29.01.2006 - 00:00 | Son Güncellenme:
GEZMEK GEREK Haber metninde "Kar şehirdeki bütün çirkinlikleri örttü" gibi bir cümle kurmuştum. Vay, sen misin böyle diyen? Bütün Atatürkçü dernekleri, en aydın solcu kurumlar, televizyona faks yağdırmıştı. Hani "Bizde ne güzellikler var; gökdelenlerimiz ayrı, saraylarımız ayrı" mantığı. Karı beklemeden, bir otosansür uygulayarak ben örtmeliydim zaten gecekonduları, çamuru, sefaleti. Birkaç sene önce, CNN International'a kar haberi yapmıştım. Ulaşım felç olmuş, lapa lapa yağan kar, o yıl beyaz ölüme dönüşmüştü. Sadece çocuklar oynuyor, karın tadını çıkarıyordu. Bir de güzelliği görebilecek rahatlıkta, işe gitmek zorunda kalmayanlar... Yine aynı şeyi söyleyeceğim: Kar bütün çirkinlikleri örttü. Tam şairin dediği gibi: "Beyaz ipek gibi yağdı kar..." Türlü sebeplerle her yıl kazılıp bohça yaması tadında yapılan engebeli yollar dümdüz görünüyor. İnşaat çamurları kısa süreliğine de olsa kapandı. Trafik yok. Kardan çiçeklerle bezenen ağaçlar şehre çok yakıştı. İptal edilen toplantılar ve ertelediğim gezilerle, İstanbul benim oldu. Yine.Uzun uzun yürüdüm. Bir ara fırtınaya tutulup Tarabya Oteli'nin önünden Boğaz'ın gri-yeşil sularına kapılıverecektim ya, neyse. Otobüsler çok iyi çalışıyor, istediğim her yere kolaylıkla ulaştım. Sinemalar, sergilerle, kaçırdığım bir sürü şeyi yakaladım. Sanki kendi şehrimde bir gezgindim.Yürüyüş yolumdaki Emek Kahve molalarımda sade kahve keyfi yaptım. O tıkış tıkış görünümünden uzakta, oh be, insan rahatlıkla oturup gazetesini okuyor. Ne zamandır gidemediğim ve yok yazılırım diye kendimi suçlu hissettiğim Bebek Kahve'ye gidip yarım gün oturdum. Müdavimleri bilir, hafta sonları hariç, Bebek Kahve tam bir köy kahvesidir. Hem uzun süre yok olanlara Özcan fırça atar. Herkes birbirini tanır, ilk isim ve karvizitsiz kimlikler ön plandadır. Oya-Bora, Levent, Fidan, Pınar, DJ Enjoy, Sunar, Bengü; saatler geçer de, insanın haberi olmaz. Bir de, kahvenin bahçesini çok güzel bir malzemeyle kapatıp güçlü bir ısıtma sistemi de kurmuşlar. Değmeyin keyfime!Büyük adaçayı, kıymalı börek ve salepten oluşan kahve ziyafetinden sonra nedense fırsat yaratamadığım Picasso sergisine gitmeye niyetlendim. Evimin yolu üzerindeki trafiğe kattığı ekstra yükten ötürü sinir durumum vardı. Biliyorum dünyanın en büyük ressamlarından biri, iyi ki İstanbul'a eserleri gelebildi de, ben baktığım resmi anlamak isterim yahu. Yani şimdi olsa da eve assam sever miydim? Hayır. Bu sefer de benim canım istemedi işte, teğet geçtim... Bebek Kahve ve Emek Kahve Başka bir gün Nişantaşı turuna çıktık. Yıllarca "sevmiyorum" diye direndiğim Starbucks'ı artık seviyorum galiba. İhanet ediyorum duygusu yaşıyorum ama kahvesi hoşuma gitmeye başladı. Hem de Nişantaşı Starbucks çok rahat. Abdi İpekçi'de turlayıp, Kırıntı'da yemek yedik. Yine "oh be" diyeceğim. Bomboş değildi ama rahatlıkla oturabildik. Eninde sonunda "diner" tadında bir lokanta, nasıl böyle tıklım tıkış ve "in" oluyor, ben de bir türlü çözememişimdir.Arka yoldan, Harbiye üzerinden