Amerika'da yaşayan arkadaşlarımın nerdeyse yarısından çoğu evden çalışıyorlar. Üstelik büyük kurumsal şirketlerde. Biraz araştırdım ben de. Özellikle California'da şirketler, yüksek emlak fiyatları yüzünden binlerce dolara ofis kiralamaktansa çalışanlarına bilgisayar-cep telefonu vererek evden çalışma sistemine daha fazla yönelmeye başlamış.
Evden çalışma sistemini en çok destekleyenler elbette kadınlar. Hem çocukları gözlerinin önünde oluyor hem de çalışmaya devam ediyorlar. Bazı şirketler, çocuğu olan çalışanının evinde bir yardımcı olması koşulunu getiriyormuş. Olsun, hiç değilse çocuğunun yan odada olduğunun bilmenin huzuru ile çalışacak. Benim gibi çocuğunu bakıcıya bırakamayan ve dolayısıyla çalışamayan annenin başına gelebilecek en iyi şey evden çalışabileceği bir işe sahip olması.
Ofis ortamının ayrıca bir sosyal ortam olduğunu, insanın evin dışında da bir hayat geçirmesinin iyi olduğunu, hatta akıl sağlığı için buna gerek olduğunu biliyorum. Ben hala eski ofisimi sayıklıyorum. Tam bir takım ruhuyla çalışırdık. Eğlenirdik, iyi işler yapardık. Özlüyorum o günleri ama bugün, evde oğlumu bırakıp gitsem aynı ofise, eski keyfi alamam. Aklım evde kalır. 'Alışırsın, biz de öyleyiz' diyenleriniz olacaktır. Evet, ama ben, işte o cesareti gösteremedim. Yapamadım. Yapamadım ve son iki senedir eve kapanmış olmanın verdiği boğulma hissini zaman zaman yaşıyorum.
Slingo var ya!
Var ama Slingo'yu içinde barındıran bir şirket de var ve o şirkette de beni bekleyen bir masa. O masa hep boş. Gidemedim, oturamadım. Dizüstü bilgisayarım en iyi arkadaşım oldu ama işler büyüdükçe, telefon trafiği arttıkça, bloglardan beklentiler, yazmam gerekenler çoğaldıkça fark ettim ki bana ait bir yere ve zamana ihtiyacım var. Salonda, mutfakta, Koray'ın odasında bir yandan maillere cevap yazarken bir yandan da lego yapmaya çalışmak git gide daha zorlaştı. Konsantre olmam gerekiyor. Hem oğluma hem de işe. Aynı anda değil ama. En sonunda kendime de itiraf etmek zorunda kaldım. Koray'dan ayrı bir dünya gerekiyordu bana. Bunları ilk kez dile getirdiğimde suçluluk hissettim. Sanki oğluma ihanet ediyormuşum gibi gelmişti. Ama yapmam gerekiyordu. Nasıl olacaktı? Tesadüf bir arkadaşım imdadıma koştu ve zorla evimize bir 'abla' gönderdi.
Bu ilk adım oldu. 'Ablamız' 2 haftadır bizimle. Şimdilik iyi gidiyor. Koray da onun varlığına alışmaya başladı. Artık biliyor ki annenin bilgisayarda işi olduğunda 'abla' onunla oynayacak, onu parka götürecek.
İkinci olarak da evde bir ofis düzenledim. Gittim IKEA'dan uygun bir masa-koltuk aldım. Üstelik montajını da kendim yaptım akşamı, kocamı beklemeyecektim. Koray'ın bıcır bıcır sesini duyarak ama olur olmadık zamanlarda 'anneee' diye bölünmeden çalışabileceğim bir alan yarattım kendime. Artık mutluyum. Şikayetim yok. Koray'ın da pek şikayeti yok. Arada gelip kontrol ediyor beni, sonra odasına geri dönüyor.
Ofis ortamının keyfi başka yine ekliyorum. Evden dışarıda olmak insana iyi geliyor elbette ama ben sabah 9-akşam 6 oğlumdan ayrı kalmak istemiyorum. Ayrı kalmak zorunda olan annelere de 'kolaylıklar diliyorum'. Zor bir şey yapıyorlar, çocuklarını, can'larını emanet edip çalışıyorlar.
Bir 'anne' olarak ev-ofis sistemini tercih ediyorum. Benim için en mükemmeli bu. Toplantılar için dışarıda olmak bana yetiyor. Zaten bilgisayarla çalışan bir insanın mümkün olduğunca yalnız kalmaya ihtiyacı vardır. Şimdi ofiste olsam, konuşmaktan bu kadar çok yazamazdım ben. Yazdığımdan 10 kat hızlı ve çok konuştuğum düşünülürse...