09.02.2016 - 02:30 | Son Güncellenme:
YENİ ANAYASA VE BAŞKANLIK SİSTEMİ - 1 / Aydın HASAN - aydin.hasan@milliyet.com.tr
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yeni bir anayasa yapımı için süreç başlatıldı. Bu çerçevede Meclis’te Anayasa Mutabakat Komisyonu oluşturuldu. Yeni anayasa çerçevesinde gündeme gelmesi beklenen en önemli tartışma konusunu ise yeni hükümet sistemi arayışı oluşturuyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile iktidardaki Ak Parti, başkanlık sistemine geçilmesi yönünde anayasa değişikliği yapılmasını istiyor.
Merhum Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanlığı döneminden bu yana Türkiye’nin tartışma gündeminde zaman zaman yer alan başkanlık sistemi, gözlerin öncelikli olarak ABD’de uygulanan hükümet sistemine çevrilmesine neden oldu. Çünkü başkanlık sisteminin doğduğu ve bugün de en etkili ve demokratik biçimde uygulandığı ülke ABD.
Kurucu Meclis tasarladı
ABD’de başkanlık sisteminin oluşumunda, bu ülkenin sömürge dönemlerine dayanan geçmişinin payı oldukça önemli. Başkanlık sistemi, Philedelphia’da toplanan Kurucu Meclis tarafından tasarlandı. ABD’deki yönetim modeli, başkanlık sisteminin uygulandığı ülkelerin çoğu için de esin kaynağı oldu.
Başkanlık sistemi, ABD’de 1787’de kabul edilen anayasa ile yönetim sistemleri arasına girdi. Kuvvetler ayrılığının katı bir biçimde uygulanmasına dayanan bu yönetim sisteminin üç ayağı bulunuyor: Başkan, Kongre ve Yüksek Mahkeme. ABD sisteminin en ayırt edici özelliği yürütme yetkisinin tek başına ABD Başkanı’nda toplanması.
Doğrudan halk seçmiyor
Başkanlık sistemi uygulamasını ele alırken, ABD’nin yönetim yapısını da dikkate almak gerekiyor. ABD 50 eyaletten oluşan bir federal devlet. Dış politika, savunma ve dış ticaret gibi alanlarda yetki federal devlette. Ancak iç güvenlik, sağlık, toplumsal ve kültürel hayatla ilgili konularda ise federe devletlerin yani yerel yönetim yapılarının önemli yetkileri bulunuyor.
ABD Başkanı, 4 yıllık görev süresi için yardımcısı ile birlikte seçiliyor. Ancak başkan, doğrudan halkın oyuyla seçilmiyor. Ve ABD Başkanı, dış dünyadaki izlenimin tersine her zaman ABD seçmeninin yüzde 50’sinin üzerinde bir seçmen oyuyla göreve gelmeyebiliyor. ABD’de başkanlık seçimi bir süreç içinde gerçekleşiyor. Önce aday adayları mensup olduğu siyasi partiler içinde yarışa giriyor. Başkan adaylarını, partiler önseçimle belirliyor.
ABD’de fiilen iki güçlü parti olduğu için (Cumhuriyetçiler ve Demokratlar) başkanlık seçimi bu iki partinin adayları arasında geçiyor. Amerikan halkı, seçimde başkanı seçecek olan meclisi oluşturacak ‘Seçiciler Kurulu’nu belirliyor. Her eyaletten kurulda belirlenen sayıda delege yer alıyor. Başkan ve yardımcısı bu kurulun delegeleri tarafından seçiliyor.
Bu sistem 2000 yılındaki seçimde temsil sorununa neden oldu. Al Gore, 2000 yılındaki seçimde rakibi George Bush’tan ülke genelinde 500 bin fazla oy aldı. Ancak Florida eyaletinde Bush, rakibine 500 oy fark attı. Florida’da 27 delege oyunu kazanan Bush, 279 delege sınırını aşarak ABD Başkanı oldu.
