28.10.2023 - 07:00 | Son Güncellenme:
AYLİN ÖNEY TAN
AYLİN ÖNEY TAN- Ankara’nın başkent olmasın-dan sonra kent hızlı bir değişimden geçti. Asrileşmeye doğru gündelik hayattaki ilk adımlar, balolar, resepsiyonlar, resmi kabullerle atıldı. Yeni başkentte akşamları kadınlı erkekli gidilebilecek lokantalar yoktu. Kale civarındaki Çukur Han, Çengel Han, Pirinç Han gibi eski hanlar dışında konaklama imkanları da kısıtlıydı, modern anlamda bir otel yoktu. Atatürk bile ilk geldiğinde kalacak doğru dürüst bir yer bulamamış, bir süre Ankara garındaki Direksiyon Binası’nda kalmıştı. Yeni başkente uygun protokol davetlerinin verileceği bir mekân bulmak asla söz konusu değildi. Atatürk’ün ciddi anlamda ilk konutu ve çalışma yeri, Çankaya’da bağlar mevkiinde, Kasapoğlu Köşkü diye bilinen bir bağ eviydi. Sonradan Çankaya Köşkü olarak anılacak bağ evinin elden geçirilmesi Mimar Vedat Tek tarafından gerçekleştirildi. Vedat Tek binanın taşlık kısmını konukları ağırlayacak ve resmi kabullere uygun olacak şekilde düzenledi, binaya yeni ekler yaptı. Şimdi müze olan ev Atatürk’ün meşhur sofralarının ilk mekânı oldu. Atatürk’ün Çankaya sofrası sadece şık sofraların kurulduğu, özel yemeklerin yendiği değil yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kararlarının alındığı, demokratik tartışmaların yapıldığı bir çalışma sofrasıydı. Gelen konuklar önce girişteki yeşil salonda toplanır, sonra sıcacık atmosferiyle insanı sarmalayan vişne çürüğü rengin hâkim olduğu yemek salonuna geçerlerdi. Soyadı kanunu henüz çıkmamış, Atatürk adı daha Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusuna verilmemişti. Sofrada GMK yani Gazi Mustafa Kemal armalı şık porselenler ve kristal kadehler vardı. Pek çoğu Latife Hanım tarafından seçilmiş ve ısmarlanmıştı. Gümüş Christofle marka çatal bıçak takımları ve Limoge porselen tabaklarla sade fakat şık ve özenli sofralar kurulurdu. Bir köşede ise Atatürk’ün kara tahtası ve beyaz tebeşir yer alırdı. Özenle kurulmuş sofrada her servisin yanında ucu sivriltilmiş kurşun kalemler ve not almak için not defteri de bulundurulurdu.
Köşkün restorasyon süreci
1921’den 1932 yılına dek Atatürk’ün yediği-içtiği, oturduğu-kalktığı, uyduğu-uyandığı, düşündüğü-tartıştığı kısacası Cumhuriyet ve devrimlerini hayata geçirdiği mekânın eski günlerinde dönmesi için 2003 yılında Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından bir restorasyon çalışması başlatılmıştı. Restorasyon süreci her şeyden önce tam bir keşif serüveni olmuştu. Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mimarlık ve Restorasyon Bölümü öğretim üyelerinden oluşan danışma kurulu yılların ihmaline uğrayan binada tarihin katmanlarını gün yüzüne çıkardı. Binanın girişindeki parke taşın üzeri sekiz kat asfalt kaplıydı, girişteki masif ceviz kaplı portmanto ise kalın bir siyah yağlıboya ile boyanmıştı. Atatürk’ün soluğunun değdiği vişne çürüğü rengi duvarların üstü ise kat kat boyalar ile defalarca örtülmüştü. Latife Hanım’ın yeni gelin sevinciyle annesi ve kız kardeşleriyle poz verdiği maun koltuklar içler acısı durumdaydı. Araştırmalar sırasında duvarlardaki boya katmanları tek tek incelenmiş, sonunda yemek salonunda tamı tamına on iki kat boya altından özgün vişne çürüğü boya katı ortaya çıkarılmış. 1923’te köşke gelin gelen Latife Hanım İngiltere’deki babasına mektup yazarak vişne çürüğü duvarlara uygun mobilya aramış ve katalog göndermesini rica etmiş. Onarımlar sırasında mobilya döşemelerinin de duvarlara uygun olarak vişne çürüğü olduğu ortaya çıkmış.
