Hülya Koçyiğit. Kırk yıldır hiç girmediği evi, bahçedeki malta eriği, Kuzguncuk halkası, eski Türk filmlerinin gözü yaşlı, titrek sesli Nalan’ı... Kuzguncuk: Sevgilisi. Onu sevgili yapansa sevgili insanları
Bir mayıs sabahı. Dışarıda yaz yağmuru. Yasemin ile birlikte ağlaşıyoruz.
Hava kapalı, ıslak, fotoğraf çekimi nasıl olacak? Dualar ediyoruz, olumlu düşünce teknikleri uyguluyoruz, yol boyu bulutların arasından güneş topluyoruz. Her yan siyah-beyaz. Puslu sepya! Eski Türk filmleri... Titrek sesiyle, içini çeke çeke konuşan Nalan... Cool doktor: Kenan! Fon müziği; Arım balım peteğim: “Yine seni seveceğim..." Daha neler? “Bilsem ki öleceğim..." Nayır! Ama aşk!
İstanbul’un açık hava sinemalarında ailecek izlenen Türk filmleri. O filmlere ağlayan şimdiki gençliğin anneleri. Çocukları ki, Amerikan filmleri izleyip, siyah-beyaz Türk filmlerine burun kıvırıyor. Sesleri kendilerine ait. Onlar Jeyan Mahfi Ayral tarafından seslendirilmediler hiç. Zaten doktor çoktan gitti. Kalan sadece Kenan!
Ama aşık olduğunda, sesinde Nalan’ın sesini yakalayan mutlu bir azınlık hâlâ var. Sevmeyi biraz da filmlerden öğrendiler, “çok" sevip, yaşadığını “çok" yaşamayı! Aşk acıyla bedellendirildi. Nalan’lar hep üzüldü! Sonradan çevirdiği filmlerde ayakları yere basan, sesi titremeyen kadınları oynayarak, Kenan’lar karşısında iadei itibarımızı sağladı ama olsun. Suçlulardan biri de o: Hülya Koçyiğit!
Ve sanık (!) bugün Kuzguncuk’ta!
Hava açıyor hafiften. Topladığımız güneşler Yasemin’in objektifine emanet. Kuzguncuk İskelesi’nde buluşuyoruz. Neden Kuzguncuk?
“Halkı semte sahip çıktı ve değişmesine izin vermedi" diyor, “Çok doğal bir çocukluk yaşadım buralarda. Sokakta, bahçede, meyve ağaçları arasında, denize girerek..." Bir an durup ekliyor: “İnsana kendini özgür hissettirir Kuzguncuk!"
Aslında ne denizi, ne yeşili, ne havası, suyu. Kuzguncuk’u sevgili yapan, sevgili insanları Hülya Koçyiğit için. “Beni farkeden, oluşmama yardım eden onlar olmuştur" dediği Kuzguncuklular.
Kuzguncuk’un kızı o!
İskeleye yöneliyoruz. Akşam üzeri en güzel elbiseler giyilir, saçlar taranır, üç kız kardeş vapurla işten dönecek olan babayı karşılamak üzere iskeleye giderlermiş. Babanın eli kolu dolu tabii. Boynuna ilk atlayan yaşadı!
Saç tokası, kurdele, iğne, iplik gibi şeyleri aldığı manifaturacının önünden geçerek Kuzguncuk Üryanizade Sokak, No: 22’ye doğru yürüyoruz. Evin önüne geldiğimizde gözleri görmeye değer. “Bir malta eriği ağacı vardı, acaba duruyor mudur" diye soruyor, 40 yıldır hiç girmediği evin içinde heyecanlı adımlarla yürürken. Evin bahçeye açılan arka kapısındayız. Ağaç orada. Erikler çiçek açmış. “Bakar mısınız" diyor, sözcüklere sığmayan bir heyecan, telaş, mutluluk. Dino görse resmini yapardı. Ama anlat deseniz, anlatılmaz!
Dost insanlar...Ve Kuzguncuk İlkokulu. Koçyiğit’in
okul hayatının başladığı 135 yıllık tarihi bir bina. Mahalledeki arkadaşlarının hepsi okula gidiyormuş. Eee, serde de ablalık var tabii. Abla dediğin de okula gitmeli. Hakim önüne çıkıp beş buçuk olan yaşını altı ay büyütmüş. Okula başlamış. Bu arada babasının öğüdünü hiç unutmamış: “Ne yaparsan yap, en iyisini yap!" Kızının yaptığı “en iyiöleri görememiş baba Sedat Bey. “Susuz Yaz"ı izledikten sonra veda etmiş hayata, ailesine ve Kuzguncuk’a.
Nakkaştepe’ye doğru ilerliyoruz. Yolda eski Türk filmlerinden konuşuyoruz:
“Hıçkırık filmi çekilirken, platonik olarak Ediz Hun’a aşık olduğumu zannediyordum. Bir ay öyle yaşamıştım. Film bittikten sonra anladım ki, böyle bir şey yokmuş, film esnasındaymış o duygular." Ve itiraf ediyor: “Gerçek hayatta benim de sesimde Nalan tonlaması yakaladığım anlar oldu."
Gezinin sonuna yaklaşıyoruz. Yanımızdan gülümseyen yüzler geçiyor. Heyecanlı, mutlu, hayat dolu bir kadın Hülya Koçyiğit. İnsanların ona olan ilgisi inanılmaz. “Eski Kuzguncuklu, Kuzguncuk’a hoşgeldin" diye karşılanıyor gittiğimiz her yerde. Sokak aralarından 40 - 50 yıl önceden kalma komşular çıkıyor. Manavıyla karşılaşıyoruz, karşı evde oturan ihtiyar amcayla, Kuzguncuk’un dost insanlarıyla.
“Ben İstanbul’u ve insanları sevmeye Kuzguncuk’ta başladım" diyerek özetliyor her şeyi. “Korunmaya ihtiyaç duyduğum zamanlarda şimdi Kuzguncuk’ta olsaydım, herkes bana sahip çıkar, beni korur, beni daha çok anlardı dediğim zamanlar oldu. İş yoğunluğu, yorgunluk ve stres üst üste geldiğinde hep Kuzguncuk’u geçiriyorum içimden, oraya gitsem deniz kenarında otursam, kahvemi içsem, deniz havası olsam, Kuzguncuk’un halkasından yesem..."
Son sözleri sevgiye ve aşka dair:
“İnsan olmanın temel duyguları: Aşk ve sevgi. Bize gelmelerini beklememek lazım. Yaşamak bir yana, arayışı bile mutlu kılar insanı."
Nâzım haklı. Tahir olmak ayıp değil, Zühre olmak, sevda yüzünden ölmek, hatta zaman zaman avaze seslerimize sızan Nalan ile yüzleşmek...
Çekip giden doktor, sessiz kalan Kenan utansın!