Günümüzde, doğacak bebeğin hasta olup olmadığı doğum öncesi tanı yöntemleri kullanılarak değerlendirilmeye çalışılmaktadır. Kullanılan doğum öncesi tanı yöntemleri ile ancak gebelik oluştuktan ve bebek belli bir büyüklüğe ulaştıktan sonra tanımlama yapılabilmektedir. Bu tanı metotlarının ileri gebelik haftalarında (3.- 4. gebelik aylarında) yapılabiliyor olması nedeniyle genetik ciddi bir sorunun saptandığı gebeliklerin sonlandırılması çiftler üzerinde fiziksel ve psikolojik problemlerin yaşanmasına sebep olmaktadır.
Günümüzde genetik biliminde son derece önemli gelişmeler olmaktadır. Henüz gebelik oluşmadan laboratuvarda tüp bebek yöntemiyle oluşturulan embriyolar üzerinde tanı koymaya imkan sağlayan Preimplantasyon Genetik Tanı (PGT) yöntemi bu gelişmelerin en önemlilerinden birisidir. PGT uygulamaları, Tüp Bebek tedavilerinin gerçekleştirildiği merkezler ve Moleküler Genetik birimi ile birlikte ortaklaşa yapılmaktadır. PGT, yani transfer öncesi genetik tanı yöntemi, kadın yumurta hücresinin I. ve II. kutup cisimciğine ve/veya embriyodan çıkarılan bir ya da iki hücreye (blastomer), FISH, PCR, CGH adı verilen moleküler genetik tekniklerinin uygulanmasını içermektedir. Bu tekniklerin kullanılması ile kromozomal sayı anormallikleri (trizomiler, örn.; Down Sendromu, ve monozomiler gibi) ve bazı tek gen hastalıklarının (Kistik Fibrozisi, Duchenne Muskuler Distrofisi ve Hemofili gibi) tanısını koymak mümkün olmaktadır.
Genetik bilgimiz her bir hücremizde bulunan kromozom denilen elementler ile taşınır. Normal her bir insan hücresi 23 çift kromozom içerir. Bebekler kromozomların 23 tanesini babadan gelen spermden diğer 23 ‘ünü ise anneden gelen yumurta hücresinden alır. 22 kromozom çifti kadında ve erkekte aynıdır, 23. kromozom çifti ise cinsiyet kromozomları olarak adlandırılır ve oluşacak bireyin cinsiyetini tayin eder.
PGT, Yardımcı Üreme Tekniklerinin kullanıldığı çiftlerde özel bir önem taşımaktadır. Tüp bebek tedavileri için başvuran çiftler arasında en önemli sorunlardan birisi kadının yaşıdır. Embriyolar üzerinde yapılan çalışmalar, kromozomal sayı anormalliğinin yaş ile birlikte artış gösterdiğine işaret etmektedir. PGT yapılarak araştırılan bebeklerde anormallik taşımayan embriyolar tespit edilebilmektedir. Böylece hem anormallik taşıyan embriyoların anne adayının rahimine verilmesi önlenebilmekte ve hem de bu embriyoların aktarılması ile artış gösteren düşük riski en aza indirilmektedir.
PGT değişik nedenlerle uygulanabilir. Örneğin şiddetli erkek kısırlığı bulunan çiftlerde bir yardımcı üreme tekniği olan mikroenjeksiyon işlemi uygulanmaktadır. Genetik araştırmalar (sitogenetik analizler) bu olgularda kromozomal ve bir grup tek gen bozukluklarının arttığını göstermektedir. Yapılan incelemeler sonucunda, azospermik (menide hiç spermi olmayan) ve şiddetli sperm azlığı olan erkeklerde kromozomal anormallik oranının özellikle seks kromozomlarında artmış olduğu saptanmıştır. Sperme ait kromozomal sayı anormallikleri, oluşacak embriyolarda da anormalliklere yol açmaktadır. Bu nedenden dolayı PGT uygulamaları, şiddetli erkek kısırlığı nedeni ile tedavi programına alınan çiftlerde gerekli görüldüğünde başvurulabilen bir yöntem olmaktadır. Ayrıca 39 yaş ve üzeri yaştaki kadınlara eğer herhangi bir sebepten dolayı tüp bebek tedavisi uygulanacak ise bebeklerdeki kromozom anomalisi riski arttığından dolayı önerilebilir.
