Derleyen: Betül Yasemin Keskin / Milliyet.com.tr - İnsan vücudunda meydana gelen ağrı, tıp tarihinin en eski şikayetlerinden biridir ve binlerce yıldır tedaviler tek tip bir yaklaşımla uygulanır. Yakın bir zamana kadar ağrı kesicilerin kadınlar üzerinde pek etkili olmadığı yaklaşımı görmezden geliniyordu ancak bilimsel araştırmalar bu ikilime son noktayı koydu. Araştırmalar, kadınların vücudunda meydana gelen ağrıyı erkeklerden daha şiddetli hissettiğini ortaya çıkardı. İlaç şirketleri tarafından üretilen ilaçların klinik çalışmalarında erkeklerin denek olarak kullanılması, üretilen ağrı kesicilerin yalnızca erkek bünyesinde anında etki etmesine kadınların her zaman daha fazla ağrı kesici almasına neden oldu. Üstelik kadınlar bu durumu yalnızca ağrı kesicilerde yaşamıyor! Hatta bu dengesizlik ilaç sektörünün de ötesine, emniyet kemerlerine ve hastalıkların teşhisine kadar uzanıyor. Peki, ilaç sektöründen otomobil parçası üretimine kadar kadınlar nasıl göz ardı edildi?
KADINLAR KLİNİK ARAŞTIRMALARA DAHİL EDİLMİYORDU
1993 yılından önce araştırmacılar klinik ilaç araştırmalarına kadınları dahil etmiyordu, dahası buna gerek görülmüyordu. Kadınların araştırma dışı kalmasına sebep olarak ise adet döngülerinin test sonuçlarını çarpıtma ve olası bir gebeliğe zarar verme korkusundan ileri geliyordu. Bunun yerine, araştırmacılar bir ilacın erkeklerde güvenli ve etkili olması durumunda kadınlarda da güvenli ve etkili olacağını varsaydılar. Ancak bu gerçek ve etkili bir sonuç almaktan çok uzaktı. Kadınların biyolojisi ve bunun acıyla nasıl ilişkili olduğu hakkında fikir sahibi olmamak üretilen ilaçların da etkisini azalttı.
Kadınlar tarihsel olarak klinik araştırmaların dışında bırakılması, mevcut ilaçların birçoğunun kadınlar için bilinmeyen yan etki ve güvenlik risklerini ortaya çıkardı. 2020 yılında yapılan bir araştırmada, morfin ve prednizon etken maddesi de dahil olmak üzere vücudun 86 farklı ilacı nasıl parçaladığı konusunda büyük cinsiyet farklılıkları bulundu. Kadınlar bunların neredeyse hepsini erkeklerden daha yavaş metabolize etti, bu da kanlarında daha yüksek ilaç konsantrasyonlarına ve mide bulantısı, baş ağrısı, nöbetler ve halüsinasyonlar gibi daha fazla olumsuz yan etkiye yol açtı. Çünkü kadınların bağışıklık sistemleri cinsiyet hormonları nedeniyle erkeklere kıyasla daha aktif. Bu da kadınların daha fazla inflamatuar reaksiyonu (bağışıklık sisteminin hücresel hasara karşı tepkisi) olduğunu ve ağrı kesicileri neden daha sık kullandıklarını ve erkeklerden daha fazla doza ihtiyaç duyduklarını açıklıyor.
DİNMEYEN AĞRI KRONİK HASTALIKLAR YARATTI
Öte yandan kendisine erkekler üzerinde denenmiş ve üretilmiş bir ağrı kesici reçete edilen kadın, ilaçtan almak istediği verimi alamayınca ağrı kesici kullanmayı bırakması beraberinde hastalıkların tedavi edilememesi gibi sorunlara neden oluyor. İhtiyaç duydukları ağrı kesiciyi alamayan kadınlar hayat boyu sürecek olumsuz sonuçlarla karşılaşabilir. Birincisi, yaralanmalarının veya durumlarının kötüleşme olasılığı daha yüksektir, bu da iyileşme sürelerini uzatır ve prosedürlerden kaynaklanan komplikasyon geliştirme olasılıklarını artırabilir. Bu nedenle klinik deneylerin dışında tutulan kadınların ilaçların yan etkilerinden daha görünür etkileniyor. Bu sebeple uzmanlar kadınların güvenli ve etkili ağrı kesici seçeneklere sahip olabilmesi için klinik deneylerde şeffaflığın artırılması fikrini ortaya koydu. Uzmanlar artık kadınların ağrısını ölçebilecek ve yeni tedavilerin geliştirilmesini hızlandırabilecek biyobelirteçler üzerinde çalışmalar yapıyor.
Yalnızca ilaçlar değil, aynı şekilde bazı hastalıkların da yalnızca 'erkeklere ait' görülüyor olması kadınların ihtiyaçları olan tedaviyi almalarında büyük bir engel. Toplumsal roller bizlere kadınların daha narin ve kırılgan, sakin ve yavaş hareket etmesi gerektiğini (!) dayatıyor. Bu baştan yanlış örülmüş toplumsal roller, Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) gibi bozuklukların yalnızca erkeklere özgü bir bozukluk olduğu fikrini dayattı. Dikkat eksikliği/hiperaktivite bozukluğu olan kadınlar ve kızlar tarihsel olarak yetersiz ve yanlış teşhis aldığından DEHB bir erkek hastalığı olarak değerlendirildi.
