05.02.2023 - 03:00 | Son Güncellenme:
Ege Doğaç Erdoğan - Her çocuk gibi ben de yaz tatilini iple çekerdim. Eskiden yaz denilince akla ilk gelenlerden biri ince bir meltem esintisi eşliğinde açıkhava sinemasında film izlemekti. Titanik filminin bizim yazlıktaki sinemaya geleceğini ahali öğrendiğinde o zaman kopan heyecan fırtınasına çok anlam verememiştim. Günler öncesinden biletler tükenmiş, hatta ‘beleştepe’de bile yerler tutulmuştu. 1997 yapımı film yeniden gündemde; 25. Yıldönümü’ne özel 3D ve 4K HDR ‘remastered’ versiyonuyla bu yıl tekrardan beyaz perdeye geliyor. 10 Şubat’ta vizyona gireceği açıklanan filmin orjinali 11 dalda Oscar kazanmış ve milyar dolarlık hasılata ulaşan ilk film olmuştu. Yıllarca en çok hasılat elde eden film rekoruna sahipti, taa ki başka bir James Cameron filmi 2009’da bu rekoru kırana kadar: “Avatar”. Cameron’ın son filmi “Avatar: The Way of Water” ilk üç haftada en çok para kazanan ilk 10 film içine girmeyi başarabildi. Cameron sanki elinde bir sihirli değnek varmış gibi insanları büyülemeyi becerebiliyor. Oscar ödüllü yönetmenin başarısının anahtarlarından biri filmlerinin sinemada izlendiğinde gerçek keyfine varılabildiği özelliği. Görsel efektler ustası Cameron mükemmelliyetçi yapısıyla sizi gerçekten 1912’deki bir gemide ya da 2154’de başka bir gezegende olduğunuza inandırıyor.
Günümüzde artık giderek sinema salonlarından dijital ortamlara kayan film sektöründe belki de beyaz perdenin son şövalyesi konumunda. Cameron’ın formulü basit: Göze hitap eden kusursuz görsel efektler ve dramatik hikaye anlatım tarzı. Bu ikisini harmanlayınca ortaya herkese hitap eden bir ürün çıkıyor. “Titanik”i bu denli popüler yapan ise aslında filmin temelinde yüz yıllardır insanlığın üzerine düşündüğü, yazdığı, çok farklı kültürlerde bile bir şekilde vücut bulabilen bir hikayeyi anlatıyor olması. Aslında “Titanik” klişe bir ‘Türk filmi’dir! Bir düşünün: Fakir ama cesur bir erkek, zenginliğin içinde büyümüş ama yozlaşmış ailesinden ve çevresinden bıkmış genç kız, kızın kötü kalpli erkek arkadaşı, iki aşığın kavuşmasını engelleyen sosyo-ekonomik bariyerler. “Titanik” ile kültleşmiş Türk filmleri arasındaki belki de tek fark hikayenin 1970’lerdeki bir fabrika yerine 1912’de bir gemide geçiyor oluşu. Romeo ve Juliet, Aslı ile Kerem, Jack ve Rose, aslında hepsinin işlediği konu aşağı yukarı aynıdır. İnsanlar rasyonel varlıklardır yani akıl ve mantıkla hareket ederler. Her rasyonel varlık gibi kendi çıkarlarını maksimize etmeye çalışırlar ancak insanı güzel yapan ise hissi dünyasıdır, duygularıdır, aşktır. Gerçek hayatta yaşanması zor, cesaret isteyen ama bir o kadar da güzel ve ulvi olan duyguları bir romanda ya da filmde gördüğümüz zaman kendimiz yaşamış gibi hissederek mutlu oluruz. Formül aslında çok basit ancak futbol gibi film yönetmenliği için de basit oynanması gereken ama basit oynaması zor olan bir oyun diyebiliriz. Geçen 25 yıl içinde bu satırları yazan kişi dahil çok şey değişti. Bundan bir 25, 50, 100 sene sonra yaşam kaçınılmaz bir şekilde yine değişecek. Ancak Titanik gibi filmleri ölümsüz kılan, değişmeyecek olan tek gerçek şudur ki insanlık var oldukça anlatacak bir aşk hikayesinin de olacağı…
“Batması imkansız gemi”
Belfast’ta 1909’da inşasına başlanan RMS Titanik, zamanının en büyük gemisi unvanını taşıyordu. Su geçirmez bölmelere sahip bu yüzen sarayın eldeki en gelişmiş teknoloji ile inşa edildiği ve bu sebeple batmasının imkansız olduğu söyleniyordu. 10 Nisan 1912’de ilk yolculuğuna çıkan Titanik, yolculuğa çıkmadan önce rota üzerinde buzdağlarının olduğu uyarılarını almış olsa da riskli bölgelerden son hızla gitmeye devam etti. Bunun sebebi hakkında çeşitli rivayetler var; seyahat süresi rekoru kırılmak istenmesi, geminin sağlamlığına olan aşırı güven gibi sebepler öne sürülüyor. Amma velakin 14 Nisan 1912 saat 23.39’da gözcü Frederic Fleet geminin ön tarafında tam olarak seçilemeyen büyük bir buzdağı fark eder. Geminin çanını üç kez çaldıktan sonra köprüye telefon eden Fleet’in bu uyarısından sonra Birinci Subay William Murdoch motorların durdurulması ve iskele (sol) yönüne döndürülmesi emrini verir. Ancak artık çok geçtir. 37 saniye sonra geminin sağ tarafı buzdağı ile çarpışır, gemi su alır ve batmaya başlar. Titanik’in enkazı 3657 metre derinlikte yatmaktadır; kazadan 73 sene sonra Robert Ballard tarafından keşfedilmiştir.
