Betül Yasemin Keskin / Milliyet.com.tr - Takvimler 1993 yılını gösteriyordu, soğuk bir mart gününde Çamlıca'da dünyaya geldi. Henüz çocuk seslerinin sokaklardan silinmediği o günlerde sokağın tadını çıkaran bir çocuktu. Eline geçen her şeyi dönüştürmeyi kısacası el işlerini içeren tüm oyunlardan büyük bir zevk alıyordu. Üretkenliği çocukluğundan belki de doğuştan geliyordu. Sanata olan merakı onun yolunu sanatla yaşamaya teşvik edecekti ancak henüz o yıllarda farkında değildi. Lise öğrenimini de, üniversite de seçtiği bölümü de tamamen içindeki sanata olan merak duygusuyla seçti. Üniversiteden sonra doğup büyüdüğü şehre yeniden gelince kısa sürede hayatı değişti. Günlerce haftalarca hayaline kavuşmak için çabaladı ve bugün şehirlerarası vapurlardan Safranbolu'ya, Fransa'dan Belçika'ya uzanan hikâyesini inşa etti. Odun parçalarından, çiçeklerden bir şeyler üreten çocuk Cansu, artık kendi bedeniyle bir bütün haline getirdiği Muhsin Bey'i ortaya çıkaran ve tüm dünyaya sergileyen bir kukla tasarımcısı.
İLK YOLCULUK İZMİR'E
Memur bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi Cansu Akdeniz. İstanbul Çamlıca'da Ferah Mahallesi'nde geçen çocukluk yılları babasının tayini çıktıktan sonra Kadıköy'de devam etmişti. Yaşadığı her yerde kendine göre bir uğraş bulan ve bir şeyler üretmekten oldukça keyif alan bir çocuktu. İlk ve ortaokul yılları geldi geçti. Vakit iyi bir üniversite kazanmanın temellerinin atıldığı lise öğrenimine gelmişti. Lisede grafik tasarımı bölümü okudu ve o yıllarda resim kurslarına giderek içindeki yeteneği ortaya çıkardı. Ardından üniversite geldi. Cansu artık ne yapmak istediğinden oldukça emindi. Üniversite için çalıştı ve 9 Eylül Üniversitesi Sahne Tasarımı bölümünü kazandı. 5 yıl sürecek ve şimdiki yaşamının temellerini atacağı bir İzmir yolculuğunu başlayacaktı onun için. Sonunda doğup büyüdüğü şehirden İzmir'e üniversiteye okumaya gitti. Kazandığı bölüm içindeki üretme ve sanat yapma duygusuna oldukça hitap ediyordu, bu yüzden okurken çok keyif aldığını hissediyordu. İlk yıl yoğun derslerle ve adaptasyon süreciyle geçti. İkinci senesinde Tarihi Hava Gazı Fabrikası'nda bir kukla festivali yapılacağını duydu. Bu öyle sıradan bir festival değildi. 4 metre ve daha fazlasına uzanan dev kuklaların yapılıp sergilendiğini bir festivaldi. Cansu için dev kukla fikri gerçekten büyüleyiciydi. Sonunda ne mi oldu, içindeki merak duygusu onun okul tarafından dev kukla projesine gönderilecek 3 öğrenciden biri olmasını sağladı.
Dev kukla projesinde çok şey öğrendi. Kuklaları yaparken içinde daha önce fark etmediği birçok duyguyla da tanıştı. "Hayatımın bir yerinde mutlaka bunu yapmalıyım" diyen Cansu aslında hayatının büyük bir kısmında bu işi yapacağından, dahası hayatının tamamının kuklalardan oluşacağından habersizdi. Yıllar birbirini kovaladı. Üniversitedeyken çeşitli başka etkinliklere katıldı, birçok projede yer alarak kendini geliştirdi. Her şey seçtiği bölümü çok sevmesi ve seçimlerini yeteneklerine göre yapmasıyla bu kadar mükemmel olmuştu. Ancak bunu da hayatının ilerleyen dönemlerinde fark edecekti.
