16.10.2005 - 00:00 | Son Güncellenme:
axpaz011.jpg Onu en çok AB genel sekreterliği yaptığı dönemde tanıdık. Oysa Yeni Delhi'den İslamabad'a, Brüksel'den Cenevre'ye birçok şehirde, Dışişleri Bakanlığı bünyesinde çeşitli kademelerde çalıştı. Öğrencilik yıllarında arkadaşlarıyla kurduğu müzik grubuyla yıllarca sahne tozu yuttu. Motoruyla bütün Avrupa ve Hindistan'ı dolaştı. Dışişlerinin en renkli simalarından biriydi. Geçtiğimiz günlerde AB genel sekreterliği görevinden istifa etti. Şimdi, bu güzel ve anılar dolu evde, dünyanın çeşitli yerlerinde çektiği fotoğrafları posterlere dönüştürüyor. Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü'nde başlayacak olası yeni işi öncesinde dinleniyor. Piyanosu ve motoru, bir de Hindistan'dan getirdiği köpeği Raja ile beraber... Murat Sungar'la Ankara'da 50 yıldan beri yaşadığı evinde buluştuk. Geniş, ferah, büyükelçilik bahçeleri arasında kalmış, ilk bakışta hiçbir lüksü olmayan ama çok durmuş oturmuş evinde... Enteresan kariyerini, müzikten motora özel zevklerini ve AB'nin engebeli yollarını konuştuk. Dinlemeye doyamadık... Özellikle annem çok kuvvetli bir kadındı. Hukuk mezunuydu, resim yapardı, aynı zamanda da konservatuvardan bir Alman profesörden dersler almış. Hatta hep anlatırdı, bir operette sahneye bile çıkmış. Tam cumhuriyet devri insanları. Tek çocuğum. Beni piyanoya başlatan annem, sonra günde sekiz saat çalmaya başlayınca cesaretimi kıran da o. "İnsan deha değilse, Türkiye'de bundan para kazanmak zor; hobi olarak yaparsan da o derece lüks" dedi. Küçük yaşta müzik derslerine başlamışsınız. 1950'leri düşünecek olursak, aydın bir anne-babanız vardı herhalde... Evet. Tepkim, klasik müziği bırakıp popüler müziğe yönelmek oldu. Kolejde Sweaters (Süveterler) grubunu kurduk. O zamanın pop şarkılarını çalıyorduk. Erkut Taçkın ve Alpay'la uzun yıllar çalıştık. İnanır mısınız, o gruptaki arkadaşlarımın hepsi ya müziği ya da okulu bıraktı. Sadece ben ikisini birden yürüttüm. Tabii siz devam ettiniz. Caner Tunaman vardı mesela. Müziği bıraktı, bugün büyük bir işadamı. Durul Gence okulu bıraktı, bugün herkesin tanıdığı bir müzisyen. Gerçi müzik şimdilerde benim için tamamen bir keyif. Ankara'da Burak Gürsel, Sedat Ergin, ben pazar öğleden sonraları toplanıp jam-session yapardık. Millet balık tutup maç seyrederken biz müzik yapıyoruz işte. Kimler vardı grupta? Ciddi para kazanmaya başladım. Hiç sınıfta da kalmadım, itirazları olmadı. İnsan üniversitede daha bağımsız oluyor. Grup kurmanıza ailenizin tepkisi nasıl oldu? "İçine kapanık bir çocuktum" Ben gençken çok içine kapanık bir çocuktum. Müziğin benim üzerimde çok olumlu bir etkisi olduğunu düşünüyorum. İnsan içine çıkmak, sahnede rahat edebilmek; bunlar müzik sayesinde oldu. Kim bilir okulda ne kadar popüler oldunuz... ODTÜ'de o dönemlerde henüz barakalarda ders yapılıyordu. Boğaziçi'ni de hiç düşünmedim. Siyasal Bilgiler Fakültesi önde olan bir okuldu, kazanınca da çok sevindim. Gene bu apartmanda oturuyorduk; ben her gece barlara çalmaya gidip sonra da derslere yetişiyordum. Peki, gelelim gene okula. Neden Mülkiye? 