek çok acı hadiseye de şahit olduk.
Yanı başımızdaki Suriye ve Irak’ta yaşanan hadiseler giderek tırmanırken, bunların ülkemize de farklı yansımaları oldu.
Bir siyasi parti başkanının, büyük sorumsuzluk olarak değerlendirdiğim çağrısıyla başlayan 6-8 Ekim olaylarında 50 vatandaşımız hayatını kaybetti.
O günlerde, Ayn el-Arab veya Kobani olarak adlandırılan bölgeye yönelik DEAŞ saldırıları konusunda, ABD Başkanı Sayın Obama’nın aktardığı bir bilgiyi kamuoyuyla paylaşarak, bölgenin her an düşebileceğini ifade etmiştim.
Bu sözümü çarpıtan bölücü terör örgütü mensupları ve onlarla aynı çizgide hareket eden bir siyasi partinin mensupları, ülkeyi ateşe ve kana boğan olayların fitilini ateşlediler.
Halbuki, söz konusu bölgedeki çatışmalardan kaçan 220 bin kişiye biz sınırlarımızı zaten açmıştık.
Bunların önemli bir bölümünü hala da misafir ediyoruz.
Yine, bölgenin savunulması için Peşmerge ve Özgür Suriye Ordusu güçlerinin topraklarımızdan geçişine izin veren de biziz.
Bölgeye yüzlerce kamyon insani yardım malzemesini gönderen, bu yardımların yerlerine ulaştırılmasına aracılık eden de yine biziz.
Yalan ve fitne çarkını durmaksızın işleten bu kesimler, gerçek tüm açıklığıyla ortada olmasına rağmen, hala aynı iftiraları tekrarlamaktan geri durmuyorlar.
Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,
Şu hususu, burada bir kez daha sizlere ve aziz milletimize ifade etmek istiyorum.
Türkiye olarak biz, tıpkı Balkanlar’daki, Orta Asya’daki, Kuzey Afrika’daki, Afrika ve Asya’nın diğer bölgelerindeki kardeşlerimiz gibi Suriye ve Irak’taki kardeşlerimize de gönlümüzü ve kapılarımızı daima açık tuttuk, tutmaya devam edeceğiz.
Bizim için asıl olan bu kardeşlerimizle olan tarihi geçmişimiz, kültürel yakınlığımız, medeniyet ortaklığımız ve paylaştığımız insani değerlerdir.
Bugün Suriye ve Irak dediğimiz yerler, daha bir asır önce bizim için Mardin’den, Diyarbakır’dan, Gaziantep’ten, Hatay’dan farkı olmayan coğrafyalardı.
Suriye ve Irak’ta yaşayanları kendi vatandaşlarımızdan ayrı görmek, bizi tarih nezdinde, ecdadımız ve bilhassa şehitlerimiz nazarında mahcup eder.
Bizim bu topraklara ve oralarda yaşayan kardeşlerimize bakışımız, asla Batı ülkeleri başta olmak üzere diğer devletlerle aynı olamaz.
Kobani’de veya bölgedeki bir başka şehirde yaşayan kardeşlerimizin sıkıntıya düşmesi, en az onlar kadar bizi de ilgilendirir, bizi de harekete geçirir.
İşte bu anlayışla, Suriye’den ve Irak’tan ülkemize gelen tüm kardeşlerimize kapılarımızı açtık, açmaya devam ediyoruz.
Hala bu ülkelerin topraklarında yaşayan kardeşlerimize de elimizden gelen her türlü yardımı yapmayı sürdürüyoruz.
Bizim kimi Avrupa ülkelerinin yaptığı gibi, bu kardeşlerimizi Akdeniz’de ölüme terk etme, sınır boylarında, tren istasyonlarında zulme maruz bırakma hakkımız asla yoktur.
“Kardeş” sözü bizim ağzımızdan bir alışkanlık olarak değil, kalbimizden, yüreğimizden kopup gelen, bin yıllık arka planı olan bir duygunun ifadesi olarak çıkıyor.
İmkanlarımız sınırlı olabilir, ama hamdolsun gönlümüz zengin.
Gönül zenginliğimizin bereketini de 5 yıldır görüyoruz, inşallah bundan sonra da görmeye devam edeceğiz.
Türkiye’den imkan olarak katbekat güçlü Avrupa ülkeleri, birkaç yüz bin mültecinin sınırlarına dayanması karşısında paniğe kapılırken, biz milyonlarca kardeşimizi yıllardır misafir ediyoruz.
