Geçtiğimiz günlerde, köşe yazarı Onur Baştürk’ün, tanınmış bir simanın boşanmasına dair bir yazısına denk geldim. Bu çiftin, boşanma sonrasında, birlikte gülümsedikleri bir fotoğraf üzerine ve boşanma şeklinin ne kadar medeni olduğuna dair bir yazıydı. Ben de psikolog gözlüğümle bu fotoğrafa bakıp düşündüm. Beş çocuğu olan bir çift, gün geliyor yollarını ayırmaya karar veriyor. Kavgasız, gürültüsüz, gülümseyerek..Toplumumuzun alışkın olmadığı bir tablo..Sanki ayrılıklar her daim kavgalı, çekişmeli, bolca hakaretli olur gibi bir toplumsal algıdan söz edebiliriz. Oysa ki, her çiftin evlilik kararı alma motivasyonu ve enerjisi nasıl farklılık gösteriyorsa, ayrılma nedenleri ve biçimleri de yine farklılık gösterecektir ve evet gülümseyerek, hatta el ele tutuşarak boşanmak neden mümkün olmasın? Böyle ayrılabilen çiftler bunu nasıl başarabiliyor, bundan bir parça söz etmek istiyorum.
Eski yıllarda, ayrılan bir kişiye “Neden ayrılıyorsunuz?” sorusu yöneltildiğinde, “Eşimle aramda iletişimsizlik var” ya da “Yürümek istediğimiz yollar farklılaştı” gibi yanıtlar alınsa, bu kişiye büyük bir ihtimalle garipseyen bakışlar atılırdı. Anne-babalarımızın zamanında bir evliliğin sona ermesi, ancak çok yoğun şiddet, alkol-madde kullanımı gibi nedenlerin varlığında belki makul sayılabilirdi. Belki diyorum, çünkü toplumumuzun genetiğine işlemiş bir “kutsal evlilik” imajı var, yani insanlar sanki boşanmamak üzere evlenirler ülkemizde. “Yuva”nın kutsallığına vurgu yapılır ve özellikle de çocuk sahibi olunmuşsa, mutlaka devam etmelidir evlilikler! Hele ki, kadınların üzerine yüklenmiş ne kadar da fazla sorumluluk vardır. “Yuvayı dişi kuş yapar” sözü yıllarca eğitimli kadınların üzerinde bile bir kambur gibi yer aldı. İlişkilerin yürümesinde sanki ana rol kadınınmış gibi bir algı hep mevcuttu.
Kadın ve özellikle anne olmuş bir kadının çağrışımları ülkemizde sizce de şöyle değil midir? “Fedakar, kendisini çocuklarına adamış, kendi bireysel ihtiyaçlarını unutmuş, eşini idare edebilen, alttan alan, daha arka planda yer alan, derleyen, toparlayıcı vb.” Bu düzen ve kadına atfedilen, onun daha arka planda olmasını öngören sıfatlar artık İstanbul gibi büyük şehirlerde yaşayan eğitimli, çalışan kadınlar dünyasında kabul görmüyor, herkes kendi kimliğine daha çok sahip çıkıyor. Özgürlük, özgür hissetmek çok önem taşıyor. Eskiden kırklı yaşlar “bir köşeye çekilme “ yaşıyken, şimdi “Hayat kırkında başlar” düşüncesi kabul görüyor.
Bu bağlamda baktığımızda da, artık evlilikler de hem kadın, hem de erkek için, idare edilmesi, yürütülmesi zaruri bir kurum olmaktan çıkıyor. Evlenen her çift şüphe yok ki, mutlu olmak için evlenir; hayalleri, planları, olumlu beklentileri vardır. Ancak, geçen zaman, iki kişiyi de farklı etkileyebiliyor. Hem kadın, hem erkek kendi içinde farklılaşabiliyor, hayattan beklentileri, yapmak istedikleri, düşünce yapıları, inançları değişebiliyor. Bu değişim olurken, kadın ve erkek, ortak kümeleri olan ilişkilerini sabit tutup, yenilemezlerse denklemin bozulduğunu, sorunların baş gösterdiğini görüyoruz. Oysa ki, ilişki hem duygusal hem de cinsel olarak heyecan, tutku öğelerini her dönem yenilemelidir. Farklılıklar, karşılıklı sürprizler, rutini kırmak..İlişkide tekdüzelik bir süredir devam ediyorsa, duyguların yoğun kalması çok zor bir olasılıktır.
Bir evliliğin devam etmesi için iki tarafın da duygusal bağının, paylaşımlarının derinliğinin, yakınlığının, karşılıklı anlayışın temel belirleyiciler olduğunu düşünürüm hep. Eşler aynı anda, hem birbirlerine bağlı, hem de özgür hissettikleri oranda mutlu ve tatminli hissederler kanımca. Eğer karşılıklı bu alışveriş uzun bir süredir sekteye uğramışsa, iki taraf da sıklıkla kendisini üzgün, enerjisi alınmış, öfkeli, mutsuz hissediyorsa, öncelikle bir evlilik terapisi almak düşünülebilir. Onları bu noktaya taşıyan nedenleri bulmak ve ilişkilerini istedikleri, hayal ettikleri noktaya taşımak için beraber, el ele verip çalışabilirler. Bu çalışma sonrası, ilişkilerini eskisinden sağlam hale getirebilen çiftlerin olabildiğini çift terapisi uygulamalarıma dayanarak söyleyebilirim. Ancak, bütün bu çabaların sonucunda duygularını harekete geçiremeyen ve yollarının tamamen ayrıştığı noktasında hemfikir olan çiftler de görüyorum.
En çatışmasız, kavgasız boşanmalar bile kadın ve erkek için zorlayıcıdır. Neticede, bir “kayıp” duygusu yaşanır ve yas sürecine benzer inişli çıkışlı duygular yaşanabilir. Ama, bu kaybın travmatik biçimde yaşanmaması adına, ilişkiyi onarmak için çaba gösterilip sonuç alınamadıysa, anlaşmak ve uzlaşmak çiftlerin psikolojik sağlığı açısından önemlidir.
Birbirlerinden alacak, verecek bir şey olmadığına kanaat getirmek, iki tarafın bu gerçeği olgunlukla karşılaması, kabullenmeye çalışması, Onur Baştürk’ün yazısına konu olan çiftin fotoğrafında olduğu gibi, gülümseyerek, dostça ayrılmakla da sonuçlanabiliyor. Böyle ayrılabilen çiftlerin haberlerinin medyada yer bulmasını, topluma olumlu örnek teşkil etmesi açısından oldukça yararlı buluyorum.
İyi dileklerimle,
Uzman Klinik Psikolog/Cinsel Terapist İlknur Yılmaz Aytaç
https://www.facebook.com/UzmanKlinikPsikologIlknurYilmazAytac/