14 yaşımdan beri. Düşünsenize, insanlar ne kadar çok yer değiştiriyor... Ben öğrenciyken bu apartmanın yarısı Amerikalıydı. Orlon süveterler, Amerikan pazarından alınmış spor ayakkabılar giyerdik hep. Yıllardır aynı adresteniz yani... Mezun olduktan sonra DPT'de çalıştım bir süre. Askerliğimi Genelkurmay'da tercüman olarak yaptım. Bu arada, evet, ilk eşimle evlendim. Profesyonel müzik bitti. ABD'de mastır yapabilmek için araştırmalara başladım. Ne kadar üniversite varsa, burs için başvurdum. "Cincinnati Kid" diye bir film görmüştüm. Geçen yüzyılın başında geçiyordu; kumarhaneler, batakhaneler falan... Cincinnati Üniversitesi beni kabul edince çok sevindim. O zamanki eşimle gittik. Neşeli bir yer zannettim, meğer çok tutucu bir şehirmiş. Üniversite, askerlik ve evlilik üçgeninde kaldınız mı? "Birbirimizin yaşlandığını hissetmedik" Evet, o da Ankara Koleji'ndendi. İkinci eşim de kolejden. İkinci eşim Ayşe'yle Ankara'dan tanışıyorduk, eşlerimizden ayrılınca tekrar karşılaştık. Ben Hindistan'a tayin olmuştum. Atladı geldi, orada evlendik. ABD'ye İlk eşinizle gittiniz, değil mi? Kolejin son sınıfında. Caner Tunaman kendi motorunu bana sattı, öyle başladı. Çok komik bir hikaye var: Hindistan'da büyükelçiliğe kayıtlı bir motor vardı, hep aşçı kullanırmış. Tayin olunca, "Ver bakalım" dedim. Adam şaşırdı, "Aman olur mu" falan dedi. Ben çarşıya gittim, motoru tanıyorlarmış orada. Bir adam çıktı, "Sen yeni aşçı mısın?" dedi. "Yok, ben büyükelçiyim" dedim. "Oooh, tabii tabii" dedi. Arkasından bir de kahkahalarla güldü. Herifi inandıramadık. Neyse, sonraki günlerde başkalarından duyunca inanmış. Uzun yıllar sonra, Cenevre'de motordan çok keyif aldım. Bütün İsviçre sınırlarına gittim. Zaten bu kullandığım motoru da, Birleşmiş Milletler Protokol Şefi Ufuk Ülkümen'den orada aldım. Bu bir tutku, bir hürriyet. Tabii bu yaşta yanında bir arkadaş olunca daha rahat ediyorsun. Motor aşkı ne zaman başladı peki? Bağdaşmıyor. Bunda bir garabet var. Siz bile motorla fotoğraf istiyorsunuz. Büyükelçi tanımına hiç uymuyor. Pek "büyükelçi" sıfatıyla bağdaşmıyor, değil mi? 40 sene sonra, 2001'de, Cenevre'de bir araya geldik. Bütün arkadaşlarımı buldum. Toplam altı kişiydik. Üç gün hem müzik yaptık hem hatıralar falan, pek hoş oldu. Gerçi bizim arkadaşlığımız hiç bozulmamıştı. Hep eşlerle de görüşürüz. Aramızda hiçbir menfaate dayanmayan, pür gençlikten gelen bir ahbaplık var. Bazen 18 yaşındayken çok sevdiğin bir arkadaşını 30 sene sonra görünce bir tuhaf olursun, herkes başka bir tarafa gitmiştir. Biz beraber büyüdük, birbirimizin yaşlandığını hissetmedik. Bu arada sizin Sweaters elemanlarına ne oldu? İnsanın havasına göre değişiyor. Popüler müzik de dinliyorum, klasik de. Cazla klasiğin karıştığı tarzı çok seviyorum. Şimdi müzikte tercihleriniz neler? Hah hah hah! Aslında evet. Müzik, motor... Bir de Macintosh ve Apple hayranıyım. Ama çok hobisi olunca, hiçbirinde derinlemesine gidemiyor insan... Hobileriniz hayranlık uyandırıcı boyutta. Cebinizden her an başka bir tavşan çıkartabilirsiniz. "AB işi çok yıpratıcıydı. Her yerden baskı görüyorsunuz" Yeni bir dönem başlıyor. Uzun sürecek zor bir dönem. Yeni bir kan lazım. Sayın Ali Babacan istediği kişi ile çalışsın istedim. Bir de yeni bir görev ihtimali belirdi, Karadeniz Ekonomik İşbirliği'nde çalışacağım; tabii bütün üyeler kabul ettiği takdirde. Bir de çok yeni bir