Elbette sıkıntılar vardır, olacaktır.
2 milyon insan dünyanın neresine giderse gitsin, mutlaka birtakım sıkıntılara yol açar.
Ama şunu da kabul etmeliyiz ki, ülkemize gelen milyonlara gösterdiğimiz misafirperverliğin dünyada bir başka örneği yoktur.
Gerek kamplarda kalan, gerek şehirlerde kendi imkanlarıyla ve yardımlarla barınan misafirlerimizin durumu, diğer ülkelerle kıyaslandığında çok iyi düzeydedir.
Bunu biz söylemiyoruz.
Ülkemize gelip durumu kendi gözleriyle gören insaf ve vicdan sahibi tüm yabancılar, bize takdir ve teşekkürlerini ileterek, bu gerçeği teslim ediyorlar.
Sınırlarımız dışındaki tüm kardeşlerimize karşı bu duyguları beslerken, ülkemiz içinde herhangi bir bölgeyi, herhangi bir kesimi, herhangi bir grubu dışlamamız mümkün müdür?
Böyle bir iddiada bulunmak bölücülüktür; daha önemlisi Türkiye’ye ve milletimize bühtandır.
Geçmişte Kırım’dan, Kafkasya’dan, Balkanlar’dan, daha uzaklardaki Afganistan’dan, Türkistan’dan, Orta Asya’nın muhtelif bölgelerinden gelenlere gönlünü açan Türkiye’nin, kapı komşularına karşı farklı bir tavır içinde olmasına, en başta ben karşı çıkarım.
Bunları, yaptığımız iyilikleri kimsenin başına kakmak için değil, istismar konusu yapılan bir meseleyi açıklığa kavuşturmak için ifade ediyorum.
Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,
Her şeye rağmen Türkiye, istikrarsızlık, çatışma ve kaosun giderek arttığı bir bölgede güven ve istikrar adası olarak varlığını muhafaza ediyor.
Türkiye, komşularına ve bölge ülkelerine hiçbir zaman salt çıkar penceresinden bakmamıştır.
Bölge ülkelerindeki olaylara kesinlikle mezhep veya etnik temelli olarak da yaklaşmıyoruz.
Kısa dönemli menfaatleri, bizi biz yapan değerlere tercih etmedik, etmeyeceğiz.
Günü kurtarmanın değil, ortak bir geleceği, bölgedeki kardeşlerimizle birlikte inşa etmenin çabası içindeyiz.
Bu anlayışla, bölgemizde ve dünyada barışın, huzurun, istikrarın ve güven ortamının hâkim olması için çalışıyoruz.
Arap, Kürt, Türkmen, Ezidi, Şii, Sünni, Nusayri, Hristiyan, Musevi demeden, kökenine, mezhebine, inancına bakmadan tüm mazlumlara, mağdurlara sahip çıkıyoruz.
Ülkemize gelen misafirlerimiz için bugüne kadar 7,5 milyar doların üzerinde harcama yaptık.
Harcadığımız bu rakamın sadece 417 milyon dolarını diğer ülkelerin yapmış olduğu yardımlar oluşturuyor.
Türkiye, 4 yıldır 2 milyonu aşkın Suriyeli ve Iraklı kardeşine sahip çıkarak, komşuluk görevini yapmanın ötesinde tüm insanlığın onurunu kurtarmıştır.
Milletimiz, büyük bir özveriyle davranarak, uluslararası topluma insanlık dersi vermiştir.
Bu vesileyle, buradan 78 milyon vatandaşımızın her birine gösterdikleri bu insani duruş için şükranlarımı sunuyorum.
4 yıldır görmezden gelinen, birkaç ülkenin sırtına yüklenen bu ağır sorunla, artık Avrupa devletleri de yüzleşmeye başladı.
Suriye’de iç savaşın, Libya’da istikrarsızlığın, Afrika’daki, Asya’daki sıkıntıların beslediği sorunlara duvarları yükselterek, sınırları tel örgülerle çevirerek, güvenlik tedbirlerini artırarak çözüm bulunamaz.
Sorunun kaynağına inerek, önce katliamlara dur demek, bununla birlikte bölgenin gerçeklerine uygun politikalar geliştirmek zorundayız.
Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, Suriye halkı, kendini katleden rejim ile terör örgütleri arasında bir tercih yapmaya zorlanamaz.
Türkiye, sınırlarının hemen yanı başında ne terörün kök salmasına, ne de tek yanlı oldu-bittilere izin vermeyecektir.
Adı ne olursa olsun, terör örgütlerinin ülkemizde ve bölgemizde etkinlik kurmasına rıza göstermeyeceğiz.
Son günlerde yaşanan gelişmelerin, yaklaşık 5 yıldır devam eden bu sorunun çözümüne vesile olmasını diliyorum.
Türkiye, bu konuda bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da elinden gelen çabayı göstermeyi sürdürecektir.
Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,
Bölgemizdeki sorunlara çözüm bulunması için mücadele ederken, Avrupa Birliği’ne tam üyelik konusundaki kararlılığımızı da sürdürüyoruz.
Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerini, "kazan-kazan" stratejisine dayalı olarak bugünlere getirdik, aynı anlayışla devam ettirmek istiyoruz.
Buna rağmen, bazı üye ülkelerce önümüze çıkartılan siyasi engeller nedeniyle müzakere sürecimizde uzunca bir süredir kayda değer ilerleme sağlayamadık.
Birlik üyesi bazı ülkelerin, Avrupa değerleri ve dayanışmasıyla bağdaşmayan yaklaşımlarının bu duruma yol açtığını biliyoruz.
Ukrayna’da ve bölgede yaşanan olaylar, Türkiye ile Avrupa Birliği ilişkilerinin önemini bir kez daha ortaya koymuştur.
Önümüzdeki dönemde, ülkemize yönelik ikircikli tavrın bir tarafa bırakılarak, objektif esaslara dayalı yeni bir sayfanın açılacağına inanıyorum.
Diğer taraftan Türkiye, ekonomik kalkınmasına paralel olarak az gelişmiş ve gelişme yolundaki ülkelere sağladığı kalkınma yardımlarını giderek artırıyor.
Resmi kalkınma yardımlarımızı 2014 yılında 4,5 milyar dolar seviyesine çıkartarak, bu alanda dünyada üçüncü ülke haline geldik.
Türkiye, gayri safi milli hasılasına oranla dünyada en fazla uluslararası insani yardım yapan ülke durumundadır.
Gelecek sene, bu konuda çok önemli bir adım daha atarak, ilk defa düzenlenecek olan Dünya İnsani Zirvesine ev sahipliği yapacağız.
Bu Zirve, uluslararası insani hukuk, insani müdahale ve yardımlar gibi alanlarda geleceğin gündeminin belirlenmesine önemli katkıda bulunacaktır.
Gelişmekte olan ülkelerde büyümenin yavaşladığı, finansal piyasalardaki hareketliliğin tüm ekonomileri etkilediği zorlu bir dönemde Türkiye, 1 Aralık 2014 tarihi itibariyle G-20’nin dönem başkanlığını üstlendi.
10 aydır sürdürdüğümüz Dönem Başkanlığımızda, platformun meşruiyetinin güçlendirilmesi için gayret gösterdik.
Bu doğrultuda güçlü, dengeli, sürdürülebilir ve kapsayıcı büyüme hedeflerinin yanı sıra daha demokratik bir G-20’nin oluşması için yoğun çaba sarf ettik.
İnşallah tüm çabaları 15-16 Kasım tarihlerinde Antalya’da gerçekleştirilecek G-20 Zirvesi ile taçlandırmış olacağız.
İnsan odaklı bir kalkınma anlayışıyla, barışı, dayanışmayı, adaleti, hak ve özgürlükleri öne çıkaran politikalarımızı kararlılıkla sürdüreceğiz.
Öte yandan İsrail’in Kudüs’te sürdürdüğü baskıya, şiddete, saygısızlığa dayalı uygulamalarının, bölgeyle birlikte tüm dünyayı tehlikeli bir yere doğru sürüklediğini belirtmek istiyorum.
İsrail, Müslümanların ilk kıblesi, Haremi Şerifi olan Mescidi Aksa’nın kudsiyetini sürekli ihlal ederek, fevkalade yanlış bir politika izliyor.
Türkiye olarak bu konuda diğer ülkelerin liderleriyle görüşmeler yaparak, tepkimizi ortaya koyarak, meselenin çözümüne katkı sağlamaya çalışıyoruz.
