13.04.2008 - 00:49 | Son Güncellenme:
NEDİM GÜRSEL
Fransa’ya geldiğim yıl Ken Russell’ın “Şeytanlar” adlı filmini görmüş müydüm pek iyi anımsamıyorum ama rahibelerin büyücülükle suçladığı bir papazın yakılmasıyla sonuçlanan “Loudun Davası”nı konu alan bu filmin beni derinden etkilediğini çok iyi anımsıyorum.
Kapatıldıkları manastırda kentin yakışıklı papazı Urbain Grandier’nin aşkıyla yanıp tutuşan genç rahibeler histerik çığlıklar atarak üstlerini başlarını parçalıyor, kendilerini yerden yere atarak gövdelerinde şeytanların cirit attığını öne sürüyorlardı.
Ruhunu İblis’e satan Grandier kıskıvrak ele geçirmişti onları, titreyip kasılan, kah ateşler içinde yanıp kah buz gibi katılaşan bedenlerine hükmetmeye başlamıştı. Daha önceden vaaz verdiği Saint-Pierre Kilisesi’ne günah çıkarmaya gelen kadınları baştan çıkardığı gibi onların da akıllarını başlarından almıştı.
Kendilerini İsa’ya adayan bakireler sonunda birer ecinni olup çıkmış, avluda fır dönüyor, saatlerce yağmur altında çırılçıplak dolaşıyor, engel olmaya çalışanların saçını başını yoluyorlardı.
Bu boylu poslu, yakışıklı papaz yalnızca çapkın ve kadın düşkünü değil, çok iyi bir hatipti aynı zamanda. Bal akıyordu ağzından, vaazlarının tadına doyum olmuyor, özellikle de kentin kadınları ona bayılıyordu.
İşkenceli sorgu
Bu nedenle düşmanları da çoğalmıştı. Yalnızca din adamlarıyla kıskanç kocalar değil, kızını hamile bıraktığı için Loudun savcısıyla kentin eşrafı da diş biliyordu ona. Bu zındık papaza, bu kendini bilmez meluna hak ettiği ceza mutlaka verilmeliydi ama nasıl? Elbette büyücülükle suçlayarak.
Önce şeytan kovan papazlar gönderildi Loudun’e, rahibelere halkın gözü önünde cin çıkarma yöntemleri uygulandı. Kızlar bir karyolaya yatırılıp bağlanıyor, nöbet geldiğinde sorguya çekiliyorlardı.
Kent doktorların ve meraklıların akınına uğradı. Olay büyüdü, bölgede bir malikanesi olan Richelieu’nün kulağına dek gitti. Kardinal, rahibelerin kendilerine büyü yapmakla suçladıkları çapkın papazın tutuklanıp hapsedilmesini emretti. Ve Paris’ten gönderilen yargıçlarla dava başladı.
Bu davanın izini sürmek için geldiğim Loudun’e, iki yuvarlak kulenin ortasındaki Martras Kapısı’ndan girdim. Surlar yıkılmış, eski yapıların yerini yenileri almıştı. Ama Saint-Pierre Kilisesi’nin ön cephesi, rahibelere cin çıkarma seanslarının uygulandığı Sainte-Croix Kilisesi’nin freskleri ve papazın yakıldığı pazar yerini çevreleyen evler duruyordu.
Doktorlar sanığın beden muayenesinde şeytanın bıraktığı bazı izler bulmuş, iğne batırdıklarında cinsel organından kan akmadığını saptamışlardı. İşkenceden sonra Grandier’nin kafasının kazınıp boynuna bir ip geçirildiğini, kendi kilisesinin önünde suçunu itirafa zorlandığını Michelet’nin kitabından okumuştum.
Ayakta güçlükle durabiliyordu. Yine de tövbe etmeye yanaşmamıştı, suçsuzdu çünkü. Bunun üzerine altı katırın çektiği bir arabaya bindirilip şehvet çığlıkları atan halkın arasından geçirilerek idam yerine getirilmişti.
Yargıç sözünde durmadı
Orada, kendisine eşlik eden rahip öpmesi için tahta bir haç uzatmıştı; ne var ki Grandier yüzünü çevirmişti haçtan, sonra da bir dua mırıldanmaya başlamıştı. Belki, İsa gibi onu da Tanrı’nın son anda terk ettiğini düşünüyordu.
Cellat ateşi yaktığında, onu ölüme mahkum eden yargıcın sözünde durmadığını fark edip öfkeyle kararmıştı gözleri. Fazla acı çekmemesi için celladın onu boğmayacağını, az sonra alevler etrafını sardığında cayır cayır yanacağını anlamıştı.
İnfazdan sonra külleri havaya savrulmuştu kurbanın, pazar yeri yıkanıp paklanmış, seyirciler dağılmış, rahibeler de hiçbir şey olmamış gibi manastırlarına dönmüştü.
Sonradan içlerinden biri vicdan azabıyla canına kıyacak, bir başkasıysa -Jeanne des Anges- anılarını yazarak üne kavuşacaktı. Ve bütün bu olup bitenlerden üç yıl sonra Descartes, akılcı düşüncenin temeli olarak kabul edilen “Yöntem Üzerine Konuşma”yı kaleme alacaktı.
Onlar Türkiye'nin en çok bilinen isimleri. Şimdi ışıl ışıl yaşayan ünlülerin hayat yolculukları hep böyle başlamadı. Kimi kaset satarken söylediği şarkılarla keşfedildi, kimi inşaatlarda çalıştı. İşte ünlülerin ilk işleri...