Geçtiğimiz günlerde Hindistan’da Krişnamurti Enstitüsü’nün davetlisi olarak Kalküta’da uluslararası bir konferansa katıldım.
Geçtiğimiz günlerde Hindistan’da Krişnamurti Enstitüsü’nün davetlisi olarak Kalküta’da uluslararası bir konferansa katıldım. Bu konferansın en dikkat çekici ve özel yanı, çok daha geniş bir katılımla gerçekleşmesi ve astrolojinin farklı cephelerine açık olması idi. Doğu ile Batı arasında bir köprü kurmak astroloji alanında da önemli bir adım oldu. Astroloji’nin kültürel bir okuma olduğunu ve farklı coğrafyalarda ilginç cepheleri olduğundan bahsetmiştim. Dolayısıyla bu konferansta biz Batılı astrologlar kendi bilgi ve deneyimlerimizi getirirken, Vedik yani Hint astrologlarının sunumlarını dinleme olanağı bulduk, hatta Hintli astroloji öğrencilerinin yer aldığı bir yarışmaya jüri olarak kabul edilmekten onur duydum.
Her ne kadar kökleri Mezopotamya’ya dayanan Batı astrolojisinde uzman bir kişi olsam da, Vedik astrolojisi diğer adı ile ışığın bilgisi anlamına gelen Jyotish hakkında da bilgi sahibiyim. Nitekim köklerini Vedalardan, eski Hint edebiyatı ve mitolojisinden alan Hint Astrolojisi ile Batı Astrolojisi arasında önemli bir tarihsel bir alışverişi söz konusu olmuştur. Büyük İskender’in Hindistan’a kadar uzanmış olması, Yunan astronomi ve astrolojisi ötelere kadar ulaştırmış, oradan da Batı’ya doğru önemli bilgiler gelişmişti.
Batı ve Doğu, farklar ve ortak temalar
Bu iki astroloji arasındaki temel ayırımların başında Batı astrolojisinin Batlamyus’a (MS 2. Yy) dayalı olarak mevsimsel (tropikal) zodyağı yani burçlar kuşağını kullanmaya başlamaları ile Hintlilerin yıldız zodyağını (Sidereal) kullanmaya devam etmiş olmalarıdır. Kuşkusuz diğer başka farklılıklar da mevcut olmakla birlikte her iki sistem de değişik cephelerden bakarak insanı ve evreninin anlamaya çalışırlar. Mevsimsel zodyak, burçlar kuşağının başlangıcını, ilkbaharın tam başladığı ana dayarken, daha dünyevi ve maddi temalar üzerinde durur. Batı astrolojisinde bu bakımdan karakter yorumu, insanın hayattaki gailesi, maddi dünyaya ait konuları önem kazanır. Hint astrolojisi ise sonsuzluk içeren takımyıldızlara, özellikle ruhın gelişimini ve karma felsefesini de içine alan Ay burçları yani nakşatralarla da ilgilenir. Aslına bakarsanız, iki farklı sistem gibi gözükmekle birlikte, her ikisi de birbirini tamamlama yönündedir. Batı astrolojisinde de, özellikle bu astrolojinin ana çekirdeği olan Helenistik astrolojide zaman yöneticileri ve hayat dönemleri önemli öngörümsel içerikler getirirken, Hint astrolojisinde de, Ay’ın bulunduğu konuma bağlı olarak farklı gezegen dönemleri yani daşalar vardır. Kuşkusuz Hint astrolojisinin Ay’a bu kadar önem vermiş olmasını özellikle coğrafi nedenlerle ilişkilidir. Aynı benzerlik Arap’ların kullanmış oldukları Ay menzillerinde de görülür zira bu coğrafyaların sıcak iklimlerinde gece hareket etmek Ay’ın konumunu daha çok önem çıkarmıştır.
Şahsen, Hindistan ziyaretinden olumlu düşünceler ve ilhamlarla döndüm. Her iki alanın birbirine katabileceği çok şey var. Kişisel açıdan, helenistik astrolojiye odaklanan ve tüm burç ev sistemini 10 yılı aşkın bir süredir kullanan bir astrolog olarak büyük etkileşimler görmekteyim. Astroloji’nin kültürel bir okuma olduğunu unutmayalım. Nasıl ki kültürler birbirinden farklı olsa da, üstün olamayacakları için, bu iki astrolojinin de birbirine hala çok şey katabileceğini düşünüyorum. Bu bağlamda, Krişnamurti Enstitüsü başkanı Gopal Bhattacharjee ve genel sekreteri Alex Trenoweth’e de böyle bir olayı büyük bir konukseverlikle gerçekleştirdikleri için kalpten teşekkür ederim.