RMS Titanik, İngiltere’nin Southampton limanından New York’a yolculuğu sırasında buzdağına çarptı. 100 yıldan uzun bir süredir suların altında.
New York Times’ın tutan kumarı
Titanik’in batışı dünya kamuoyunda büyük yankı uyandırmıştı. Tabii 100 sene önce sosyal medya, internet, cep telefonu yokken haber atlamak için gazeteciler pek çok yaratıcı yönteme başvuruyorlardı. Titanik’ten ve onu kurtarmaya giden Carpathia gemisinden haber almak imkansızdır. Titanik’ten son giden mesaj yardım çağrısıdır ancak geminin batıp batmadığı, yolcuların ne durumda oldukları hakkında hiçbir bilgi yoktur. New York Times’ın genel yayın yönetmeni Van Anda bu süreçte White Star Line gemi şirketini, geçmişte buzdağına çarpan diğer gemilerin akıbetlerini ve Titanik’in inşa sürecini inceler, muhabirlerinden bu konular hakkında bilgi alır. Nihayetinde daha geminin battığı haberi gelmeden New York Times gece baskısında ‘Titanik Batıyor’ diye gazeteyi hazırlar. Ancak hikaye burada bitmez. Titanik’e yardıma giden Carpathia gemisi New York’a gelecektir ve gazeteciler gemiye ilk ulaşan olma konusunda kıyasıya bir yarışa girerler. Van Anda geminin yanaşacağı limana en yakın otelin bir katını tamamen kapatır, Times’ın gazete binasına haber verilebilmesi için telefon yerleştirir. Muhabirlerini limana gönderir ve hedefindeki isim Titanik’in telsiz operatörü Harold Bride’a ne yapıp edip ilk ulaşan olmaları talimatını verir. Aynı zamanda gemilerde kullanılan telsiz ve radyo iletişimlerinin mucidi olan Guglielmo Marconi’ye de bir muhabir yollar. Marconi’yi ikna ederek Carpathia gemisine muhabirini sanki telsiz şirketinin bir çalışanıymış gibi göstererek sokmayı başarır ve ertesi gün Bride’ın ilk ağızdan sözleri New York Times’da yer alır. Gazetecilik bakımından çok da etik olmayan bu davranışlar eleştirilere maruz kalmıştır. ‘Felaket bir felaket haberciliği’ şeklinde büyük tepkiler gösterilmiştir. Ancak Van Anda’nın oynadığı kumar tutmuştur ve büyük bir haber atlama başarısı gösterdiği gerçeği de tarihe geçmiş olarak kalacaktır.
Yolcular kurtarılabilir miydi?
James Cameron’ın filminde yer vermediği ancak 1958 yapımı “Unutulmaz Gece” (A Night To Remember) isimli, Titanik’i konu alan bir başka filmde değinilen bir olaya bakalım. Titanik buzdağına çarptıktan ve artık batacağı kesinleştikten sonra gemi kaptanı Edward Smith mürettebata işaret fişeği atılması ve radyodan yardım mesajları gönderilmesi emrini verir. Titanik’e en yakın gemi kaptan Stanley Lord’un komutasındaki SS Californian’dır. Yolcusu bulunmayan Californian’da Titanik’teki yolcuların hepsini alacak kadar yer vardır. Titanik buzdağına çarpmadan yaklaşık 80 dakika önce Californian kaptanı Lord gemiyi buzdağı tehlikesi nedeniyle durdurmuştur. Titanik yolcularını kurtarmak için gelen RMS Carpathia’dan çok daha yakın olmasına rağmen neden Californian kurtarma girişiminde bulunmamıştır? Titanik’in çarpışmasından önce aslında Californian’ın telsiz operatörü Cyril Furmstone Evans Titanik’e buzdağı uyarısında bulunur fakat Titanik’te bu mesajı alan Evans’ın mevkidaşı Jack Phillips, Evans’a ‘kes sesini’ şeklinde cevap verir zira yolculara gelen mesajları bölüyordur bu uyarılar. Muhtemelen bu kaba cevaptan sonra alınganlık gösteren Evans telsizini kapatarak odasına çekilir, daha sonra Titanik’in yardım mesajlarını alamaz. Talihsizlikler üst üste gelince Titanik’teki yolcuların da kadere karşı gelmesi mümkün değildir. ‘Önce kadınlar ve çocuklar’ protokolüne göre botlara bindirilen şanslı yolcuları ancak 2 saat sonra Titanik’e ulaşmayı başarabilen Carpathia gemisi kurtarır. 1517 yolcu hayatını kaybederken, sadece 706 kişi kurtarılabilmiştir.