29.03.2016 - 13:42 | Son Güncellenme:
Suriye’den ve Doğu’dan her gün gelip sokaklarda dilenen onca Suriyeli kadına acıyarak ve üzülerek bakıyorum. Sokaklarda, hem de çok sefil şartlar altında dileniyor; çoğunun da Türkçe bildiği yok. Bir kısmının dilenmek için kullandığı el yazmaları dahi tam okunamıyor. Çocuklarıyla beraber sefil vaziyette bütün caddelerde dolanıyorlar. Kocalarına nedense pek rastlamıyoruz. Zaten büyük çoğunluğunun erkek mi, kadın mı olduğu da anlaşılamıyor ve o burka veya kara çarşaf altında gizlenenin ne olduğunu anlamak da, polis dâhil, çoğu kimsenin harcı değil! Hangisinin canlı bomba ve gerçekten kadın, hangisinin kılık değiştirerek insanları aldatan teröristler olduğu belli değil!
Bu insanlar vatanımıza gönüllü olarak değil, zoraki olarak getirilmekte ve nüfus dengesi de süratle değişmekte. Eminim ki bu işten nemalanan birileri de var çünkü işin arkasında para olmadan, kimse bir yerden öbürüne gidemez.
Dün bir kuafördeydim ve saçlarımı kesen 30 yaşlarındaki bekâr ve saçları boyalı genç adam televizyondaki haberlere bakıp “ne güzel, bütün dünyayı serbestçe dolaşacağız, sınırları açıyorlar” dedi. Sora da “Londra’dan bir ev alırım, hafta sonları oraya uçarım” diye gülümsedi. Zaten bunu yapacak ekonomik imkândan mahrumdu da, işin altında yatan hesabı göremiyordu! Yurdumuzun orta tabakası sadece kendi geçiminin ve günlük hayatını refah içinde geçirme yanılsaması içerisinde. Yarın öbür gün o insanlar İstanbul’u, İzmir’i, Ankara’yı da adeta istila edecekler. Zaten Güneydoğu ve Güney bölgeleri perişan halde…
İçimden “ne kadar saf ve genç, bunların hazin sonuçlarını göremiyor” diye geçirdim.
Bu gelişmelerin Türkiye’nin nüfusunu ve ekonomik dengesini nasıl bozduğunu, keza etnik istilanın adım adım geldiğini göremiyordu. Bizim nesilden bazıları ise hüzünle farkına varıyoruz gelişmeleri…
Diyelim ki Türkler azınlığa düştü ve denge tamamen göçmenlerin, özellikle de belli etnik grupların lehine, bizim aleyhimize değişti; buna“dur” diyebilecek bir yetke sahibi mevki, politik lider yahut parti mevcut mu?
Buna “var, gönlünüz rahat olsun” diyebilecek kadar saf mı olduk? Beyanlar, demeçler ve her kafadan çıkan sesin farklı şeyler söylediği bir ortamdayız. Buna politik psikiyatride Kaos (Karmaşa) ve Anomi (isimsizlik, kimlik kaybı) denir.
Bir kere, bu zavallıların çoğunda aşikâr bir şekilde Majör Depresyona yol açacak kadar ciddi fakirlik, Travma Sonrası Stres Bozukluğunu başlarına saracak kadar ağır stres mevcut.
Özal dönemindeki hata misliyle tekrarlanacak mı, yoksa sınırlarımızı koruyabilecek miyiz? Bunun cevabı çok belirsiz ve muğlak. İçimizi ferahlatacak hiçbir olumlu gelişme de yok.
Ben Diyarbakır’da 1991-1992 arasında, çok zor şartlar altında askerliğimi yaptım; 59 yaşımı idrak ettim. Buna karşın, şimdiki genç nesil bunu bir angarya, hattâ kaçılması ve kaçınılması doğru olacak, fuzuli bir şeymiş gibi görür oldu. Parayı ödeyip, vatani vazifelerinden kaçıyorlar. Her şehitle beraber analar ağlıyor ve çoğunda belirgin olarak psikiyatrik sorun var: Ruhsal Çözülme Hastalıkları (Dissosiyatif Bozukluklar), intiharlar, sefaletten dolayı dengesi bozulanlar artıyor. Köprüden atlayanlara “hadi çabuk ol” der hale gelindi.
Kadınlarda bu tür travmalardan sonra Majör Depresyon, Manik Depresif Hastalık, Kaygı Bozuklukları gibi hastalılar erkeklerden çok daha kolay yerleşir; bir kısmı da intihar eder. Tedavi edecek merci nerede? Çoğunun cebinde bir ruh sağlığı merkezine gidecek para bile yok.
Kadınlar kültürü taşıyan, analık yapan ve istikbalimizin teminatı olan insanlar. Dilerim Ulu Önder’in vasiyetini koruyacak kadar dirayetli ve kararlı insanlar bu gidişe bir şekilde el koyarlar ve milli bütünlüğümüz sarsılmaz.
Psikiyatrist Prof. Dr. M. Kerem Doksat