30.01.2021 - 11:24 | Son Güncellenme:
Osmanlı döneminde artan salgın hastalıklarla mücadele için aşı çalışmaları ve uygulamalarının üzerinde önemle duruluyordu. Bu kapsamda yabancı ülkelerdeki aşı çalışmaları takip edilerek bu çalışmalar için telkıhhaneler (aşı evleri) ve bakteriyolojihaneler kuruldu.
Ayrıca herhangi bir vilayet, kaza ve yerleşim yerinde salgın hastalık ortaya çıkması durumunda buralara ihtiyaç duyulan doktor, sağlık personeli, malzeme ve aşı acilen gönderildi, aşı uygulamalarının yaygın şekilde tatbiki için nizamnameler çıkarılıp burada yer alan hükümlerin uygulamasının da takibi yapıldı.
İlk aşı çalışmaları ise çiçek hastalığıyla mücadele kapsamında ortaya çıktı. Hastalığın önlenmesine yönelik 1885'te Aşı Nizamnamesi yayımlandı. Bu nizamname 1894 ve 1915 yıllarında yapılan ilavelerle genişletildi.
Nizamnameyle, hususi ve umumi okullardaki hastalık belirtisi bulunmayan kız-erkek bütün öğrencilerin çiçek aşışı yaptırması zorunlu tutuldu.
Bu kapsamda okulların hangisine olursa olsun girmek isteyen çocukların, aşılı olması ve yaptırdığı aşının da tutmuş olduğuna dair belgesinin (Şehadetname) bulunması şart koşuldu.
Bu belgelerin Daire-i Tıbbıye-i Mülkiye tarafından düzenlendiği aktarılan nizamnamede şu hükümlere yer verildi:
"Aşı sadece hükümet tarafından görevlendirilmiş aşıcılar veya idare-i tıbbıye tarafından onaylanmış tabip, cerrah ve icazetnameli aşıcılar tarafından yapılabilir.
Aşıyı yapan yetkili, aşı yapılan çocuk ismi yazılarak yukarıda bahsedilen aşı belgesini mühür veya imza altına alır. Belgesi olmayan çocuklara kayıt yapan okul idarecileri hakkında ceza kanununa göre işlem yapılır."
Nizamnamede ayrıca, "Devlet memuriyetine ilk defa başlayacak bütün devlet memurları da aşı olmak zorundadır. Yenidoğan çocuklara 6 ay içinde aşı yapılması mecburidir. Aşı işlemi her beş yılda bir tekrar edilecektir" denilerek çiçek hastalığıyla mücadele kapsamında devlet organlarında alınan önlemlere yer verildi.
Aşıların, Kovid-19 aşısında olduğu gibi Osmanlı döneminde de ücretsiz yapıldığı bilgisi ise "Aşılar Mekteb-i Tıbbıye içindeki muayenehanede ve İstanbul'da nöbet yerlerinde bulunan tabip, cerrah ve aşıcılar tarafından, diğer vilayetlerde ise görevlendirilmiş aşıcılar tarafından ve ücretsiz yapılır" ifadeleriyle nizamnamede yer aldı.
Ayrıca 1915 nizamnamesi ile 19 yaşının sonuna kadar bütün kişilere en az üç defa aşılanması zorunluluğu getirildi.
Nizamnamede, "Bütün ahaliyi ücretsiz olarak aşılamak amacıyla şehir ve kasabalarda belediyeler tarafından aşılama merkezleri kurulacak, ayrıca belirli zamanlarda bunlara ilaveten gerektiği zamanlarda köylere mahalli hükümet tarafından aşı memurları gönderilecektir. Bu nizamnameler uygulama safhasında da titizlikle takip edilmiş ve aksaklık çıkan yönleri tadil edilmiştir" ifadeleri kullanıldı.
