Astrolojiye önem veren Carl Jung kendi terapisinde bireyleşmeye, kişinin kendini gerçekleştirmesine odaklanmıştı ve bu süreç pek çok boyuttan oluşuyordu.
Psişik başka bir deyişle ruhsal hayatımız sanki büyük bir orman gibidir ve bu ormanda kötü canavarlar, bizi tehdit eden korkular ve istemediğimiz yönlerimiz de vardır. Carl Jung kendi teorisinde bunu gölge olarak tanımlar. Gölge adı üstünde karanlık bir bölgedir ve bizden, bilinçli benimizden dahi saklı kalan unsurları, belirli komplekslerimizi barındırır. Kuşkusuz ışık olmadan gölge olmaz ya da tam tersi. Dolayısı ile gölge doğaldır ve hatta Jung’a göre kendi gölgemizi ne kadar iyi tanıyabilir ve onu ne kadar bilinç seviyesine getirebilirsek, o kadar mutlu, yaratıcı ve bütüncel bir kişiliğe ulaşabiliriz. Çocukluğumuzdan itibaren kültürel telkin ve ailevi bastırmalar nedeni ile gölgeler ediniriz. Herkesin gölgesi olduğunu, herkesin eğer ortaya çıkar ise, hoş olmayan şeylerin meydana gelebileceğini hissettiği şeyler vardır. Bu kötülük kavramı ya da arketipi diyelim, adeta kişiliğimizin karşı bir kutbunu oluşturur. Jung günlük hayat içinde uyum sağlamak adına takınılan kimliğe Persona adını verir. Persona antik yunanda tiyatro oyunlarında kullanılan maskedir. Doğal olarak bu sosyal maskemiz başkaları ile uyum içinde kalmaya çalışırken, yapmacıktır. Maskemiz kendimizde beğenmediğimiz şeyleri ister istemez bilinçdışına iter ve çoğu zamanda bu durum yansıtma yönü ile başkalarına atfedilir.
Astrolojik haritamızda, günlük hayatımızdaki denge ve uyumu ilgilendiren en önemli yer, yükselen burcumuzdur. Nitekim yükselen burcun her zaman bir dümen ve hareket noktası olduğunu söylemiştik. Yükselen burcumuz bizim başkalarına görünen yüzümüz olduğu için, hayatta kendimizi nasıl konumlandırdığımızla da yakından ilişkilidir. Bu durumda, en basit anlatımla, gölgemiz, yükselen burcun tam karşısında yer alan alçalan burçta ortaya çıkacaktır. Bu aynı zamanda bizim 7. evimizdir. Bu ev astrolojide yakın ilişkilerimizi, karşılıklı konuları, evlilik ve ortaklıkları hatta açık düşmanlıkları da anlatır. Doğal olarak kendi gölgelerimizi başkalarına yansıtırız. İşte tam da bu nedenle, ilk etapta gölgemizdeki unsurları aydınlığa kavuşturabilmek için ilişkilerimiz ve başkaları çok önemli bir rol oynarlar.
Örneğin yükselen burcu Yengeç olan birisini ele alalım. Yükselen burcu Yengeç olanlar, günlük hayat içinde koruyucu, kollayıcı, sevgi ve merhametle yaklaşan, canan ve cömert bir tutum içindedirler. Ya da en azından böyle bir tutum, çocukluktan, hatta doğum anımızdan itibaren çevre ile ilişkimizde önemli bir nitelik olarak yer alır. Bu durumda, karşıt burç Oğlak, 7. Evde olduğu için, yükselen Yengeç’in gölgesi olarak da çalışacaktır. Bizler, kendimizde beğenmediğimiz ya da eksik gördüğümüz şeyleri gölge yolu ile başkalarına yansıttığımız için, bu örnekte, örneğin Oğlak burcunun sertliğini, acımasızlığını, duygusal kuruluğunu, bir gölge olarak geliştirmeye başlayabiliriz. Yükselen burcu Yengeç olanlar, günlük hayatta yeterli bir denge kuramadıklarında, karşısındakilerin ne kadar katı, bencil ya da çıkarcı olduğu hissini ya da duygusal kabulünü geliştirebilirler.
Jung’un terapi süreci kişinin bütünleşmesine ve kendini gerçekleştirme sürecine odaklıdır ve bu yönde, kişinin ruhsal hayatında sağlıksız bir duruma, dengesizliğe, tatminsizliğe, sonuçta mutsuzluğa yol açabilen bilinçdışına itilmiş olan bu enerjilerin açıklığa kavuşması özel bir süreç gerektirecektir. Astrolojik açıdan diyebiliriz ki, kişi kendi haritasındaki çatışmalarla, gölge yaratan unsurlarla bilinçli şekilde yüzleşmedikçe, kendi içinde bütünlüğe ulaşamaz. Bu nedenle, astrolojik haritamız kendimizi anlamak açısından çok önemli bir pusula görevi görecektir.