2.5 yaşına geldi oğlum.
İnanamıyorum.
Hamile kaldığımı öğrendiğim gün dün gibi aklımda oysa.
Düşükle sonlanan ilk hamilelikten sonra bu sefer, müthiş bir heyecan ve korku sarmıştı beni. Düşünmemeye çalışıyordum ilk haftalar. Bir şey olursa, çok üzülmek istemiyordum çünkü. Bağlanmayacaktım kollarıma almadan. Ama kendime ve ona iyi bakacaktım. Oğlum, içimde filizlenen, bir kelebeğin kanat çırpmasını andıran ilk tekmesiyle hayata yeniden, daha sağlam tutunmamı sağlayan oğlum, hiç üzmedi beni hamilelik boyunca. Sanki ben ona değil de, o bana baktı. O beni iyileştirdi 9 ay boyunca. Kucağıma aldığımda, artık bu hayattaki her olayın bir anlamı olduğuna karar verdim. Kadercilik diyebilirsiniz ki ben hiç bir zaman kadere inanmadım, elim kolum bağlı duramadım zorluklar karşısında ama NEDENLERE inanıyorum.
Koray’ın bu zamanda gelişinin bir anlamı olmalıydı. Meğer bana öğretecekleri varmış.
İlk günler zor geçti elbette. Ama eminim, onun için kat be kat travmatikti yeni dünya. Bir kere aydınlıktı, uyuyamıyordu. Onun da çözümünü bulduk, gözlerini örttük.Uyudu ama belli etmişti kendini. Uykuyla ilgili sıkıntılarımız olacaktı. ‘Kolik olmasın da’ dedim kendi kendime. Belki ben kundak yaptığım, devamlı sling içinde gün boyu gezdiği için mi bilmiyorum ama kolik bebek olmadı. Dediğim gibi de uykuyu sevmedi. Gündüz uykuları henüz bir aylık bile yoktu toplamda 3 saati geçmiyordu. Gece de iki saatte bir uyanıyordu. Böylece ben, uykunun ne olduğunu öğrendim. Uykusuzluk bana uykuyu öğretti. Deliksiz uykunun değerini anladım. Uykusuz kalmanın insanın tüm sinir sistemini etkilediğini, enerjisini, moralini çekip aldığını öğrendim. Küçükken uyumamak için ağlardım, şimdi ise deliksiz 5 saatlik uyku için ağlıyordum.
Lohusalık’ın ne demek olduğunu gerçekten bilmiyordum. Öğrenemedim de. Yatağından 40 gün çıkmayan yeni anneler varmış. Sadece bebeği emzirmeye yarıyorlarmış, sonra geçiyormuş. Nasıl oluyor bilmiyorum. Belki de doğrusu o ama ben ne Koray’ı, ne de kendimi eve kapamadım. Doğduğu günden bugüne kadar hep gezdik, hep dışardayız. Anladım ki depresyonu, insan kendi yaratıyor. Hormonlara karşı gelmek elimizde. Bebeğini ilk günden kabullenemeyen, anne olmayı içine sindiremeyen ya da bunu büyük bir olay haline getirenler depresyona giriyorlar. Tabi bu arada ilk günler ne yapacağını bilemeyen, korkan, bebeğini kimseye elletmeyenlerden bahsetmiyorum. Onlarınki doğal süreç: adaptasyon.
Annemin değerini anladım. Ben size bir şey söyleyeyim mi? Çocuğum olmasa anlamazdım. Çünkü hala kendi kızı biraz dinlensin diye torununun gece uyanmalarına, sabah erken kalkışlarına o cevap veriyor. Emzirdiğim dönemde de gece zorla süt sağdırırdı ki bari 4 saat deliksiz uyuyayım diye. Ben bazen Anadolu yakasına geçmeye üşenirken o, aynı şehirde olmamamıza rağmen bir telefonumla kalkıp gelir yardıma. Yardım demişken, eskiden millet neden sülale boyu yaşıyormuş onu da anlamış bulundum: İŞ BÖLÜMÜ. Yemek, temizlik, çocuk, çamaşır, misafir ağırlama… kim yapacak bunların hepsini?Eskiden biri yemek yaparken, diğerleri çocuklarla ilgilenirmiş. Çoluk çocuk, kuzenler kardeş gibi büyüyorlarmış en güzeli.Öğrendim ki eskiden hayatla başa çıkmak için bir arada yaşıyormuş akrabalar. Şimdi ise herkes kendi evi, kendi düzeni olsun istiyor -ben de öyle. Fakat bu sefer de bütçe meselesi var. Bir yardımcısı olmayan anne, hem çocuğuyla ilgilenmek zorunda hem de eviyle. Eh bu durumda 5 çeşit değil 2 çeşit yemek çıkıyor, çocuklar anne ile tüm gün beraber ama ne kadar kaliteli bir birliktelik sormak lazım. Yorgun, bitkin anne akşam üstü 4′te hala çocuğuyla neşe içinde ıncık cıncık hamurla oynuyor, arabalarını dizmesine yardım ediyorsa, tebrik ederim ben onu. Ben karar verdim. İstiyorum ki tüm sülale aynı semtte, mümkünse aynı sitede falan olalım. Evler ayrı olsun ama yürüme mesafesinde yaşayalım. Hadi vazgeçtim tüm aileden. Annem gelsin yeter!
