Ulaşım ve Konaklama
Lyon’a THY’nin direkt seferiyle 6 Ekim sabah 8:15’te uçtum. Lyon havaalanından metroyla bir kez hat değiştirerek kalacağım “3.Arrondissement” teki Airbnb evime rahatça ulaştım. Eve kahvaltı için alışveriş yapıp, kahvaltıları evde hallettim. “Casino supermarché” çok şubesi ve bol çeşidi olan iyi bir market seçeneği. Bu arada Vieux Lyon’da gezerken çok hoş bir otel keşfettim, içini de gezdim, alternatif olarak buraya not düşmek isterim: Collège Hôtel, 5 place Saint Paul.
Ne zaman gitmeli?
Benim gidişim Ekim ayındaydı. Fransa’nın geneline göre daha sert bir iklime sahip olan Lyon’u ziyaret etmek için en ideal zaman Nisan-Ekim arası. Bunun yanı sıra her sene Aralık ayında düzenlenen Lyon Işık Festivali’ni görmek isterseniz çok önceden planlama yapmak lazım çünkü bu dönem şehrin en kalabalık olduğu zamanlardan biri.
Gezilecek yerler
“Hop on hop off” tur
Birçok ilk defa gittiğim şehirde yaptığım gibi Lyon’da da önce “Hop on hop off” sistemiyle şehri gezdim. Bu sistem bana şehir hakkında genel bir fikir veriyor, şehrin planı kafamda oturuyor ve sonradan daha detaylı gezmek için gelmek istediklerimi belirlemiş oluyorum. Lyon’da otobüs ve tramvay seçenekleri var; ben iki hattı da tamamladım. Özellikle tramvayla gezilen rota çok özgün ve keyifli.
Ayrıca Place Bellecour’daki turist ofisine mutlaka uğramanızı öneririm. Çok iyi çalışıyor ve bilgi veriyorlar. Kartpostalda göreceğiniz üzere, Lyon 2019’da Avrupa “Smart Tourism” başkenti seçilmiş. Bunun kolay ulaşım, iklim değişikliği mücadelesi, doğal yapıyı korumak ve zenginleştirmek gibi birçok kriteri var. Turizm ofisinde, Fransızların meşhur Lyonnaise (Lyonlular kendilerine Lyonnaise diyorlar) şefi Paul Bocuse’un heykeli ile fotoğrafımı da çektirdim.
Eski Lyon (Vieux Lyon)
Şehrin UNESCO dünya mirası korumasında bulunan tarihi kısmı, yürüyerek keyifle gezilebilecek dar sokaklardan, eski binalardan oluşuyor. Yürüyüşe ek olarak Vieux Lyon’dan Fourviere tepesine çıkan fünikülere binmek de keyifli oluyor.
Cathédrale de Lyon’un içi pek görkemli. Katedralden çıkan rahipler objektifime takılıyor.
Notre Dame de Fourvière
Eski Lyon’da bulunan oldukça heybetli bu bazilika, tepede yer aldığı için muhteşem bir manzaraya sahip.
Bazilikanın yakınındaki “La Tour Métallique” ise şehrin silüetinin önemli bir parçası. Küçük Eyfel kulesi diye de bahsedilen bu kule günümüzde televizyon kulesi olarak kullanılıyor ve ziyaretçilere kapalı.
La Croix-Rousse ve Duvar Resimleri
Ortaçağda Lyon’dan bağımsız bir yerleşim olarak gelişen La Croix-Rousse, 254 metre yüksekliktedir. Lyon’da ipek ticaretinin gelişmesiyle ipek üretimi bu bölgede konumlanmış. Fransızca “Les canuts” adı verilen ipek işçilerinin evleri, dokuma çalışmasına uygunluk sağlaması için yüksek tavanlı ve geniş pencereli.
La Croix-Rousse’ta en hoşuma giden “La Fresque des Canuts” oldu. Avrupa’nın en büyüğü olan bu duvar resminde, mahalle hayatı resmedilmiş. İlk yapıldığından beri üç kez baştan boyanan duvarda, mahalle sakinlerinin hayatlarındaki değişiklikler de yansıtılmış. Mesela ilk yapıldığında evli olmayan aile, sonrakinde çocuklarıyla çizilmiş.
Traboules
Lyon’da en çok ilgimi çekenlerden biri, “traboule” adı verilen gizli geçitler oldu. Vieux Lyon ve La Croix-Rousse’da yer alan bu küçük geçitler, ipek ticaretinin gözden uzak ve kolay ulaşımla yapılmasını sağlıyormuş. Girişleri sıradan ev kapılarıyla aynı görünümde olduğundan, ok ve mavi aslan işaretlerini aramak ve yerellere sormak gerekiyor.
Musée des Beaux-Arts de Lyon
Paris’teki Louvre Müzesi’nden sonra Fransa’nın en büyük güzel sanatlar müzesinin harika bir binası ve bahçesi var. Benim yaptığım gibi Salı günü gitmezseniz gezebilirsiniz. Ben maalesef sadece bahçesini gezebildim ancak ona bile değdi.
Destination Beaujolais
Lyon’a gelmişken, yakındaki şarap rotasını yapmak keyifli oluyor. Daha önce yurtiçi ve yurtdışında yaptığım şarap rotalarına ve üreticilere kıyasla daha mütevazi buldum.
