Aşk için Ağ’ları Delenler!
Geçen günlerde Gonzolnsight, Twitter Duygusal Atlası’nı ortaya çıkardı. Twitter kullanıcılarının en çok paylaşım konularını baz alıyor bu Atlas. Çıkan sonuçlara aslında çoğumuzun şaşırmayacağını düşünüyorum;: Aşk, nefret ve öfke.
Nefret ve öfke konusunda ciddi anlamda bir sakinleştiriciye ihtiyacımız olduğunu hepimiz biliyoruz. Şu günlerde beni en çok etkileyen paylaşımlar “iyi niyet, sevgi, hoşgörü “ üzerine yapılan paylaşımlar. Merhamet, aşk, iyilik içerikli videoları izlediğimde gözlerimizin yaşarıyor olmasına bir taraftan seviniyor, bir taraftan da “olması gereken bu değil mi, neden şaşırıyoruz ki” demekten de kendimi alamıyorum. Şiirlere ve masallara daha çok ihtiyacımız olduğu bir dönemde, masal gibi beraberliklerin ve aşkların yaşanmıyor olması hazin. Üstelik en çok paylaşımların aşk üzerine olmasına rağmen…
En çok paylaştığımız şey, ruh halimizi yansıttığı gibi, yoksunluklarımızı da anlatıyormuş, benden söylemesi. Psikolojik Danışman Serhat Yabancı ile yaptığımız bu söyleşide ortaya çıkan bir çıkarım bu. Serhat Yabancı’nın anlattıklarına bakılırsa, artık dağları delen değil, ağları delen Ferhat’lar mevcut günümüzde. Dağları Ferhat’ın yerine dominant Şirin’ler deliyormuş, söylene söylene…
Buluşmaların yerini, önünde cips ve cola ile pencerede sevgili gelsin diye bekleyen adamlar ve kadınlar almış. Sevgiye emek vermek naftalinlenip sandıklara kaldırılmış ,yerini ise kolaycılık almış…
Peki, neden emeksiz bir yolu seçiyor ve sevgiliye bizzat söylemektense arkasından yazmayı tercih ediyoruz?
Neden eş yerine kedimiz, köpeğimiz olsun istiyoruz?
Fedakâr erkek rolü yok mu oluyor? Her yaşadığımız duygunun ve coşkunun adı AŞK mı? Uzaktan uzağa sevmemizin sebebi özgüven problemi mi?
Kıskançlık sevginin göstergesi midir yoksa bir özgüven sorunu mu?
Çoklu ilişkiler yaşayanlar, her parça ile bir bütünü mü oluşturmaya çalışıyorlar? Peki, ama neden? Erkekler neden reddedilmekten korkuyorlar?
Evlilik Terapisti – Psikolojik Danışman- Serhat Yabancı, tüm sorulara yanıt veriyor…
Twitter, her gün milyonlarca insanın duygu ve fikirlerini anında paylaştığı bir mecra. GonzoInsight’ da bu temel durumdan yola çıkıp, atılan Türkçe tweet’leri baz alarak, 3 milyonun üzerinde Twitter kullanıcısının 2014 yılı boyunca hangi duyguları paylaştığını tespit edip “Twitter Duygular Atlası”nı ortaya çıkardı. Bu Atlasta ilk sıralarda yer alan paylaşımlarımız arasında aşk, nefret ve öfke yer alıyor. Normal hayatta aşk hakkında çok fazla konuşmuyor, duygularımızı şiir gibi anlatmıyorken, sosyal paylaşımlarımızın aşk ile yoğun olmasının sizce anlamı nedir?
Duygular bizim en spontane durumumuzu yansıtır. Yani içimizde yaşadığımız ve kısmen dışa vurduğumuz duygularımızı. Bu duygular kişinin en rahat ettiği anda ve yer de dışa vurur. Sosyal medya bu anlamda uçsuz bir boş saha gibi… Bize kendimizi ifade etmek için sınırsız bir alan tanıyor.
Nefret daha çok sosyolojik olarak ele alınabilir. Toplumun geçirdiği dönemle alakalıdır ama aşk farklıdır.