İsrail’in bu tavrından bir an önce vazgeçmesini, 3 dinin kutsal mekanlarına ev sahipliği yapan Kudüs’te huzurun ve güvenliğin sağlanmasını temenni ediyorum.
Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,
Gerek bu aziz kürsüde, gerek diğer platformlarda, ısrarla vurguladığım bir hususu, önemine binaen burada tekrar hatırlatmak arzusundayım.
95 yıl önce, 23 Nisan 1920’de, bu aziz Meclis, Türkiye’nin tüm renklerini kucaklayan bir anlayışla kurulmuştur.
Bugün de 78 milyon vatandaşımızın her biri, bu Meclisin, bu devletin ve elbette bu vatanın eşit ölçüde sahibidir, her biri birinci sınıf vatandaşıdır.
95 yıllık süreçte, kimi dönemlerde, farklı etnik kökenlere, inançlara, mezheplere baskı yapıldığı, tabii ki inkar edilemez bir gerçektir.
Bu manada, inançlı kesime de, farklı düşünenlere de, Kürtlere de, başka kesimlere de haksızlıklar yapılmıştır, hatta zaman zaman bu haksızlıklar zulme dönüşmüştür.
Biz, ilk gençlik yıllarımızdan itibaren bu haksızlıkları bizzat yaşamış, bunlara bizzat şahit olmuş kişileriz.
Bu haksızlıkları inkar etmediğimiz, tam tersine bu haksızlıkları yüksek sesle ifade ettiğimiz, tarihin kayıtlarında mevcuttur.
Tüm siyasi hayatım boyunca olduğu gibi bugün de, hiçbir şahsi çıkarın, rütbenin, payenin peşinde değilim.
Milletim beni rütbelerin en büyüğüne, Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanlığı makamına layık gördü.
Ben, Büyük Türkiye, Yeni Türkiye, Güçlü Türkiye, 78 milyonun bir, beraber ve kardeş olduğu bir Türkiye mücadelesi veriyorum.
Buradan Kürt kardeşlerime özellikle seslenmek isterim:
Biz Kürt kardeşlerimizle her zaman gönül diliyle konuştuk.
Bugün de gönül diliyle konuşuyoruz.
İstiyoruz ki, yarın da, öbür gün de, ebediyen aramızdaki gönül köprüsü sapasağlam muhafaza edilsin.
Her bir Kürt kardeşim elini vicdanına koysun ve Türkiye’nin nereden nereye geldiğini görsün.
Bizleri birbirimizden koparma çabası, birbirimize düşman etme oyunu, aslında her ikimizi de hedef alıyor.
Bunun için diyorum ki, Kürt ayrıdır, terörist ayrıdır.
Terör örgütü, Kürt kardeşlerimin temsilcisi değildir.
Kürt kardeşimin inancı, değerleri, ahlakı, onuru böyle bir örgütle yol yürümeye zaten uygun değildir.
Mücadelemiz, bir etnik kökenle değil, altını çizerek ifade ediyorum, terörledir, terör örgütüyledir, teröristledir.
Terörden en büyük zararı gören de yine Kürt kardeşlerimizdir.
Elif Şimşek’i, Yasin Börü’yü, Fırat Simpil’i katleden; bununla da kalmayıp cansız çocuk bedenleri üzerinden alçakça algı operasyonları yürüten bir zihniyetin Kürt kardeşlerimle hiçbir ortak noktası olamaz.
Biz, Kürt kardeşlerimizle yine gönül diliyle konuşacağız.
Bugün, evet, teröre karşı amansız bir mücadele veriyoruz.
Ama bin yıllık kardeşliği bozmamak, özgürlüklerden taviz vermemek için de son derece hassas davranıyoruz.
Çözüm Süreci, 78 milyonun kardeşliğini tesis etme noktasında bir son aşamaydı.
Biz bunun zor olduğunu biliyorduk, ama başarmak için denemek, mücadele etmek zorundaydık.
Bu süreçte nihai aşama olarak, kardeşlik adına, huzur adına, Yeni ve Büyük Türkiye adına silahların bırakılması gerekiyordu.
Türkiye düşmanı odaklara taşeronluk yapan örgüt maalesef bunu yapmadı.
Terör örgütü alçakça, canice saldırılarına yeniden girişti.
Türkiye Cumhuriyeti devleti de, terör örgütüne hangi dilden anlıyorsa, o dilden cevap veriyor, vermeye devam edecek.