Bu bölgede iki üretici ziyaret ettim. Biri Beaujolais Dupeuble, Château des Pertonnières. İşin başında iki kardeş var, ikisiyle de tanıştım. Ghislaine beni gezdirdi ve tüm işleyişi anlattı.
İkinci üretici ise artizan ve çok küçük: Charpin Vigneron. Burada da Cédric yaptığı şaraplardan tattırdı.
Confluence
Lyon’un içinden akarak geçen La Rhône ve La Saône nehirlerinin birleşerek çevrelediği güney kısım: Confluence. Nehirlerin birleştiği yerde olduğu için birlikte akma ve kesişme noktası anlamlarına gelen bu ismi almış.
Eskiden endüstrinin merkezi olan bölge, fabrikaların kapatılması ve teşvikle günümüzde baştan keşfedilip popüler olmuş. Modern mimarinin örnekleri, eski fabrika ve liman binalarına yeniden hayat vermiş. Bu bölge benim için Lyonnais yaşam tarzını görmek açısından ilginçti.
Nehir kenarında yürümek keyifli. Nehir boyunca insansız giden ve duraklarda duran ilginç ve sempatik araç “Navly” ye de bindim. Bölgeyle aynı isme sahip, modern binasıyla dikkat çeken Musée des Confluences’i gezebilirsiniz. Ayrıca Confluence alışveriş merkezi de burada. Ben içine girip şöyle bir dolaştım; üzerinin cam olması sayesinde gün ışığı alıyor, insanın kapalı alanda olmaktan içi kararmamış oluyor ancak dükkanları genelde her ülkede olan zincir mağazalar. Mola verdiğimde yemek yediğim Vietnam “fast food” restoranı Woko, kalitesi ve tazeliğiyle beni çok mutlu etti.
Yeme & İçme
Le Bouchon Sully
“Bouchon” geleneksel Lyon restoranlarına verilen isim. Dolayısıyla eski, geleneksel ve yerel Lyon yemeklerini servis eden restoranlarda bu kelime hep karşımıza çıkıyor. Ben de gitmeden önce, çeşitli kaynaklardan iyi bir “Bouchon” için araştırma yaptım ve Le Bouchon Sully’de karar kılarak masamı rezerve ettim. Çok isabetli bir seçim yapmışım. Yemekler, Lyon’da yediğimin en iyisiydi. Bir Fransız garson tüm masalara servis yapıyor, sabırlı olmak gerek çünkü işini hiç aksatmadan hakkıyla yapıyor; başta biraz suratsız gibi görünse de dikkati ve seviyeli şakalarıyla beni etkiliyor.
L’etage
Chef bir arkadaşımın tavsiyesiyle keşfettiğim bu çok özel restorana da iyi ki gitmişim diyorum. “L’etage” ın anlamı üst katta çünkü bu restoran birinci katta yer alıyor. Lyon’un giriş katında olmayan tek restoranı burası kalmış. Daracık merdivenlerden yukarı çıkıyorsunuz ve sadece sekiz masası olan bu karakteristik mekana ulaşıyorsunuz. Mutfakta Chef Guillaume Mallet hünerini konuşturuken, babası ise derin bilgisiyle seçimime yardımcı oluyor ve tüm salonu parmağında çevirerek servisi yapıyor. Ayrıca restoranın pencereden tüm meydanı gören harika bir manzarası var.
Les Halles des Lyon Paul Bocuse
İsmini ünlü Lyonnais Chef Paul Bocuse’den alan şehrin gıda pazarı beni hayal kırıklığına uğrattı. Önceki gezilerimde gittiğim ve çok beğendiğim Madrid’deki Mercado de San Miguel’e göre yıpranmış ve bakımsız kalmış, karanlık ve aynı çeşitlerin tekrarı olarak gördüm. Yine de istiridye ile jumbo karides yedim ve peynir alarak çıktım.
La Table du Donjon
Destination Beaujolais şarap rotasını yaparken öğle yemeği için yerellere sorarak bulduğum bu restoran harika bir yer çıktı! Hem yemekler, hem ambiyansı ve hem de servisiyle çok etkileyici bir deneyim oldu.
Restaurant Le Tibouren
Bu restoranı da, asıl gitmek istediğim yerin kapalı olduğunu kapısına gelince öğrenmem üzerine keşfettim. Yeme&içme aplikasyonları maalesef bazen mekanın kapalı olduğunu göstermeyebiliyor; üşenmeyip gitmeden önce aramakta fayda var. Her işte bir hayır var! Toplam sadece altı masası olan samimi ve sıcak bir mekanda sade, lezzetli ve hesaplı bir tatlı bir yemek yeme şansına sahip oldum. Chef Alexander, iki başlangıç ve iki ana yemekten seçmeli menüsünü masaya gelerek keyifle anlatıyor.
Dolu dolu geçirdiğim dört günde Lyon’un altını üstüne getirdiğime inanıyorum. Endüstriyel bir şehir olduğu için, Paris gibi estetik olması beklentim karşısında biraz hayal kırıklığına uğradığımı söylemeliyim. “Fransa’nın gastronomi başkenti” dendiği için yeme&içme konusundaki bkelntim aşırı yüksekti; sakatat sevmiyorsanız zorlanacağınız bir mutfak. Neyse ki ben “Herşeyi yer” cinsinden olduğum için keyif aldım. Yeni bilgiler ve deneyimlerle mutlu bir gezgin olarak Lyon’dan ayırılıyorum.