Taksim'e yürüdük. Beyoğlu çok güzel görünüyor. Ağaçlar kesilmeseydi karda başka türlü olurdu ya, neyse. Çamur bitmiş ve çok canlı. Büfelerde nar suyu kalmamış, Kızılkayalar hamburgerleri kırmızımsı rengiyle buharlarını meydana doğru salıyor. Karnım tok, ama dönüşe bir tane ayırdım. Hemen sinemaya gittik, "Organize İşler"i nihayet seyrettik. Bankaların sergi salonlarını turladık. Şahane bir şey yoktu ama sergi gezmek iyi geldi. Pera Müzesi'ni bir daha gezdik. Pera Palas'a girip çıktık. Artık her filmde, her klipte görmekten gına gelmiş; eski hoş kokusunu bizde yitirmiş.Sonra da yürüyerek İstanbul Modern'e gittik. Utanıyorum ama ilk defa. İnsan en çok kendi şehrini savsaklıyor. "Nasılsa bir gün giderim" düşüncesi çok fena. Halbuki bu kadar güzel bir müzeyi daha önceden görmeli, o kafede daha önce oturmalıydım...Başka bir gün de motorla Üsküdar'a geçtik, oradan dolmuşla Kadıköy çarşısına daldık. Çiya'da soluklandığımızdan, ver elini Bağdat Caddesi. Vitrinler, insanlar, köpekler; bence İstanbul'un en Avrupai caddesi. Paris değil ama biraz Madrid havasında. İnsanın neşesi yerine geliyor.Şu kar iyi ki yağdı. Ben şehrimde gezdim. Alt katta oturan çocukların kızakları kapının önünde duruyor, çok özendim ama onlarla kayamadım bir türlü. İşinizi gücünüzü ayarlayabilirseniz, birkaç gün yok olma şansınız olursa, uzayan tatil kendinizi sokaklara atmak için çok güzel bir fırsat. Sadece bir ufak uyarı: Yollarda çok kaza gördüm, mümkünse otobüsleri kullanmanızı tavsiye ederim. Çocukların dersleri de, evin işleri de hiç bitmez. Her zaman ödemeler var, faturalar var. Unutmayın, hayat bir tane ve İstanbul bugünlerde başka türlü güzel... Nişantaşı'ndan Beyoğlu'na Kahvelerde oturun ve sallama olmayan ıhlamur ve adaçayı için. Limonlu olsun. Bir de tabii bol tarçınlı salep... Sinemaya gitmek için harika bir fırsat. Vizyonda çocuklar için de cazip filmler var. Şehirde çok müze var, Topkapı Sarayı ve Dolmabahçe Sarayı'na da herkes en az bir kez gitmiştir de, Beylerbeyi Sarayı hep gözden kaçar. Gezdiren görevli her şeyi "Bakınız efendim bu Fransız barok" diye anlatıyor. Tarabya'daki Klasik Otomobiller Müzesi sadece cumartesi günleri açık. Giriş 5 YTL. Tel: (0212) 299 45 39 Görmediyseniz İstanbul Modern'i mutlaka görün. Herkes Picasso'ya koşarken, siz Beşiktaş'taki Resim ve Heykel Müzesi'ne gidebilirsiniz. Giriş ücreti yok. Tel: (0212) 261 42 98 Sadberk Hanım Müzesi benim İstanbul'da en sevdiğim müzelerden. Çarşamba hariç her gün açık. Giriş 5 YTL. Tel: (0212) 242 38 13 Beyazıt'taki Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi harika. Giriş 3 YTL. Küçük bir tarihi yarımada turundan sonra da iyi gider. Tel: (0212) 527 58 51 Her iki yakada da Boğaz yürüyüşü yapmanızı öneririm. Bugünlerde fırtına da durmuş gibi, yürüyüş daha zevkli olur. Üsküdar Kanaat veya Beyoğlu Hacı Abdullah'ta güzel bir yemek yiyin. Elbasan tava, beğendili kebap, turşulu salata, karışık komposto falan. Alternatifleri Hünkar veya Çiya olabilir ama mutlaka evde yapması zor Türk yemekleri. Ne yapılır?