Aşkı neden bu kadar sosyal medyada vurguluyoruz? Aşk, herkesin yaralandığı hem de yine aradığı bir duygusal süreç. Görüş ve inanç ayrımı olmadan herkesin birleştiği tek nokta. Herkesin bilinçaltında kendini iyileştireceğine inandığı bir aşk var. Hem kutsal hem de tehlikeli. Sosyal medya, aslında insanın bilinçaltındaki aşk arayışını, içinde aşk geçen söz ve paylaşımlarla dışa vurmayı sağlıyor. Yani aşka yönelik paylaşımları retweet yapıyor ve paylaşıyorsanız, ya âşıksınız ya aşk arıyor ya da aşka özlem duyuyorsunuz.
“Sanal ilişkiler günümüzde en kolay ilişki tarzı.”
Geçenlerde sayfanızda sanal aşkların patladığına dair bir yazı paylaştınız. Bu tespitinizi nasıl yaptınız, bize bundan biraz bahsedebilir misiniz?
Gerek görüştüğümüz danışanlar ve bize Türkiye’nin veya dünyanın her yerinden ulaşanlar, gerekse konu ile ilgili yapılan araştırmalar bu iddiamın alt yapısını oluşturmaktadır. Mesela, her 100 kişiden 35’i internet üzerinden tanışıp evlenirken, her boşanan 100 kişiden 30’u da internet üzerinden aldatma nedeniyle boşanıyor. Sanal ilişkiler günümüzde en kolay ilişki tarzı. Düşünsenize, oturduğunuz yerde bir elinizle bir yandan cips ve kola tüketirken diğer elinizle yazışarak ilişki yaşıyorsunuz. Neredeyse emeksiz bir şekilde olduğunuz değil, olmak istediğiniz profille sevgili ediniyorsunuz. Ve enteresan olan da, herkes “üst düzey yönetici, “ manken” iş adamı /kadını” olarak tanımlıyor işini. Tabii bu mümkün değil ve gerçekçi değil. Hem kolaylığı hem de ego tatmini nedeniyle sanal ilişkiler patladı. Tabii diğer boyutta gitgide özgüvensiz ama yüksek egolu bireylerle dolu bir toplum olmamız da bunda etkili. Yani kendini ifade edemeyen, sıkıntıya gelemeyen, olumsuz duygularla baş edemeyen, naz çekemeyen, yüksek beklentili bireylerin de artışı, onları sosyal medyada sevgili yapmaya sürüklüyor. Okurlarımız, ilişkiler ve evlilikler ile ilgili kitabım Unutmak mı Affetmek mi?’de bu konuyu detaylı olarak okuyabilir.
Son zamanlarda uzakta olana, “olmayana“ bir özlem olduğunu görüyorum paylaşımlardan. Bu özlemin altında nasıl bir psikoloji yatıyor? Uzak özleyen insanlar gelene değil de, gelmeyene özlem duyacak ve hep gelmeyeni bekleyecekmiş hissi veriyor bana. Bu sağlıklı bir bekleyiş mi? Bu normal bir durum mu?
Uzak olan, aslında az kullanılmış ve yıpranmamıştır. Hep onunla daha iyi olacağına dair bir algı vardır. Hem uzakta olana hem de yarım kalan aşklara olan özlem, onların yıpranmaması ve az yıpranmasının getirdiği bir “umuttur” Aynı zamanda sürekli uzak özlemler, var olan sistemde aradığını bulamadığını düşünenlerin hayalidir. Aslında bu toplumda bu zaman diliminde yaşıyorsanız, bulunduğunuz toplumda ve zamanın içinde çözüm bulmalısınız. Bu maalesef ütopiktir.
“Reddedilmek, en çok erkeklerin korkulu rüyası.”
Neden gerçek yaşamda duygularımızı net ifade edemiyorken, nette bunu çok rahatlıkla yapıyoruz? Yoksun olduğumuz duyguları mı anlatıyoruz?
Gerçek hayatta gerçek bir reddedilme kaygısı taşıyoruz. Reddedilmek, toplumumuzda en çok erkeklerin korkulu rüyası, ilk neden bu. Sanal dünyada reddedilmenin en fazla bir engelleme ve silme kadar etkisi var. Sanal dünyada daha kısa sürede hedefe ulaşmak mümkün. İnsanlar 3-4 gün yazışıp hemen sevgili olup, cinsellik yaşayıp sonra bu ilişkiyi bitirebiliyorlar. Özellikle özgüven sorunu olanlar maskeleri ile rahatça dolaşabiliyorlar. Duygumuzu ve beklentimizi sanal dünyada rahatça söylemenin diğer nedeni de yüzyüze olmamamız. Yani ekranın arkasında olmanın getirdiği sahte bir güven. Son olarak gerçek hayatta doğal şekilde içten duyguları yaşamanın ve iletmenin bedelleri varken( kullanılma, zayıf algılanma, sömürülme..) sanalda böyle bir tehlike nispeten daha az.