Öte yandan arşiv kayıtlarında, Pasteur'ün kuduz aşısına yönelik çalışmalarını sürdürebilmek adına dönemin devlet başkanlarına maddi katkı için gönderdiği yazıya ilişkin Paris'te açılan cemiyete Zoeros Paşa ile 10 bin frank yardım gönderilmesi ve Sultan 2. Abdülhamid tarafından Pasteur'e Mecidi Nişanı verilmesine ilişkin belgeler de bulunuyor.
Pasteur'ün bulduğu kuduz aşısını öğrenmek için Paris'e giden Seririyat Muallimi Mirliva Zoeros Paşa ile beraberindeki (Kaymakam Doktor Hüseyin Remzi ve Hüsnü Bey) arkadaşlarının tecrübelerinden herkesin istifade etmesi amacıyla Mekteb-i Tıbbıye'nin uygun bir yerinde, içinde gazhane ve çeşmesi bulunan bir laboratuvar inşa edilmesi de yine Osmanlıdaki aşı geliştirme çalışmalarına verilen önemi ortaya koyuyor.
Tarihi belgelerde ayrıca Alman Doktor Koch'un verem hastalığını tedavi etmek üzere bulduğu ilacın, Dersaadet'te inşa edilen hastanede incelendikten sonra kullanımına izin verileceği, bu nedenle öncesinde hiçbir yerde kullanılmaması gerektiğine ilişkin bilgiler bulunuyor.
Belgelerde, salgın hastalıkların sadece insanlarda değil hayvanlarda da etkili olması nedeniyle hayvanlara yönelik aşı uygulamalarının da yaygın olarak kullanıldığı bilgisine yer verildi.
Buna göre Bakteriyolojihane Müdürü Mösyö Nikol tarafından birkaç sene içerisinde hayvanların yüzde 90'ının telef olmasına sebep olan sığır vebası konusunda hayvanların kanı üzerinde yaptığı inceleme sonucu hastalık nedeni mikrobun bulunması, böylece hastalığın yayılmasını önleyici aşının uygulamaya konulması ve bunun gazetelerde ilan edilmesi bilgileri de belgelerde görülüyor.
Belgelerde ayrıca, büyükbaş hayvanlardaki çiçek hastalığına ilişkin aşıevi kurulması ve masraflarının Umur-ı Tıbbıye-i Mülkiye Nezareti bütçesine ilave edilerek ödenmesi hakkında padişah iradesi yer alıyor.
Belgelerde, Osmanlı döneminde aşılama sürecinin doğru ilerlemesi için bazı illere aşı kalemi gönderildiği ve bazı mahallelerde salgın hastalıklara karşı aşılamanın zorunlu tutulduğu da aktarılıyor.
Öte yandan difteri, kabakulak, kızamık, kuşpalazı gibi salgın hastalıklar sebebiyle de okulların tatil edilip dezenfekte edildiğine dair birçok belge de arşivlerde yer alıyor.
Osmanlı döneminde de "Sürekli koruyucu hekimlik kapsamında ne yapılmalı?" sorusuna yanıt arandığını belirten Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanı Prof.Dr. Uğur Ünal, şunları kaydetti:
"Aşı temini ve üretimi için hem içeride çalışmalar yapılmış hem de yabancı ülkelerdeki çalışmalar takip edilmiştir. Bunun için gerektiğinde yabancı doktor ve uzmanlardan yardım alınarak telkıhhaneler kurulmuştur.
Salgının niteliğine göre salgına sebep olarak görülen bazı gıda ürünlerinin satışı geçici olarak yasaklanmıştır.
Salgının yayılmasını önlemek amacıyla okullar tatil edilmiştir. Bu tür salgınların herhangi bir yerde ortaya çıkması durumunda da o bölge veya yerleşim yeri kordon altına alınmak suretiyle salgının o bölgeden dışarıya yayılması engellenmiş ve gerekli sağlık personeli ile tıbbi malzeme sevkiyatı yapılmıştır.
Salgının başka bir ülkede ortaya çıkması halinde de oradan gelen yolcu ve emtiaya karantina ve dezenfeksiyon işlemleri uygulanmıştır. Bunun için karantinahaneler kurulmuştur."