Bilim dünyası filmleri aratmayan ilerlemeler kaydediyor. Bu süreçte de yapılan çalışmaların hukuki sınırlamaları ile ilgili kuralların belirlenmesi gerekiyor.
Bilimsel çalışmaları özellikle Amerika ve Japonya’da yakından takip eden, New York Barosuna da kayıtlı Star Trek hukukçusu Burçak Ünsal ile bilimsel çalışmaların hukuki sınırlarını konuştuk.
Hukukun ilgilendiği bile düşünülmeyen dallarda çalışmalarınız nasıl başladı?
Aile ortamı sebebiyle tıp ve biyoloji her zaman iç içe olduğum, büyük merak duyduğum alanlardı. Hukukçu olmaya çok küçük yaşlarda karar vermiş olsam da fen bilimlerine, tıbba ve biyolojiye merakımı hep besledim. Bilimsel ve teknolojik çalışmalara yakın olabilmek için Avrupa ve Türk Patent Enstitüleri nezdinde patent vekili oldum. Ege Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsünde ikinci yüksek lisansımı yaptım. Başta ABD ve Japonya olmak üzere yaşam bilimleri ve bilişim hukuku çalışmaları yaptım. Avukatlığın yanı sıra Boğaziçi Üniversitesi Yönetim ve Bilgi Sistemleri Bölümünde siber hukuk dersleri veriyorum, yine aynı üniversitede Bilgi Sistemleri Araştırma Merkezi üyesi olarak ve İTÜ ARI Teknokent Çekirdek’te teknoloji girişmilerine hukuki mentörlük yaparak katkı sağlamaya gayret ediyorum.
Tıp, uzay bilimleri, robotik ve yapay zeka teknolojileri ciddi etkileşim içinde. Peki hukuk bu etkileşimin ve dünya üzerinde varsa uygulamanın neresinde?
Çok doğru bir tespit. Bilim kurgu filmlerinde gördüğümüz, ışınlanma hariç her şey, günümüzün gerçeği haline geldi bile. Örneğin DNA molekülünün gizemlerinin çözülmesiyle 1997 yılında ABD’de biyolojik olarak iki değil üç ebeveynli ilk çocuk dünyaya geldi. Sitoplazmik (Cytoplasmic) transfer denen ve asıl annede bulunan genetik mitokondriyal bir hastalığın in vitro tedavi yöntemiyle sağlıklı bir kadının yumurtasının sitoplazmasının anneye enjekte edilerek annenin yumurtasının döllenmesinin sağlandığı bu teknik, 2001 yılında ABD’de yapılan bazı düzenlemelerle ahlaki, hukuki ve bazı riskler sebebiyle yasaklandı. Oysa Birleşik Krallık bu üreme tedavisine hep devam etti ve 2015 senesinde yasal temeline de kavuşturdu.
Burada teknolojinin insanların ahlaken kabul etmekte zorlanabileceği, bu teknolojinin yeni doğan bebeklerin bilinen birçok hastalığa bağışık veya süper insan olmasını sağlamak yönünde kullanılabileceği, insanın insanın yaratılışına müdahil olacağı savlarıyla engellenmesinin klasik bir örneğini görüyoruz. Diğer taraftan da bu gibi durumlarda, ebeveyn ve çocuk hakları, miras, kişilik hakları gibi hukuki problemlerin de ortaya çıktığını görüyoruz.
Organların ve uzuvların laboratuar ortamında üretilip bu üretimin endüstriyel ölçeklere gelebilmesi, organ ve uzunların, mesela gözlerin veya karaciğerin üstün performans ile çalışabilmesini sağlayacak biyoteknolojik müdahaleler, makineleşmeye başlayan insanlar yani, sensör ve chiplerle donatılmış cihazlarla ve insanlarla (nesnelerin interneti) otomatik ve sürekli etkileşim içinde olabilecek insan vücuduna enjekte edilebilen ve içinde sağlık verimizin, finansal verimizin, tanımlama verimizin bulunabileceği chipler ya da insanlaşmaya başlayan makineler (cyborg&yapay zeka) gibi konular bugün bilim dünyasının olduğu kadar hukuk dünyasının da meselesi.
Bu araştırmaların yapılması, fonlanması, teyidlerinin yapılması, sonuçlarının kullanımı, bu teknolojilerin ulaşılabilir hale gelmesi süreçleri ve nihayet bunların istismarı, ürün sorumlulukları gibi konular hukuk fakültelerinde, parlamentoların komisyonlarında ve hatta yasalaşacak şekilde düzenleyici kurumların ve parlamentoların gündeminde.
Bütün bunlar gerçekten insanı Star Trek dizisinin bir bölümünün içindeymiş gibi hissettiren konular.