Bundan başka 3 veya daha çok tüp bebek denemesine rağmen gebelik elde edilememiş çiftlere nedenin araştırılması amacıyla da PGT önerilebilir. Tekrarlayan erken gebelik düşükleri olan çiftlere, dengeli translokasyon taşıyıcısı çiftlere ve tek gen hastalıkları yönünden taşıyıcılık olan çiftlere ve önceki gebeliklerinden genetik hastalıklı bir çocuk sahibi olan çiftlere de PGT önerilebilir.
PGT uygulamaları için hücre elde edilebilmesi amacı ile embriyolardan hücre biyopsisi yapmak gerekmektedir. Her girişimsel teknikte olduğu gibi embriyo biyopsisi sırasında da hücrelerin zarar görmesi teorik olarak mümkündür. Ancak yapılan araştırmalara göre uygun teknikle yapılan biyopsilerde gebelik oranlarında belirgin bir düşüş gösterilmemiştir.
Biyopsi, yapılacak genetik incelemeye göre farklı aşamalarda yapılabilir polar body biyopsisi döllenme öncesi birinci kutup çıkarılması şeklinde ya da döllenme sonrası birinci ve ikinci kutup cisimlerinin her ikisinin de çıkarılması şeklinde uygulanabilir.
Blastomer biyopsisi yani gelişmekte olan embryodan 1 veya iki hücre alınması halen en eski ve en yaygın kullanılan biyopsi metodudur. Döllenmeden sonra embriyonun 3. Gününde 6-10 hücre evresinde uygulanır. 1 veya 2 hücre inceleme için alınabilir. Bu hücre hem anne hem de babaya ait genetik yapıyı temsil eder. Bu aşamadaki her bir hücre embriyoyu oluşturma potansiyeline sahiptir. Ayrıca sonuçların değerlendirilmesinde yeterli zaman sağlar.
Alternatif olarak tutunma öncesi dönemde embriyonun blastosist ( 5. Gün) aşamasında trofektoderm hücrelerinden 2-10 hücre alınarak genetik inceleme de yapılabilir. Örnekleme miktarları bu durumda daha fazladır. Mozaik embriyolarda tanının güvenirliliği de artar ancak analiz süresi kısıtlı olduğundan embriyoların dondurulmasını ve daha sonra transferini gerektirir.
PGT tanımlamaları yapılarak seçilen embriyolar, anne rahmine aktarıldıktan sonra ileri gelişim evrelerinde de bazı genetik bozukluklara uğrayabilir. Bu nedenlerle, yardımcı üreme programına alınıp PGT uygulanmış ve gebelik elde edilmiş olan olgularda tanıyı doğrulamak amacıyla amniyosentez yapılması yine de önerilmektedir.
Yardımcı üreme tekniklerinde olduğu gibi PGT işleminde de mutlaka gebelik elde edileceğinin garantisi halen bulunmamaktadır. Insan embriyolarında tıbbi nedenler dışında cinsiyet tayininin yapılması da yönetmeliklerimizde yasaklanmıştır. Bu nedenle cinsiyete bağlı geçiş gösteren hastalıklar dışında embriyoda cinsiyet belirleme yapılmamaktadır.
PGT amacı ile kullanılan FISH, PCR, CGH gibi moleküler genetik tanı yöntemleri ile % 100 oranında kesin tanımlama yapılması da, bu tekniklerin sınırlarına bağlı olarak her zaman mümkün olamamaktadır. Ancak günümüzde kromozomların tamamına (23 çift) bakılabilmesi embriyonun sağlığı hakkında bize oldukça önemli bilgiler vermektedir. Çünkü bilinmektedir ki dıştan bakıldığında çok sağlıklı gözüken bir embriyo transfer sonrası ana rahmine tutunmadığında bunun en başta gelen sebebi embriyonun iç yapısındaki sorunlardır. Embriyoların genetik yapılarının test edilerek transfer yapılması ile ilgili ön çalışmalarda gebelik oranlarının beklenilenden belirgin olarak fazla olduğu gösterilmiştir. Bu konudaki araştırmalar da halen son hızla devam etmektedir.
Umut edilmektedir ki yakın gelecekte bebeğin ana rahmine tutunması ile ilgili çalışmaların ışığında tüp bebek tedavilerinin başarı oranları çok daha fazla artacaktır.
Sağlıklı ve bol bebekli aileler dileğiyle…
Doç. Dr. Selman Laçin