Başkanın dediği olur
Başkan seçilebilmek için; doğuştan ABD vatandaşı ve 35 yaşını doldurmuş olmanın yanı sıra 14 yıldır ABD’de ikamet etmek gerekiyor. ABD’de bütün hükümet etme yetkileri başkanda toplanmış durumda. Hükümet üyeleri doğrudan başkan tarafından belirleniyor. Başkan istediğini bakan yaptığı gibi istediği zamanda azletme yetkisine sahip. Karar alma süreci oybirliği veya oy çokluğuna dayanmıyor. Son söz her zaman başkana ait oluyor.
Ancak ABD Başkanı, yürütme alanındaki gücüne karşın yasama ve yargı erkleri ile sınırlandırıldığı için mutlak bir güce sahip olamıyor.
Bir başka deyişle ABD sisteminde “denge-fren” anlayışı hakim. Başkanın yetkilerinin sınırlı olması, liberalizm, demokrasi, güçler ayrılığı ve federalizmin korunması aslında ABD’nin kurucularının tasarladığı bir projeydi. ABD sistemi için çok kaba bir biçimde; “kongre yasaları yapıyor, başkan bunları uyguluyor, yüksek yargı ise bunları yorumluyor ve denetliyor” demek mümkün. Sistem; üç erke de bir diğerinin mutlak güce sahip olmasını engelleme yetkilerini veriyor.
ABD Kongresi
Sistemin ikinci ayağını kongre oluşturuyor. Kongre; 438 temsilciyi içeren Temsilciler Meclisi ile 100 senatörü içeren Senato’dan oluşuyor. Yasa yapma gücü kongrede toplanıyor. Bütçenin kabulü ile federal hazinenin çıkış ve girişlerini düzenleyen mali yasaların yapılması yetkisi kongrede toplanıyor. Bu yetkileri kongreye, bazı durumlarda başkanın bazı uygulamalarını gereken parayı sağlamayarak engelleme olanağı sağlayabiliyor.
Kongrenin bir başka yetkisi ise başkan üzerinde yargılama hakkına sahip olması. Başkanın itham edildiği suçların tespiti ve başkanın cezalandırılması yetkisi kongreye ait. Başkan hakkında verilebilecek en ağır karar, görevden alınması. Bunun için önce Temsilciler Meclisi’nde oylama yapılması gerekiyor. Nihai karar ise Senato’da üçte iki çoğunluk ile alınabiliyor.
Sistemin sürdürülebilir ve güncellenebilir olmasını sağlayan mekanizmalardan biri de seçim sistemi. Yüksek Mahkeme üyelerinin seçilmesi hususu da, erklerin birbirini denetlemesinde bu mekanizmayı daha güçlü kılan özellik taşıyor.
Özü seçim sisteminde
Bu ülkedeki seçim sistemi, üç erkten birinin yani başkanın, kongrenin ve yargının aşırı bir güç kazanmasını önleyici niteliği sahip. Kongre, iki kanattan oluşuyor. Temsilciler Meclisi’nin 435 üyesi iki yılda bir seçiliyor. Kongre’nin üst kanadı Senato’da ise 100 üye 6 yıl süreyle görev yapıyor. Ancak, seçimlere aynı anda girmiyorlar.
Her iki yılda bir Senato’nun üçte biri yenileniyor. Başkanlar ise dört yılda bir seçiliyor. Yani siyasilerin seçimlerdeki kaderi birbirinden büyük ölçüde bağımsız. Dolayısıyla birbirlerini daha rahat denetleyebiliyorlar. Halk da iki yılda bir sandık başına giderek kendi denetim yetkisini kullanabiliyor. Örneğin şimdiki Demokrat Başkan Barack Obama’nın ikinci döneminde yapılan seçimler sonucunda Kongre’nin her iki kanadında da Cumhuriyetçi Parti çoğunluğu yakaladı. Bu nedenle Obama silah satışının kısıtlanması gibi birçok kararını Kongre’den geçirmekte güçlük yaşadı.
3. ayak: Güçlü yargı
Sistemin üçüncü ayağını ise yargı oluşturuyor. ABD’de Yüksek Mahkeme ve dört çeşit federal mahkeme bulunuyor. Yüksek Mahkeme hakimleri başkan tarafından seçiliyor. Ancak ömür boyu seçildikleri için çoğu zaman bağımsız davranabiliyorlar. ABD’deki yargı sisteminin idareyi denetleme gücü bulunuyor. Kongre ve yargının gücünü gösteren bir örnek olay Bill Clinton’un başkanlığı döneminde yaşandı.