En büyük hukuki tartışma da bu teknolojilerin insanı, hayallerimizin ötesine taşımasından kaynaklanıyor, öyle değil mi?
Aynen öyle. Bu teknolojilerle insanüstü güç, insanüstü hız, insanüstü yaşam süresi, insanüstü bağışıklık ve hatta yaratma yetileri ile insan donanmaya başladı.
Biliyorsunuz şimdiye kadar at, köpek, domuz, deve hatta soyu tükenmiş bir hayvan olan Pirene dağ keçisi başarıyla klonlandı. Somatik Hücre Nükleer Transferi denen bir teknikle makak maymununun başarıyla klonlandığını, hatta bu klonlanmış makaklardan alınan kök hücrelerle laboratuvar ortamında kalp üretildiğini de biliyoruz. Makakların, insan DNA’sının yüzde 93’ünü paylaştığını düşünürsek hemen akıllara ahlaki ve hukuki bir tabu olan insan klonlanması geliyor. Her ne kadar kök hücre, bio-genetik araştırmalar birçok hastalığa çözüm getirerek insanlığın ortak iyiliğinin ve mutluluğunun hizmetine sunulabilecek olsa da başta dini inançlardan kaynaklı olan ciddi de bir muhalefet var.
Dünyada ve Türkiye’de bahsettiğiniz bu konulara ilişkin yürürlükte olan veya yakın zamanda yürürlüğe girmesi beklenen hukuki düzenlemeler var mı?
Tabii ki var. Çünkü bu uygulamalar ve teknoloji bugün hayatımızın bir gerçeği. Eğer bir ülke bunları yapmaz ise, başka bir ülke yapacak ve her alanda öne geçecek. Aklı başında insanlar ve ülkeler bu riski alamayacağı için uluslararası, çok ortaklı projeler hem bilgi paylaşımını mümkün kılıyor hem de masrafları ve külfetleri hafifletiyor.
70 ülke tarafından üretimsel amaçlı insan klonlanması kanunlarla yasaklandı. Ancak rejeneratif tıp ve kök hücre araştırmaları gibi tedavisel amaçlı insan hücresi klonlanması hemen hepsinde yine yasal olarak mümkün.
Avrupa Birliği İnsan Hakları ve Dirimsel Tıp Konvansiyonu bir ek protokolü ve AB Temel Haklar Bildirgesi ile insan klonlanmasını yasakladı. Ancak bu yasağı iç hukukuna sadece üç üye ülke (Yunanistan, İspanya, Portekiz) geçirse de Temel Haklar Bildirgesi Lisbon Anlaşması uyarınca tüm üye ülkeler bakımından bağlayıcı.
ABD’de insan hücresi klonlanması çalışmaları için federal mali kaynak sağlanması 2010 yılında yasaklanarak, devlet desteği ile bu çalışmaların yapılmasının önüne geçildi. Özel üniveristeler ve kurumlar bu çalışmaları kendi mali kaynaklarıyla sürdürüyor. Bu uygulamayı yasaklayan federal bir yasa ise geçmedi. Buna karşın 15 eyalet, kendi kanunlarıyla üretim amaçlı insan klonlanmasını yasakladı.
Birleşmiş Milletler nezdinde ise üyesi olan bazı ülkelerin sadece üretim amaçlı değil, tedavisel amaçlı olanlar da dahil her türlü insan klonlanması çalışmasının yasaklanmasını istemesi sebebiyle bir uzlaşma olamadı. Ancak BM, 2005 yılında bağlayıcı olmayan İnsan Klonlaması Bildirgesi yayınlayarak insanlık onuruyla bağdaşmayan tüm insan klonlaması uygulamalarının yasaklanması yönünde çağrı yaptı.
Robotik teknolojileri ve yapay zeka konularında ABD, Japonya ve AB’de üzerinde üretici sorumluluğu, kullanıcı sorumluluğu, kullanım alanları ve sınırları gibi noktalarda temel düzenleyici metinler üzerinde ileri çalışmalar yapılıyor. AB 1,5 milyar Avro’luk iki yıllık RoboLaw projesini Mayıs 2014’te tamamlayarak temel prensiplerini hazırladı.
Ülkemizde klonlama, kök hücre, robotik ve yapay zeka teknolojileri başarıyla çalışılıyor olsa da ne yazık ki hukuki düzenleme çalışması yok. Bu iyi bir şey de olabilir, en azından yasaklanmıyor diye düşünebiliriz ancak ben bunların önünü açacak hukuki düzenlemeler yapılmasından ve fonlanmasından yanayım. Zira bugün uzay istasyonu kuran insanoğlu artık kendini ve kaynaklarını yeni alemlere adapte etmeye hazırlanıyor. Bunun dışında kalamayız.