DEHB, bireyin hareket kabiliyetini yöneten planlama, çalışma belleği ve duygu düzenlemesi gibi zihinsel süreçler olan yönetici işlevlerde meydana gelen nörolojik bir bozukluktur.
DEHB, ERKEKLERE ÖZGÜ BİR HASTALIKTI AMA...
Son yıllarda bu tutum değişmeye başlasa da, DEHB ile ilgili araştırmaların büyük çoğunluğunun erkek çocukları ve yetişkinler üzerinde yapılmış olması DEHB'nin erkeklere özgü bir bozukluk olarak yorumlanmasına neden oldu. DEHB belirtileri gösteren kadınların belirtilerinin duygusal veya öğrenme güçlükleriyle karıştırılma olasılığı daha yüksekti. Aslında bu karmaşıklığa sebep olan şeyin ardında cinsiyet ayrımcılığı yatıyordu. Kadınlardaki DEHB'nin erkek çocuklarına kıyasla farklı semptomlar göstermeleri, beraberinde bir dizi yanlış anlaşılmayı ve onların uygun tedaviye erişememelerine yol açtı. DEHB'li kadınların anksiyete, depresyon ve yeme bozukluklarından muzdarip olma olasılığı daha yüksek.
Ancak son yıllarda kadınların DEHB teşhis oranlarında bir patlama yaşandı. Bu farkındalık sosyal medyada DEHB'in kadınlar tarafından daha konuşulur olmasıyla özellikle Kovid-19 pandemisinde artış gösterdi. Arama motorlarında DEHB, 2020 ila 2022 arasında 2004'ten bu yana daha sık tıklandı. Sosyal medyanın yetişkin kadınlarda DEHB konusunda farkındalık yaratmasının beraberinde gelen araştırmalar DEHB'nin erkeklere özgü bir bozukluk olarak görüldüğü tabusunu yıktı.
EŞİTSİZLİK HER YERDE, TRAFİKTE DE!
Klinik tedavilerde kadınların daha arka planda bırakılması tıbbi alanda eşitsizlik yarattı. Ancak iki cinsiyet arasındaki bu bariz eşitsizlik hayatımızın her alanında etkisini gösteriyor. Bunu kanıtlayacak en belirgin örneklerden sonuncusu ise otomobillerdeki emniyet kemerlerinin ve sürücü koltuğu üretim çalışmalarında yapılıyor. Araba kazalarında hayat kurtarıcı olması planlanan emniyet kemerlerinin sadece erkek bedenine göre tasarlanmış modeller üzerinde denenmiş olması bu eşitsizliğin en büyük kanıtı.
Trafikte kadın sürücülerin sayısı her geçen gün daha da artıyor ve tüm sürücüler sahip oldukları otomobilin içinde güvende olduğuna inanıyor. Olası bir kaza anında yüksek hızlı çarpışmanın insan vücudundaki etkilerinin araştırıldığı testlerde ise 'crush dummy' adı verilen mankenler standart erkek vücudu özellikleri taşıyor, kadınlar ve çocuklar genellikle yan ve arka koltukta teste tabi tutuluyor.
Araştırmalar, bir erkek mankene göre tasarlanan güvenlik sistemlerinin kaza anında başta kadınlar olmak üzere farklı kilo ve boydaki insanları korumakta yeterli olmadığını gösterdi. Koltuğa tam anlamıyla yerleşmeyen, emniyet kemerini ve direksiyonu vücuduna uygun şekilde ayarlayamayan sürücülerin ise kazalarda boyun ve göğüs bölgelerinden ölümcül darbeler aldığı araştırmalarla sabit. Kadın vücudunun göz ardı edilerek yapılan çalışmalar ve tasarlanan tüm ürünler, kadının hayatı için büyük bir risk taşımaya devam ediyor. Araçta emniyet kemeri, sürücü koltuğu ve direksiyon pozisyonunun sürücüye göre ayarlanmamasının kazalarda ölümcül sonuçlara neden olduğunu uzmanlar tarafından vurgulanıyor. Uzun yıllar sonra tüm bu eksiklikleri göz önüne alan İsveçli mühendislerden oluşan bir ekip ise ortalama bir kadının vücudunda tasarlanan ilk mankeni veya koltuk değerlendirme aracını geçtiğimiz yıl geliştirdi. Ekibin yeni mankenleri 162 cm boyunda ve 62 kg ağırlığında. Geçmişte yaşanan acıları dindirmese de gelecekte yaşanacak olası kazaları önlemek için atılan bu adımın tüm alanlara yayılması dileğiyle...
Esra Erol'un kardeşi Eda Erol, Alişan ile nişan atmış bu olay bir dönem magazin gündemine damga vurmuştu. Yeni aşka yelken açan Eda Erol, evlenmeye hazırlanıyor.