Bu örgüt ülkemiz ve milletimiz için tehdit olmaktan çıkartılana, silahlar gömülüp üzerine beton dökülene kadar, bu mücadele sürecektir.
Kimi siyasiler, kimi medya kuruluşları, kimi hain ve harici odaklar terör örgütünü desteklese de, Türkiye, istiklal ve istikbal mücadelesinden kesinlikle taviz vermeyecektir.
Milletimiz, kimin gerçekten teröre karşı mücadele verdiğini, kimin de terörün yanında, arkasında durduğunu, terörü perdelediğini görmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin askerini, polisini, korucusunu, A şahsının, B şahsının askeri, polisi, korucusu gibi göstermek, teröriste alenen sahip çıkmaktır.
Teröristler her gün güvenlik güçlerimize saldırırken, bunlarla mücadele edenleri itham etmek, teröre destek vermektir.
Terörden siyasi rant ummak, aynı şekilde terörü desteklemektir.
Terör örgütünün siyasetin üzerinde vesayet kurmasına rıza gösterilmesi ise, terörle mücadeledeki en büyük zaaftır.
Siyasi partiler, terör karşısında tek yürek, yekvücut olmadıkları sürece, şehitlerimizin aziz hatırası önünde, millet önünde mahcup olacaklardır.
Buradan, terörü ve terör örgütlerini destekleyen ülkelere de sesleniyorum.
Ne yaptığınızı çok iyi biliyoruz, çok yakından takip ediyoruz.
Tuttuğunuz maşalar gün gelecek, sizin elinizi de yakacaktır.
DEAŞ, PKK, DHKP-C… Adı ne olursa olsun, sırf Türkiye’ye zarar veriyor diye terör örgütlerini destekleyenler bilsinler ki, gün gelecek, bu namlular onlara da dönecektir.
Çünkü terörün karakteri böyledir; akrep gibi, eninde sonunda kendisini taşıyanları da sokar.
Bunun için terörü, terör örgütlerini doğrudan veya dolaylı olarak destekleyen tüm ülkelerin bu tavırlarından vazgeçmelerini bekliyoruz.
Sayın Başkan,
Değerli milletvekilleri,
Teröristle mücadele, evet, önemlidir, ama yeterli değildir.
Asıl olan terörle mücadeledir, yani sorunun kaynağına inmektir, bir başka ifadeyle bataklığı kurutmaktır.
Biz, işte bu anlayışla, bir yandan sürekli istismar konusu yapılan bölgenin geri kalmışlığı sorununu çözecek adımları atarken, bir yandan da hak ve özgürlükleri genişletecek reformları hayata geçirdik.
Demokratik Açılım olarak ilk adımlarını attığımız çalışmaları, Milli Birlik ve Kardeşlik Projesine dönüştürdük, nihai sonucu almak için de Çözüm Sürecini başlattık.
Amacımız, terörü tüm boyutlarıyla ortadan kaldırmak, teröristlerin ülkemiz içindeki faaliyetlerini sıfıra indirmekti.
Tek bir askerimizin, polisimizin, korucumuzun, vatandaşımızın canı yanmasın, kanı akmasın, evlerine ateş düşmesin, çocuklar yetim, eşler dul, anne-babalar boynu bükük kalmasın diye mücadele ettik, uğraştık.
Milletimiz de, samimiyetimizi gördüğü için bu sürece destek verdi, bizi teşvik etti.
6-7-8 Ekim olayları, terörün yeni yöntemleri, yeni yüzü konusunda ilk önemli tecrübemiz oldu.
Geçmişte kendi amaçları uğruna onlarca masum insanı gözünü kırpmadan öldüren bu yapının hala aynı yöntemlerde ısrar ettiğini gördük ve açıkçası ürperdik.
Biz akan kanı tümüyle durdurmak isterken, birilerinin kan akıtmak için adeta sabırsızlandığına, el ovuşturduğuna şahit olduk.
7 Haziran seçimleri öncesinde, milletimizin iradesine tehditle, baskıyla, şiddetle ipotek koymaya çalışanların kurdukları tezgahları, ziyaret ettiğim illerimizde bizzat tespit ettim.
Buna rağmen, seçim sonrasında sürecin demokrasinin, hukukun, vicdanın, ahlakın, izanın sınırları içinde yürüyeceğine olan inancımızı muhafaza etmeye çalıştık.