BENİ BİRKAÇ AY İDARE EDİN, SONRASINA BAKACAĞIM'
5 yıl önce okumak için ayrıldığı İstanbul'a 5 yıl sonra dönme vaktiydi. Ancak bu kez dört kişilerdi. İzmir'deyken 3 kedi sahiplenen Cansu onları ardında bırakmak istemedi ve döndüğünde ailesinden hem kedilerinin kalabileceği hem de üretmeye devam edebileceği bir atölye istedi. "Beni birkaç ay idare edin, sonrasında ben bakacağım" dediği atölyesi ailesinin de büyük desteğiyle kurulmuştu. Her şeye rağmen içindeki üretme isteği, yeteneği aldığı eğitimler ve tecrübelerine rağmen ne yazık ki ilk başlarda bocaladı. Fakat bir gün bir beden kukla tasarımcısı olan Natacha Belova'nın 7 ay sonra İstanbul'a geleceğini ve bir atölye düzenleyeceğini gördü. Bu bir işaretti ve bu 7 ay boyunca o atölye için hazırlanıp para biriktirmeliydi. Öyle de oldu para kazanabilmek için hemen hızlıca bir kafede işe başladı ve 7 ayın sonunda o gün geldi çattı.
12 gün sürecek atölyenin hayatının dönüm noktası olacağını bilmiyordu. Atölyenin ilk günü katılımcılardan bir karakter yaratılması istendi. Ancak Cansu'nun aklında herhangi bir karakter yoktu fakat bir anda babasını düşündü. Konuşurken hatta sinirliyken bile çok eğlendiği, hızlı, yerinde duramayan, aceleci, naif, kibar ve hassas bir kalbi olan babasını düşündü. Yaratacağı karakteri çok uzakta aramasına hiç gerek yoktu. "Kesinlikle babam gibi bir karakter yaratmalıyım" diye düşündü. Bugün sokak sokak, ülke ülke gezdiği 'Muhsin Bey' kuklası o atölyenin ilk gününde doğdu. 12 günde tamamlandı ve 6 senedir Cansu Akdeniz ile birlikte yaşıyor.
Muhsin Bey'e 'Muhsin' ismini veren ise Cansu Akdeniz'in esnaf arkadaşları oldu. Kimileri Mahmut kimileri Mehmet dedi ancak en sonunda 'Muhsin' ismine karar verildi. Akdeniz'in babası Ramazan Bey'den ilhamla tasarladığı kuklasına ismini de esnaf arkadaşları koymuş oldu.
KENDİ İNANDI, ARKADAŞLARI DESTEKLEDİ
12 gün süren atölyenin ardından babasının karakter özelliklerini taşıyan ancak dış görünüş olarak babasına benzemeyen fakat onun hassas yönlerini taşıyan bir beden kuklası 'Muhsin Bey' çıktı ortaya. Muhsin Bey'i kendi beden ölçülerine göre oluşturan Cansu Akdeniz, her gün Muhsin Bey'i giyip sokaklara çıktı. "Sokaktan çok şey öğrendim, bana çok özgür hissettirdi" dediği yerlerde hikâyesi de olgunlaştı. Başlarda Muhsin Bey'le birlikte doğaçlama bir gösteri sergileyen Cansu'ya yakın arkadaşı Alper'de müzik yaparak eşlik etti. Sonrasında doğaçlamadan vazgeçip 17 dakikadan 3 perdeden oluşan bir senaryo yazdı. Kariyeri Muhsin'le renklenen Cansu hem tiyatrolarda kostüm ve kukla tasarımı yapıyor hem Muhsin'le sokaklarda, vapurlarda geziyor hem de atölyesinde eğitimler veriyordu.
GABRIEL İLE TANIŞTI, 'MUHSİN' SAHNEYE TAŞINDI
Bu sırada ailesinden "Sigortalı bir işin olsaydı daha iyi olmaz mıydı?" nasihatleri dinliyor ancak onu ilk destekleyenlerden de aile üyeleri oluyordu. Günler, yıllar birbirini tüm heyecanıyla kovalarken günümüzden iki buçuk yıl önce yolu halk müzisyeni Fransız Gabriel Meidinger ile kesişti. Cansu'nu hikayesine ve yeteneğine tanıklık eden Gabriel onunla birlikte çok fazla şey yapabileceklerine dair fikir verdi. Cansu ise Gabriel'in deneyimlerine ve birbirlerine olan inancına güvendi. Artık 'Muhsin' sokaklarda değil, sahnelerde olabilirdi. Muhsin Bey'i sahneye taşımak yeni bir dönem demekti. Gabriel'e 'Muhsin Bey' sahnelerde olmalı, festivallerden festivallere dolaşmalıydı. Öyle de oldu. Cansu Akdeniz hikayesini anlatırken, "Benim için farklı ülkelere gitmek daha önce deneyimlemediğim birçok aşamayı beraberinde getirdiğinden imkansız gibi geliyordu. Ancak Gabriel'in deneyimleri ve çevresi sayesinde bunun imkansız olmadığını gördüm" cümleleriyle ifade ediyor.