“Her yaşanan heyecanın, yoğun duygunun adı aşk değildir.”
Günü birlik yaşayan da yaşadığı şeye aşk diyor, bu duyguyu içinde yoğuran da. Aşk nedir? Ya da şöyle sorayım, aşk ne değildir?
Aşk, aslında hazır olduğunuzda hayalinizdeki senaryoyu biriyle oynamaktır. Aynı zamanda hormonaldir. Aşkın süresi 18 ay’dır. Mantığın çok az devrede olduğu bir durumdur. Aynı zamanda, zihnimizde resmettiğimiz kişiye en yakın olanı gördüğümüzde ona sarılmaktır. Yani aslında kime âşık olacağımızı önceden kafamızda sınırlarını çizerek kısmen netleştiririz.
Her yaşanan heyecanın, yoğun duygunun adı “aşk” değildir. Aşk bir anlık değildir, bir süreçtir. Hem somut yaşanan hem de zihninizde yaşanan. Her beğeni, her hoşlanma değildir. Aslında aşık olduğunuzda normal olan hiçbir şey kalmaz hayatında. Bazen olumlu bazen de olumsuz anlamda.
“İnternet yüzünden aşkların süresi ve kalitesi düştü.”
Sizce internet aşka nasıl bir evrim yaşattı? Bu sağlıklı bir durum mu?
Eğer interneti ilişkiyi yürütme değil de sadece tanışma amaçlı kullanırsanız bir riski yok. Tanışma sonrası sizin seçiminizdir. Ama siz ilişkiyi internetten yürütürseniz riskler çok yüksek. En çok da “güven “ konusunda sınırsız risk var. Bu insanların aşklara olan güvenini zedeliyor. Diğer yandan internet yüzünden aşkların süresi ve kalitesi düştü. Aşktaki sadakati azalttı. Bunun yanında ilişkilerde coğrafi sınırları kaldırdı. Binlerce kilometre ötede görmediğiniz birine âşık olmanızı sağladı. Hatta gerçek görüşme olmadan aylarca yürütmenizi sağladı. Sağlıklı mı derseniz? Eğer gerçek hayatta görüştüğünüz kişi, zihninizde tasarladığınız gibi çıkmazsa tam bir hayal kırıklığı.
İlişkiler neden uzun sürmüyor sizce?
Temelde bencillik önümüze çıkıyor; diğer konu ise, ego savaşı. Başta belirttiğim gibi, sağlıksız bir ego oluşumu virüs gibi artıyor. Herkes kendisini vazgeçilmez görüyor ve seçeneği çok sanıyor, kimseyi çekmek istemiyor artık. Bu algı, tahammülü ve çabalamayı azaltıyor. Diğer yandan bağımlı yapılarda artış var. Kendini sadece kariyer ve iş olarak yetiştiren kişilerin kendini mutlu etmeyi bilmediği için eşine bağımlı olması da ilişkilerin ömrünü kısaltıyor.
“İnsanlar eş edinmek yerine kedi-köpek edinmeyi tercih ediyorlar.”
Kadın erkekten, erkek de kadından bir ilgi bekliyor gibi sanki. Herkes yalnızlıktan şikâyet ediyor fakat beraberlik için de hareket etmiyor. Bunun sebebi nedir sizce? Korku mu, sorumluluk almak istememek mi?
Yeni dönemde herkes garantici artık, “eğer bir şey olacaksa adım atayım” diyor. Yani “karnım doymayacaksa, açlığımı belli etmeyeyim” diye düşünüyor. Güvensizliklere bir de kendini yetersiz hissetme ve bencillik eklendiğinde, insanlar eş edinmek yerine kedi-köpek edinmeyi tercih ediyorlar.
Sanki kadınlar erkek rolünü, erkekler de kadın rolünü aldı. Önceden ilk adımı erkek atsın diye beklerken, şimdi kadınlar seçen oluyor. Bu kadınların en büyük şikâyetleri arasında. Eskiden üşümesin diye ceketini çıkartıp sevdiğinin omzuna atan erkekler vardı. Şimdi ceketi kadınlar çıkarınca duygusal anlamda da üşüyorlar. Bu rol değişiminin sebebi sizce nedir? Bu sağlıklı bir durum mudur?