Anne olmak bazı yeteneklere sahip olmayı gerektiriyormuş, öğrendim. Bir çocuğun tabağındaki yemekleri bitirmesini sağlamak, onu banyoya sokmak veya banyodan dışarı çıkarmak, sizden kaçmaya çalışan yaramaz oğlunuzun altını değiştirmek veya üzerindekileri çıkarmak başlı başına bir iş. İkna etmek büyük maharet gerektiriyor mesela. Ne zormuş meğer. İsterseniz 3 üniversite bitirin, ne yazar! Benim en zorlandığım yemek yedirmek. Sıkıntı basıyor resmen. ‘Hadi hadi’ diye dürtüklemek geliyor içimden.
Koray, bana hayatta sağlıktan başka hiç bir şeyin önemli olmadığını da öğretti. Basit bir grip yüzünden ateşi çıktığında anladım ne kadar derin bir üzüntü olduğunu sağlık sıkıntısının. Sonra her dakika başında tekrar ettim: ‘Sağlıklı olsun, şanslı olsun’. Defalarca hem de. Gerisi önemli değildi. Bir şekilde günü kurtaracaktık nasıl olsa.
Yolda sokakta çocuğuna çemkiren annelerin haklı olabileceğini öğrendim. Çünkü bazen öyle laftan anlamaz oluyorlar ki insanın duvara çivileyesi geliyor çocuğunu. Aslında toplum içinde yapılmaması gereken bir davranış. Ben sadece bir kere yaptım. Üstelik bağırmadan önce de sağıma soluma baktım. Kimse yoktu, söylendim durdum. ‘Çocuk büyüdükçe işler daha da zorlaşıyor’ dedi annemin arkadaşı geçenlerde. Liseye giden kızı ukala ukala konuştuğunda ‘saçlarını şöyle bir dolayıp ağzına tıkasım geliyor’ diye de ekledi. Peki ne yapıyorsun? diye sordum. ‘Arkamı dönüp uzaklaşıyorum oradan. Bu daha etkili oluyor!’
Disiplinin, öyle çatık kaş, yüksek ve otoriter sesle olamayacağını öğrendim. Tüm bunlarla ancak zorba anne olurum ben. Çocuğa kuralları öğretmek için önce onun anlayacağı seviyeden başlamalı. Yanlış bir şey yaptığında bağırmak onun korkmasından başka işe yaramıyor. Bile bile yaptı diyelim. Tek seferde, kısa bir açıklama yapmalı. Anlamadı ya da bir anlam ifade etmedi mi? Öyleyse aynı olayın meydana gelmesini önlemek düşüyor bize. Falakaya yatırınca(!) çocuk şiddet ve asabiyetle her sorunu çözeceğini öğrenir. Bizimki büyük ihtimal bır bır bır konuşarak çözmeye çalışacak problemlerini. Annesi hiç durmadan konuşuyor ve devamlı bir şeyler anlatmaya çalışıyor çünkü.
Sabretmeyi öğrendim. Tamam hala tam olarak geçemedim o dersten ama ilerleme var. Her şey olacağına varır, diyorum bazen. Bunlar da geçecek. Geçiyormuş. Sabretmek gerekiyor sadece. Olayları çok büyütmeden, panik olmadan beklemek lazımmış. Bu çocuk büyüyecek eninde sonunda. Ben delirsem de, yorgunluktan çatlayacak gibi de olsam, bağırsam da, ağlasam da büyüyecek. İleri tuşu yok malesef, bas da 4 yaşına gelsin. Hem zaten gelmesin hemen. Öğreneceklerim bitmedi benim hala.
İyi ki anne olmuşum, yoksa bunları nereden bilecektim?!?