Küçük yaşımızdan itibaren "Doğru insan nasıl bulunur" düşüncesiyle yetişiyoruz.
Filmlerde, hikayelerde, destanlarda, şarkılarda, orada burada yani her yerde en önemli şeyin doğru insanı bulmak olduğu öğretisiyle karşılaşıyoruz.
Hayatta pek çok başarıya imza atmış kişilerin "Ama bak evlenemedi, çoluğa çocuğa karışamadı" söylemleriyle karşılaştığını sık sık görüyoruz. Hiçbir başarı 'evlenmek' kadar önemsenmiyor veya tatmin etmiyor.
Doğru insan arayışında olmanın yanlış olduğunu söylemiyorum lakin hayattaki yegane başarı kriterinin doğru insanı bulmak, evlenmek olmadığını da belirtmek istiyorum. Aşık olmak, birine karışmak, birini çok sevmek müthiş duygular. Lakin o kişiyi ararken kendini kaybetmemek gerek.
Hepimizin lisede veya üniversitede takıntılı bir şekilde sevdiği, sürekli birlikte olmak istediği, hayaller kurduğu ve ömrünün sonuna kadar seveceğini sandığı bir ilk aşkı mutlaka vardır. Şu an kaçımız o kişiyle birlikteyiz? Daha doğrusu şu an kaçımız o kişiyi düşündüğümüzde kendimize şaşırmıyoruz?
Değişiyoruz.
Seçimlerimiz değişiyor.
Gelişiyoruz.
Büyüyoruz.
Ne istediğimizi fark ediyoruz.
Neye ihtiyacımız olduğunu görüyoruz.
Ne istemediğimizi görüyoruz.
Dün yaptığımız seçimden pişmanlık duyuyoruz.
Yarını değiştirmek için bugün "Hayır" demeyi öğreniyoruz.
Fikrimizi değiştiriyoruz.
...
Bir ilişki içerisindeyken bu ilişkiyi bitirmek bizi ne kadar korkutabiliyorsa, bitirme cesaretini gösterdikten sonra hayatın hiç de altüst olmamış hali bir o kadar rahatlatıyor bizi. Birine ulaşmak için ve "O"nu bulmak için harcadığımız zaman, "O"nu bulup bulmadığımız gerçeğinin önüne geçiyor.
Kişiler kaybedip kendini kazanıyor insan.
Doğru insan arayışı yanıldığımızı görünce hayal kırıklığına uğratsa da doğru insanı ararken kendimizi bulduğumuz düşüncesindeyim.
"O"nu bulmak bir amaç değil "kendini" bulmak için bir araç yalnızca...
Gizem Aydoğan