Sağlıklı değil elbette. Nedeni ise içeriği incelenmemiş bir “eşitiz” kavramı. Kadın sevilmek, ilgi görmek ister ve erkeğin onu sevmesini sever. Yani, kendini önemli ve seviliyor hissettiğinde kapılarını açar kadın. Erkeklerin son zamanlarda bu konularda adım atmaması kanımca emeksiz ilişkilerin yansımasıdır. Erkek, artık strese daha çok dayanıksız…
“Şişirilmiş egolu erkeklerin artışı, kadına karşı kibar ve fedakar erkeği yok etti. ”
Buna çabuk tüketmek ve fasfood yaşanan ilişkiler neden oluyor olabilir mi?
Kişilerin birbirini çabuk elde etmesi, seçeneklerin çokluğu ve şişirilmiş egolu erkeklerin artışı, kadına karşı kibar ve fedakâr erkeği yok etti adeta. Bunun yanında, kadının da dominize olan yapısı, erkekten bir şey beklemeyi “zayıflık” olarak algılamasına neden oldu. Bu da kadını erkekleştirdi. Erkek daha da duygusallaştı. Böylece sahiplenici erkek yerine sahip olmaya çalışan erkek profili türedi.
Sosyal siteler, kızgın sevgililerin yorumlarıyla adeta bir nefret sahasına dönüşebiliyor. Gördüğüm kadarıyla birçok insan birbirlerinin sayfalarını, telefonlarını, en son mesaj dakikalarını kontrol ederek yaşıyor. Teknolojiden sonra ilişkiler daha da mı zorlaştı? Telefonla, internetle, bilgisayarlarla kavga eden insanlar olarak nereye gidiyoruz. Gittiğimiz yer sağlıklı mı?
Paranoya ve şüphenin zirvesindeyiz. İnsanlar artık ilişkilerde mutlu olmaya değil, güvende olmaya çalışıyorlar. Hatta bazıları sırf güvende hissetmek için kriterlerini bile değiştiriyorlar. Sınırlar kalkıyor; evli olan birine insanlar sınır tanımadan asılabiliyor. İnternetin getirdiği sınırsız hareket alanı nedeniyle de, internete giren herkese “hata yapma potansiyeli” gözüyle bakılıyor. Böyle olunca sabah yataktan kalkan eş, önce yatağındaki eşin sayfasına göz atıyor. Yani kısaca, herkes herkesten, her şey bekliyor. Toplum da: “ babana bile güvenme “diyerek bu güvensizliği inanca dönüştürüyor.
“Kıskançlık, “kaybetme düşüncesinin” sonucunda oluşan bir duygu durumudur.”
Kıskançlık bir özgüven problemi midir?
Öncelikle şuan karar vermek lazım. Kıskançlık iyi mi kötü mü? İyi diyen biri bundan şikâyet etmemeli. Ayrıca azı çoğu olmaz bunun. Çünkü zamanla kontrolden çıkar. Bence kötü bir şey.
Kıskançlık, kaybetme düşüncesinin sonucunda oluşan bir duygu durumudur. Partnerini birine kaptırmak, ilgisinin başkasına akmasından korkmak gibi çeşitli kaygılar barındırır içinde. Kıskançlığın temel nedeni, kendine yetememek ve özgüven sorunudur. Sevginin işareti değildir. Kıskanan ya kendine, ya eşine ya da çevreye güvenmez.
Oysa esasen eşine ve çevresine güvenmemek aynı şeydir. Eşine güvenen, bir dış tehdit durumunda ona güvenir. Ama güvenmeyen ise dış çevreyi tehdit gibi algılar. Kendine güvenmeyen ise, sürekli kendisini yetersiz gördüğü için partnerinin daha iyisini bulduğunda terk edeceğini, aldatacağını düşünür. Rekabet edemez olduğunu sanır. Sonuç olarak tüm kıskançlıklar, kişinin kendi özgüvenine gelir. Eşinize güvenmeseniz bile, en azından yanlış yaptığında ayrılacağınıza dair kendinize güvenseniz bile kıskançlık yapmaz ama yaparsa da ne yapacağınızı bilirsiniz.
Kendime özgüvenim tam ama kıskanırım diyenler ne olacak?
Öyle bir şey yok. Kıskanma bir kaybetme düşüncesi ise, somut olmayan bir durumdan kendine güvenen biri neden korksun ki? Aslında kıskanmak biraz da öğretiliyor. Erkeğin ve kadının kıskanması dayatılıyor. Kaldı ki yapan yapıyor; korku ile gelen sadakat, cesaret ile gider.
