21.05.2023 - 02:00 | Son Güncellenme:
Ege Doğaç Erdoğan - Son yıllarda müzeleri daha çekici ve ilginç hale getirmek için pek çok farklı denemeler yapılmaya başlandı. Soğuk savaş yıllarındaki casusluk ekipmanlarının sergilendiği Washington’daki Casusluk Müzesi gibi özgün içeriklere sahip müzeler çoğalırken, Avusturya’nın Graz şehrindeki Kunsthaus gibi müzelerin sadece içi değil dışı da ilgi çekici hale getiriliyor. Her yıl 18-24 Mayıs Müzeler Haftası olarak kutlanıyor. Biz de bu hafta küresel çapta müzelerin zamanla nasıl değişimler yaşayarak kendilerini yenilediklerine bakalım. Artık müzeler sadece bir kültürel faaliyet mekanı olmaktan çıkıp, ünlü moda markalarıyla iş birliğinden tutun, son teknolojiden istifade edilerek yepyeni eserlerin sunulduğu birer eğlence merkezleri haline geliyor.
Liseyi bitirdiğimiz yaz arkadaşlarımızla çıktığımız Avrupa turunda Amsterdam Schiphol havalimanına indiğimizde ilk işimiz Van Gogh müzesini gezmek olmuştu. Gerçekten de etkileyici bir deneyimdi. Aslında bugünkü konumuzun çıkış kaynağı yine Amsterdam’da bulunan bir müze: Rembrandt Müzesi (Museum Rembrandthuis). Renovasyonlardan sonra yeniden açılan Rembrandt Müzesi’nde artık müzede bulunan sanat eserlerini üzerinizde taşıyabileceksiniz. Nasıl mı? Dövme yaptırarak.Schifmacher ve Veldhoen dövme stüdyolarından dövme sanatçıları Rembrandt’ın yaşadığı ve resim yaptığı ve sonradan müze haline getirilen Rembrandthuis’te ressamın portlerinden esinlenerek 100 ila 250 euro arasında ücret karşılığı ziyaretçilere deneyimlerini kendi vücutlarında ölümsüz hale getirmelerini sağlayacak.
İnteraktif hale geliyor
Son dönemde müze ziyaretleri giderek daha interaktif hale gelmeye başladı. Mart ayında New York’taki Modern Sanat Müzesi’ne (MoMA) gittiğimde teknolojinin de artık nasıl bir sanat eseri olarak kullanıldığına birinci elden tanıklık etmiştim. Sanatçımız Refik Anadol’un “Unsupervised” adlı eserinde yapay zeka MoMA veritabanındaki resimleri kullanarak özgün resimler yaratıyor. Devamlı değişen, şekilden şekile bürünen bir video olarak gösterime sunulan bu yeni sanat denemesi hakikaten de büyüleyiciydi. Bir başka ilginç örnek Hırvatistan’da bulunan Ayrılıklar Müzesi (Museum of Broken Relationships). Zagreb’de yaşayan Olinka Vistica ve Drazen Grubisic çifti ilişkilerini bitirdikten sonra birbirlerinde kalan eşyaları sergilemek için müze mi açsak diye şakalaşırken bu gerçeğe dönüşüyor. Müzede çiftlerin birbirlerine yazdıkları mektuplar, muhtemelen erkeklerin kafasına atılmış nişan yüzükleri gibi eşyalar bulunuyor. Sanat bir duyguyu izleyiciye ulaştırmak ise bu müze işlevini layığıyla yerine getiriyor.
Hepimizin sakladığı özel eşyalar vardır. Kitap arasında kurutulmuş bir gül, sevgiliden gelen bir mektup, kazanılan ilk banknot, dedemizden kalan bir kol saati, aslında kişisel müzemizin parçaları. Sıradan ama bizim yüklediğimiz değerle sıra dışı role bürünen nesneler sanatın temel amacı olan sanatçı ile izleyici arasında iletişimin önemini bize anlatıyor. Müzeler de tüm insanlığın hafızasını koruyan, aynı zamanda da sürekli sanatın sağladığı iletişimi yaşamamıza imkan veren yerler. Bu iletişimin şekli ve metodu zamanla her şey gibi evriliyor, bazen elimizde taşıdığımız marka bir çanta, belki de artık kolumuza kazıyacağımız bir Rembrandt portresi...
Rembrandt’ın yaşadığı ve sonradan müze haline getirilen Rembrandthuis.
Rembrant’ın çizimleri dövme olarak uygulanacak.
Refik Anadol’un MoMA’daki “Unsupervised” eseri.
Sanatla modanın buluşması
Sanatı vücudumuzda olmasa da üzerimizde taşıma fikri yıllar öncesine dayanıyor. 1965 yılında Fransız modacı Yves Saint Laurent Hollandalı sanatçı Piet Mondrian’ın geometrik çizgilerini ve pastel renklerini dizaynına yansıtarak modada Mondrian Devrimi denen bir akım yarattı. 2000’li yıllarda bu akım tekrar bir rönesans yaşadı. Sanatın modayla evliliğinin en başarılı örneklerinden birini Louis Vuitton gerçekleştirdi. Sanatçının Takashi Murakami ile beraber işbirliği sonucu ortaya çıkan “Multicolor Monogram” koleksiyonu büyük ilgi gördü. Murakami ile 2003’de başlayan ortaklık 2015’e kadar devam etti. Bu yıl ise Yayoi Kusama ile yeni bir sinerji yakalayan Louis Vuitton, New York’taki ana mağazasında sanatçının “Infinity Mirror Room” sergisine yer verdi. Tek örnek Louis Vuitton değil. Bir başka lüks moda markası Alexander McQueen sanatçı Damien Hirst ile iş birliğine giderek Hirst’ün sıra dışı tarzını yansıtan eşarp ve elbiselerden oluşan bir koleksiyon çıkardı. Müzeler artık tarihteki ilk kuruluş amaçlarına göz kırparak moda ve sanat felsefesinin tartışıldığı toplanma yerleri haline geliyor.
Koleksiyondan müzeye
Antik Yunan zamanında ‘Musesler’ için yapılan tapınaklara ‘mouseion’ denirdi. Felsefe ve bilim konuşulan, düşünmek için kullanılan yerlerdi. Latincede ‘museum’ olan bu kelime Romalılar ile birlikte literatüre geçti. Tarihsel süreç dünyanın farklı köşelerinde dallanıp budaklanarak ilerliyor ancak her ne kadar zor olsa da bir genelleme yapmaya çalışırsak diyebiliriz ki başta özel koleksiyonlar, hükümdarların kendi himayelerinde tuttuğu ilgi çekici eserler, 18. yüzyıldan itibaren halka açılıyor. 1759’da British Museum, 1793’de Louvre Müzesi ile modern anlamda anladığımız müze kavramı hayat buluyor.
Pandemide inovasyon dönemi
Her konuda olduğu gibi pandemi dönemi müzeleri de varoluşsal bir krizin içine sürükledi. Ancak bu krizi fırsata çevirmek de mümkün. Amerika’nın Kaliforniya Eyaleti’ndeki USC Pasifik Asya Müzesi Müdürü Bethany Montagano verdiği bir röportajda fiziksel olarak ziyaretçi kabul edilemiyor oluşunun müzeleri yaratıcı çözümler üretmeye ittiğini söylüyor. 3D turlar ve çevrimiçi ziyaretler ile aslında daha büyük kitlelere ulaşıldığının ve müzelerin daha demokratikleştiğinin altını çiziyor.