Ancak terör örgütü ilk fırsatta silahlarını, bombalarını, tuzaklarını harekete geçirmekten geri durmadı.
Bununla da kalmayıp, “hadiseleri şahsımın ve hükümetin başlattığı”
propagandasını yaparak, gerçeği örtme, hedef şaşırtma çabası içine girdiler.
Maalesef aynı propagandaya, medya başta olmak üzere, çeşitli kesimlerden de destek verenler olduğunu görüyoruz.
Biz bu toprakları kendimize vatan yapmak için bin yıldır mücadele ediyoruz.
Eğer bu coğrafyada yaşamaya devam edeceksek… Ki gidecek başka bir vatanımız olmadığına göre elbette devam edeceğiz… Bin yıldır verdiğimiz mücadeleyi bugün de, gelecekte de devam ettireceğiz demektir.
Buradan terörle mücadelede görev alan tüm güvenlik görevlilerimize ve diğer kamu personeline başarılar diliyorum.
Şehitlerimize Allah’tan rahmet, yaralılarımıza şifalar temenni ediyorum.
Şehitlerimizin ailelerine ve sevenlerine başsağlığı diliyorum.
Amacımız, bu mücadeleyi mutlaka başarıya ulaştırarak, şehitlerimizin dökülen tek bir damla kanının dahi boşa gitmemesini sağlamaktır.
Terörle mücadele; Cumhurbaşkanıyla, Hükümetle, devletin ilgili kurumlarıyla birlikte Meclis’in, burada temsil edilen siyasi partilerimizin tamamının ortak görevidir.
Bunun için, diğer tüm farklılıklarımızı bir kenara bırakarak terör karşısında birlik, beraberlik, dayanışma, iş birliği içinde olmalıyız.
Bu safta en küçük bir zafiyete izin vermemeliyiz.
Yerli ve milli duruşa en çok ihtiyacımızın olduğu konu, işte bu meseledir.
Küresel sistemde süren değişim ve bölgemizde yaşanan çalkantılar karşısında çelik gibi bir iradeyle, tek yürek, tek vücut olarak hareket etmek mecburiyetindeyiz.
Çocuklarımıza güvenli, huzurlu ve müreffeh bir gelecek bırakmak için başka bir yolumuz, başka bir çaremiz yok.
İşte bunun için biz TEK MİLLET diyoruz, TEK BAYRAK diyoruz, TEK VATAN diyoruz, TEK DEVLET diyoruz.
Türkiye’nin geleceğini işte bu dört sütun üzerinde inşa etmek durumundayız.
Bu dört sütundan hiç kimse rahatsız olmasın.
Bu dört sütun, 78 milyonu aynı çatı altında buluşturan sütunlardır.
Selçuklu Atabeyi Nurettin Zengi ve Eyyubi Sultanı Selahattin Eyyubi’nin torunları olarak, bu 4 sütunu biz asırlar içinde birlikte inşa ettik, istikbale de birlikte taşıyacağız.
Küresel sistem bir hareketlenme, bir yeniden yapılanma sürecindeyken, gelin bu fırsatı iyi değerlendirelim.
Türkiye’nin kazanımlarına ve hedeflerine hep birlikte sahip çıkalım.
Bugün geriye doğru baktığımızda nasıl heba edilen imkanları hayıflanarak hatırlıyorsak, bizden sonraki nesillerin de bizi benzer duygularla yad etmesine izin vermeyelim.
Güçlü, Büyük, Yeni Türkiye’nin inşasını birlikte gerçekleştirerek, tarihe hep birlikte hayırla yad edileceğimiz bir iz bırakalım.
25’inci Dönem Meclisinde bu imkanı yakalayamadık.
1 Kasım seçimlerinde belirlenecek 26’ncı Dönem Meclisinin, bu tarihi fırsatı değerlendireceğine inanıyorum.
Bu düşüncelerle, kısa çalışma döneminde ülkemize önemli bir demokratik tecrübe kazandıran 25’inci dönem Meclisimizin siz kıymetli üyelerini bir kez daha kutluyorum.
1 Kasım seçimlerinin ülkemiz, milletimiz, tüm siyasi partilerimiz, tüm milletvekillerimiz ve milletvekili adaylarımız için hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum.
Sizleri sevgiyle, saygıyla selamlıyor, hepinizi Allah’a emanet ediyorum.