“Aşk, akıl işi değil gönül işidir” sözüne bir uzman olarak nasıl bakıyorsunuz?
Aşk akılda başlar. Uçlardaki kişilikler hariç, ortalama her insanın zihninde âşık olacağı kişinin formu mevcuttur. Yani her seçim, bir zihinsel faaliyettir. Zaten beyin olmadan hissedemeyiz. Bu nedenle bence aşkı akıl başlatır, kalp sürdürür. Akıl tekrar devraldığında da aşk biter, sevgi başlar.
Sağlıklı bir ilişki için olmazsa olmaz diyeceğiniz mottolarınız var mı?
Üç S mottom var. SEVGİ, SAYGI, SADAKAT. Bunlar sağlam ise paylaşımlar süresiz ve mutluluk vericidir.
Erkek ve kadın ne zaman aldatmaya başlar? Aldatmanın altında yatan temel nedenler neler? Sadece Güzellik olmamalı çünkü güzellik dediğimiz zaman Adriana Lima, Hülya Avşar bile aldatılıyor sonucu çıkıyor ortaya.
Aldatma öncelikle cinsiyet değil, şahsiyet meselesidir. Diğer yandan aldatma, aldatanın kusurudur. Bağımlılar, yüksek egolular, bağlanma sorunu olanlar, depresifler ve ilişkiden kopmuş kişiler aldatır. Aslında kopamadıkları için de aldatır. Kopamıyorum bari kendimi de ihmal etmeyeyim gibi. Erkek, daha çok cinsel aldatır. Hatta bazen hormonaldir ve nedensizdir. Kadın ise, duygu odaklıdır. Güvendiğinde ve sevdiğinde aldatır. Güzellik aldatmayı olumlu/olumsuz etkilemez. Güzel kadın değil, güzelliğini ilişkide baskı olarak kullanan kadın aldatılır. Yani dominant kadınlar ile aşırı tavizkar kadınlar daha çok aldatılır. Diğer yandan, ihmalkâr ve şiddet eğilimli eşler de aldatılır. Ama sonuçta nedeni ne olursa olsun insan ilişkisini ya iyileştirmeli ya da bitirmelidir. Aldatma, zayıf ve kişisel bir tercihtir.
“Çoklu partner ilişkileri; “bağımlı veya narsist” yapıların tarzıdır.”
Aynı anda bir çok kadını ya da erkeği idare eden insanların ruh hallerini ve onları buna iten nedenleri çok merak ediyorum. Siz de farkında mısınız? Erkekler de, kadınlar da çoklu ilişkiler yaşıyor ve bunun adına açık ilişki diyorlar. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Açlıktan çok, psikolojik bir alt yapısı var. Çoklu partner ilişkileri, “bağımlı veya narsist“ yapıların tarzıdır. Her partnerden bir parça alıp, bir bütünü tamamlamaya çalışmak, aslında kişinin çocukluğundaki bağlanma sorununun da dışa vurumudur. Bağlanma objesi olan anne-babayı oturtamamadır. Ayrıca mükemmeliyetçilik de bazen buna nedendir.
Ayrılık ve aşk acısı çekenler için acıyı hafifletecek çözümleriniz var mı? Şu an ayrılıkla burun buruna gelmiş, aşk acısı çeken kişilere ne önerirsiniz?
Öncelikle aşk açısının ilacı taziyedir. Bu acı yaşanmadan iyileşme olmaz. Yasınızı tutarken de bir yandan biten ilişkinin otopsisini yapmak, diğer yandan da normal hayatı sürdürmeye çalışmak gerekir. Bu dönemlerde iş, arkadaşlık, aile, sosyal ve sporsal faaliyetlere ağırlık vermek gerekir. Ortalama 6 ay geçmeden ilişki yaşanmamalıdır. Otopsi sürecinde kendini suçlamak yerine “anlaşamadık ayrıldık” telkini esas olmalıdır. Kendisi veya karşı cins için genelleme yapılmamalıdır. Ayrılmayı terk edilme ve boşlukta kalma değil, sonu olmayan bir ilişkiden kopma olarak değerlendirmek gerekir. Ayrıca kimin bitirdiğine değil, neyin bitirdiğine odaklanılmalıdır.
Ve asla çivi çiviyi söker çelişkisine düşülmemelidir.
SERHAT YABANCI
Aile Evlilik Terapisti
Yazar
/ martı dergisi söyleşisinden)