Gabriel Meidinger ve Cansu Akdeniz birlikte Muhsin'e bir oyun yaptı, adına da '3 Günlük Dünyada Bir Muhsin Bey' dediler. Gabriel yalnızca Muhsin'e özel müziklerini yapıyor, Cansu ise Muhsin Bey'le tek bir bedende muhteşem bir sahne şovu sergiliyordu. İlk olarak Fransa'ya, ardından Belçika'ya, oradan da Hollanda'ya festivallere gittiler. Farklı sahnelerde farklı etkinliklerde Muhsin Bey'i dünyadan insanlarla tanıştırdılar. Arada İstanbul'da da çeşitli mekanlarda Muhsin Bey'i sergilediler ve sergilemeye de devam ediyorlar.
6 yıl önce bir atölyeye katılarak tasarladığı kuklası Muhsin Bey ardından duygusal bağ kurduğu, vücudunda taşımaktan büyük bir zevk aldığı, onunla senkronize olurken hiç zorlanmadığı ve hayatta değer verdiği tek eşyası haline geldi. Başlarda yalnızca manevi olarak yeteneğini ortaya çıkarmak ve eğitimini tamamlayabilmek için oluşturduğu kuklası onu hem maddi hem de manevi olarak besler bir hale geldi. Cansu Akdeniz 6 yıldır hiç ayrılmadığı kuklası Muhsin Bey'e yeni arkadaşlar getirmeyi planlıyor. Artık eline aldığı her kuklaya Muhsin Bey'miş gibi davrandığını fark eden Cansu, "Farklı kuklalara da farklı hikayeler yazmak istiyorum hatta bununla ilgili yakın bir zamanda Gabriel ile bir çalışmamız olacak" dedi.
'KUCAĞIMDA CÜCE TAŞIDIĞIMI SANDI, AĞLAYANLAR OLDU'
Farklı farklı çeşitleri olan kuklanın 'beden kuklası' şeklinde olanını muhtemelen çok az kişi duymuş ve görmüştür. Yapısı ve tasarlanırken kullanılan malzemenin doğası gereği gerçek bir insana oldukça benzeyen Muhsin Bey için sokaklarda dolaşmak hangi tepkileri almasına sebep oldu diye düşünmeden edemiyor insan. Cansu Akdeniz ise sokaktaki, festivallerdeki deneyimini şu cümlelerle anlattı:
"Muhsin Bey'i genellikle herkes büyük bir ilgiyle karşılıyor. Malzemesi insan dokusuna çok yakın olduğundan çoğu zaman insanların gerçek mi değil mi diye ayırt etmesi biraz zaman alıyor. İnsanların bir süre büyülendiğini görebiliyorum. Sadece şehir hatları vapurundayken kötü bir yorum aldım. Onun dışında görenler kimi zaman yaşlı bir adamın engelli bir kızını sırtında taşıdığını, kimi zaman benim bir cüceyi kucağımda taşıdığımı düşündüklerini iletenler oldu. Muhsin'i görenlerden bazıları kaybettikleri aile üyelerine benzetip ağladı, bazıları gözyaşları içinde gösteriden etkilendiklerini söyleyerek yanıma geldi."
Doğuştan yetenekli ve sanata meraklı olan Cansu Akdeniz'in kendine gerçek ve büyüleyici bir hikaye yazdığını söylemek mümkün. Şimdilerde Muhsin Bey'i insanlarla tanıştırmaya, yeni beden kuklaları yaratmaya odaklanmışken bir yandan çeşitli tiyatrolarla da çalışmaya devam ediyor. Ancak bu süreçte özenle yürüttüğü bir şey var. Uzun yıllar çocuklarla da çalışan ve onlarla da kukla yapan Cansu, artık yetişkinler için de atölyeler düzenliyor. "Yetişkinlerden çok şey öğreniyorum ve onlarla birlikte bir şeyler üretmekten çok keyif alıyorum" diyen Cansu Akdeniz, 6 yıl önce ailesinin ona tuttuğu, yıllar içinde geliştirdiği, renklendirdiği İstanbul Kadıköy'deki Yeldeğirmeni Sokak'ta yer alan atölyesine herkesi bekliyor.
* Fotoğraflar: Denef Huvaj, Özenç Yıldız, Erhan Demirtaş, Stephan Talnaeu