gelişme var, bir hukuk firması ile, McKenna Long and Aldrich firması ile bir danışmanlık anlaşması yaptım. Onlarla da çalışacağım. Çok güzel bir hayat; müzik, yurtdışı görevleri, seyahatler... Sonra Ankara'ya dönüp AB genel sekreteri oldunuz. Adınızı çok duyduk ama tam da işlerin kızıştığı bir dönemde istifa ettiniz. Neden? Öyle gözüküyor. Bir de 2,5 sene sonra 65 oluyorum, bırakmak zorundayım. Bu yeni görevde maddi olanaklar da daha iyi. AB işi çok yıpratıcıydı. Her yerden baskı görüyorsunuz. Bir taraftan, Türkiye'nin AB yolunda gidebildiği kadar gitmesinden yanayım. Biz sayın Abdullah Gül'le uzun yıllar çalıştık. Sonra sekreterlik Başbakanlık'a bağlandı. Yani istifa etmemin ardında böyle minik minik bir sürü neden bir araya geldi işte... İstanbul'a taşınacaksınız. Zorluk, AB Genel Sekreterliği'nde çalışanlarda değil. Onlar, bu işe gönülden bağlı, 60-70 kişilik bir uzman grubu. Hepsi büyük fedakarlıklarla çalışıyor. Bir İngiliz gazeteci gelmişti, "Burada çalışanların yüzleri başka" demişti. Sıkıntı, diğer bakanlıklarla olan mücadelede. Bürokrasinin kökü, Osmanlı'ya kadar gidiyor. Osmanlı bürokrasi sayesinde yönetebilmiş. Şimdi konudan konuya atlıyorum ama bu bürokrasi, AB ile birlikte öneminin giderek azalacağından olsa gerek, ciddi ayak diretiyor. AB'nin temel prensiplerinden biri, bir ülkedeki bölgeler arası farkları azaltmaktır. Uzun yıllar bu, "Kürtlere destek" olarak yorumlandı. Her şeyin altında başka şeyler arandı. Bir taraftan da AB ile muazzam bir mücadele var. Onlara Türkiye'nin hassasiyetini anlatmaya çalışıyoruz... Çok zor ama tatmin edici bir görevdi. Somut sonuçlar aldık. Bizim de karınca kararınca katkımız oldu. Neticenin Türkiye'ye yarar getirdiği düşüncesindeyim. AB genel sekreterliği görevinizde, farklı kurumları temsil eden insanlara dert anlatabilmenin zorluğu vardır sanırım... "Üyeliğimiz garanti değil" Zor bir dönem... AB olmazsa, Türkiye yalnız kalırsa, belki 100 senede yapılması gerekenler, 10-15 seneye sığdırılacak. Bunlar gerçekleşirse, Türkiye'ye kâr getirecek. Birtakım sosyal ve ekonomik zorluklar olacak tabii. Türkiye üye olabilecek mi, bu garanti değil. Engellerle karşılaşacağız ama ben aşacağımıza inanıyorum. AB üyesi hükümetlerin çoğu Türkiye'yi istiyor. Sizce bundan sonra Türkiye nasıl bir politika izlemeli? Her şey mükemmel demek çok zor. En önemlisi, Türkiye'nin AB yoluna devam edebilmesi. Aslında, AB Türk dış politikasının odak noktası haline geldi. Hatta, önemli bütün ilişkilerimizin ortak paydası bile denebilir. Batı ülkeleri olduğu kadar, Ortadoğu ve civar komşular, büyük bir dikkatle Lüksemburg'daki müzakereleri takip etti. Ayrıca, AB içindeki birkaç ülke hariç, herkes bu sonucu memnunlukla karşıladığını açıkça ifade etti. Şu anda doğru yolda mıyız peki? 1942'de Ankara'da doğdu. Ankara Koleji ve Ankara Siyasal Bilimler Fakültesi'nden mezun oldu. ABD'de Cincinnati Üniversitesi'nde uluslararası ilişkiler mastırı yaptı. Dışişleri Bakanlığı'na girdikten sonra Yeni Delhi ve İslamabad'da büyükelçilik yaptı. Birleşmiş Milletler'in Cenevre ofisi nezdinde daimi delege görevinde bulundu. Şubat 2003'te AB genel sekreterliğine atandı. Eylül 2005'te görevinden istifa etti. New York'ta yaşayan bir kızı var. Murat Sungar kimdir?