Ankara Palas
Yeni başkent Ankara’da Geniş çaplı resmi davetlerin verileceği, kente gelen konukların ağırlanacağı büyük bir otel inşası kaçınılmaz bir ihtiyaç haline gelmiştir. Böylece, 1924’te o günlerdeki ilk Meclis binasının tam karşısında, Ankara’nın sosyal hayatını canlandıracak olan Ankara Palas’ın temeli atılır. İnşaat süreci oldukça sorunlu olur. Binanın mimarı Vedat Tek alacaklarını tahsil edemeyince projeyi teslim etmez. Bunun üzerine mimar Kemalettin devreye girer ve kendi düzenlemeleriyle inşaata devam eder. Ancak bir süre sonra o da beyin kanaması sonucu şantiyede ölür. Giriş merdivenleri son anda tamamlanabilir. Sonunda 17 Nisan 1928 tarihinde Ankara Palas açılır. Artık Ankara o zamanların ifadesiyle “Muasır Medeniyet” seviyesinde başkente yakışan bir mekâna kavuşmuştur. Cumhuriyet baloları ve protokol davetleri artık Ankara Palas’ta verilecektir.
Gastro-diplomasi örneği
Atatürk’ün 1934 yılında Ankara’yı ziyaret eden İsveç Prensi Gustav Adolf onuruna verdiği yemek Ankara Palas’ta verilen devlet yemeklerine tipik bir örnek teşkil eder. Atatürk genç Türkiye Cumhuriyeti’ni ziyaret eden ilk asil konuğunu devlet protokolüne uygun bir kalitede ağırlayacaktır. Yemeğin menüsü itinayla düzenlenir, konuğun zevkleri gözetilerek alafranga yemeklere ağırlık verilir. Yemek boyunca sunulan levrek, kuzu pirzolası, bıldırcın, kuşkonmaz, tavuk gibi yemeklere isimler yakıştırılır. Kral usulü, Prens şerefine, Gurmelere layık gibi tanımlamalar yapılır. Davet “Kremalı Çankaya Çorbası” ile başlar, “Stokholm dondurması” ile biter. İki devlet arasındaki denge hassasiyetle gözetilmiştir. Tatlı olarak sunulan dondurmaya konuğun şerefine Stokholm adı verilmiştir. Yemekte klasik müzik de ihmal edilmemiş ve genç Türk kompozitör Adnan Saygun’un bir eseri seslendirilmiştir.
Pembe Köşk’ün Camekânlı Salonu
Çankaya köşkü önemli sofralara ev sahipliği yapsa da protokolü ağırlamak için başka ortamlar gerekiyordu ancak henüz böyle bir mekân yoktu. Geniş çaplı konukları ağırlamak için Ankara Palas’ın inşaatı için planlar yapılmaya başlandı. Ancak aradaki dönemde Atatürk’ün yoldaşı Cumhuriyet kurucularından İsmet İnönü’nün 1925 yılında taşındığı Pembe Köşk acil çözüm olarak devreye girdi. Atatürk Pembe Köşk’te yabancı elçilerin de katılacağı büyük bir Cumhuriyet kutlaması yapılması isteğini dile getirdi. Ancak mütevazı yapı böylesi bir toplantıya ev sahipliği yapmaya pek de uygun değildi. Köşke camekânlı bir salon eklenmesi öngörüldü ancak tadilat Cumhuriyet Bayramı’na yetişmedi. Davet ancak 22 Şubat 1927’de yapılabildi. Açılış dansını Mustafa Kemal ile ev sahibesi Mevhibe Hanım’ın yaptığı ufak bir balo gerçekleşti. Mevhibe Hanım bu özel davet için Ankara’nın tek kuaförü olan Beyaz Rus’ta saçını topuz olarak taratmış, Brüksel’den getirttiği V yakalı mor bir kıyafet giymişti.