ABD Başkanı Clinton’un başkanlık görevi sürerken Beyaz Saray’da stajyer olarak bulunan Monica Lewinsky ile ilişkiye girdiği ortaya çıktı. ABD’de üst düzey devlet yetkilileri hakkındaki suçlamaları soruşturmakla görevli bağımsız bir savcılık makamı bulunuyor. Clinton hakkındaki iddialar, Özel Savcı Kenn Starr tarafından soruşturuldu. Clinton’un soruşturma aşamasında yalan söylediği tespit edildi. Clinton, Monica Lewinsky ile ilişkisinden dolayı değil, yalan söylemekten yargılandı.
ABD Temsilciler Meclisi, Clinton’un adli süreci engellemek suçundan 212’ye karşı 221 oyla; yeminine rağmen yalan söylemek suçundan dolayı da 206’ya karşı 228 oyla azline karar verdi. Bu karar Senato’da oylandı. Azlin gerçekleşmesi için 100 üyeli Senato’da üçte iki çoğunluk yani 67 oy gerekiyordu. Senato’da 50’ye karşı 50 oy çıktığı için Clinton başkanlığını koruyabildi. Eğer Senato’da Clinton aleyhine 67 oy çıksaydı başkanlıktan alınacaktı.
Başkanın yetkileri dış politikada daha fazla
ABD Yüksek Mahkemesi, 1974 yılındaki Nixon davasında başkanın yetkilerinin sınırı konusunda önemli bir karar aldı. Nixon, Watergate Skandalı soruşturmasında savunmasını başkanların bazı ayrıcalıkları olduğu tezine dayandırmıştı. Bu çerçevede kendisinden istenen belgeleri savcılığa göndermedi.
Bir başkan iki başkanlık
Ancak Yüksek Mahkeme, güçler ayrılığı ilkesinin başkanları yargılanmaktan muaf tutamayacağı ve Nixon’un istenen belgeleri savcılığa sunması yönünde karar verdi. Bu karar üzerine Nixon istifa etti. Bu dava ile anayasada olmayan bir kavram ABD’deki yönetim doktrinine girdi. Bu yürütmenin ayrıcalığı kavramıydı.
Karar metninde, başkanın yetkileriyle ilgili çok ince ama önemli bir husus yer aldı. Mahkeme; özetle “Başkanın dış politikadaki yetkileri iç politikaya oranla daha fazla. Ulusal güvenlik, askeri operasyonlar ve istihbarat alanlarında başkan daha fazla ayrıcalığa sahiptir” diyordu.
Hollywood filmlerinde işlenen güçlü ABD Başkanı imajı, bu açıdan doğru. Ancak ABD Başkanı, iç siyasette dış siyasette olduğu kadar güçlü değil. Başkan, istihbarat servisine dış bir ülkede operasyon yapma izni vermesi konusunda yürütme ayrıcalığına sahip. Ancak içeride siyasi rakiplerine karşı bir istihbarat birimini kullandığında bu ayrıcalığa sahip olamıyor.
Siyaset Bilimci Aaron Wildavsky, “ABD’nin bir başkanı ama iki ayrı başkanlığı vardır: Biri içişleri diğeri de dışişleri ve savunma ile ilgilenmektedir” görüşünü savunuyor. Yani ABD Başkanı, başka bir deyişle dünyaya yön vermede ABD’ye yön verebilme konusundan daha fazla yetkiye sahip.
ABD’de başkanın itham edildiği suçların tespiti ve başkanın cezalandırılması yetkisi kongreye ait. Başkan hakkında verilebilecek en ağır karar, görevden alınması. Ancak bunun için önce Temsilciler Meclisi’nde oylama yapılması gerekiyor. Demokrat Partili Nancy Pelosi, Temsilciler Meclisi’nin ilk kadın başkanı olmuş, yemin törenine torunlarıyla birlikte gelmişti (üstte). Nihai karar ise Senato’da üçte iki çoğunluk ile alınabiliyor.
YARIN: FRANSA’DAKİ BAŞKANLIK SİSTEMİ